Yazar Orhan Miroğlu, amcası olan gazeteci yazar Musa Anter'in öldürülüşünü, nedenlerini ve zanlılarını cinayetin 16. yıldönümü olan 22 Eylül 2008'de Taraf gazetesinde yazmıştı.
Aynı yazıda 'Bu bir suç duyurusudur' diyen Miroğlu, Bir tanık ve bir mağdur olarak ifadesine başvurulmasını istemişti. Miroğlu'nun yazısının tam metni şöyle:
Musa Anter'i ise, farklı kılan bir şey var elbette, o da belki en fazla Türk dostu olan bir Kürt aydını olmasıydı. Öyle birini seçelim ki, hem Kürtlerin hem Türklerin vicdanına otursun, bu vicdanı yaralasın ve bu yara hiç kapanmasın, hep kanasın diye düşünmüş olmalılar. Musa Anter, elbette çok tesadüfi seçilmiş bir kurban değil, bilinçle seçilmiş bir kurban o? Ve o'nu vurduranlar
Musa Anter`i anmak ve hatırlamak için bir yazı yazan dostu Yaşar Kemal, `Benimki belki tuhaf bir inanç. Ben hiçbir insanın, gözlerini kan bürümüş de olsa, işkenceci de olsa, yüzlerce insanın katili de olsa, Musa Anter gibilerine kıyabileceğine inanmazdım` demişti.
Sevgili ağabeyim Yaşar Kemal bu görüşlerinde çok haklı. Evet, kan revandı ortalık, karanlık basmadan şehrin sokaklarını terk ediyordu hayat ve bu sokaklarda sabahın ilk ışıklarına kadar ölüm kol geziyordu.
Evet, insanlar bazen güpegündüz ve onlarcası sokak ortalarında, kimi zaman da gece yarıları, sımsıcak yataklarından alınarak resmî plakalı araçlara teslim ediliyor sonra ıssız dağlar, ya da köprü altlarında infaz ediliyorlardı.
Ama yine de hiçbirimizin aklına, kardeşliğe, barışa ve özgürlüğe adanmış bir ömrün sahibi Musa Anter`in `fermanı kesilen` ve onun en yakın dostlarından biri Canip Yıldırım`ın deyimiyle `kitabı kapatılan` insanlardan biri olabileceğine inanmak gelmiyordu.
O da inanmamış olacak ki, kendisine kurulan o hain tuzağı boşa çıkaramadı ve o tuzağın içinde can verdi.
Yetmiş beş yıllık ömründe tanıklığını yaptığı, acısını yaşadığı bin bir beladan, tufandan her nasılsa kurtulmuş Musa Anter; bir hiç, bir kimliksiz, bir ruhsuz insan, sadece kod adıyla yaşayabilen bir yaratık, imal edilmiş bir ruhsuz cani tarafından, ılık bir sonbahar akşamı, 20 Eylül 1992 günü, Diyarbakır`da, Cumhuriyet Mahallesi, 36. sokakta katledildi.
Diyarbakır'a bir haftalığına gelmişti
Musa Anter, Türkiye kamuoyunun yakından tanıdığı ve bildiği, aydın ve demokrat bir insandı. O demokrasi için bütün hayatı boyunca mücadele etmiş, kitaplar, yazılar yazmış ve bu yüzden de uzun yıllar cezaevlerinde tutulmuş bir aydındı.
Anter, 1992 yılında Diyarbakır Belediyesi`nin düzenlediği festivale, kitaplarını imzalamak ve bir söyleşi yapmak için davet edildi. Bir hafta kalmak üzere Diyarbakır`a geldi. Son derece karanlık ve her gün çok sayıda insanın faili meçhul cinayetlere kurban gittiği bir dönemdi. Bölgede OHAL vardı ve Türkiye adeta çift hukuklu bir sistemle yönetiliyordu.
Babamla çok iyi görüşür ve birbirlerine iltifat ederlerdi. Diyarbakır`a geldiği günden sonra, hemen her gün birlikte oldular. Babam onu hiç yalnız bırakmadı. İstanbul`a dönmeden önce, onu yemeğe davet etmek istiyorduk. Bu amaçla onu aradığımda, çok insanın kendisini davet ettiğini, ama bu davetleri kabul etmediğini, ama bize gelebileceğini söyledi.
Pazar akşamı için sözleştik, ben onu akşam otelden alacak ve eve getirecektim. O geceyi bizde geçirecekti ve ertesi sabah, onu havaalanına, ben bırakacaktım.
Sözleştiğimiz gibi, daha akşam karanlığı basmadan otele gittim. Yanında belediye görevlilileri, kültür müdürü Nevin Hanım ve sanata, edebiyata meraklı bir grup vardı. Onlarla sohbet ediyordu. Sonra onlar ayrıldılar. Biz yalnız kaldık. Ne zaman gideceğimizi sorduğumda, bir misafir beklediğini, Seyrantepe semtinde bir işi olduğunu, bu işi gördükten sonra, oradan bize gidebileceğini söyledi. Aslında davet için aradığımda da benzer şeyler söylemişti, hatta Çınar ilçesine gideceğini anlatmıştı. Otelde, yine ne işi olduğunu sorduğumda ise, bir arazi ihtilafı olduğunu ifade etti. Bu konuda bana başka bir açıklama yapmadı.
Vurulduğu gece hariç sürekli izlediler
Akşam karanlığı çökmeye başlamıştı. Diyarbakır`dan söz ettik biraz. Belediye Başkanı`nı eleştirdi, Diyarbakır`la ilgisiz bir belediye başkanı olduğunu söyledi ve İstanbul`a gittikten sonra bu ilgisizliği gazeteye yazacağını ifade etti. Derken, otel görevlilerinden biri, `abi beklediğin misafirin geldi` dedi. Misafir, 25 yaşlarında, uzun ince boylu, kısa saçlı biriydi. Üstünde blucin pantolon, mekap tabir edilen bir ayakkabı ve bol dökümlü bir ince gömlek vardı. Ayakta kaldı ve oturmadı bu adam. Sonra, Musa Anter ile birlikte odaya çıktılar, Anter, üstünü değiştirmiş ve gelmişti, beni bu kişiyle tanıştırma gereği görmedi, bu gelen kişinin önemli bir adam olmadığını düşündüm ben de. Önemsediği bir adam olsaydı, muhtemelen beni tanıştıracaktı diye varsayımda bulundum.
Otelden birlikte çıktık. Diyarbakır`da o tarihte, sokakta insana rastlamak mümkün değildi, çünkü insanlar, akşam karanlığı başlamadan, iş yerlerini, dükkanlarını kapatıyor ve erkenden evlerine çekiliyorlardı. Sokaklar tenhaydı ve dikkatimi bir şey daha çekti. Devletin yıllarca izlediği bir insan, Musa Anter, böyle bir günde otelden çıkıyor ve onu ne sivil ne de resmî bir polis aracı izlemiyordu. Bu tuhaf bir durumdu ve sonradan bana anlatıldığına göre sadece o güne özgü bir şeydi. Çünkü kaldığı bir hafta boyunca, hemen her gün izlenmiş ve polisler onu hiç yalnız bırakmamışlardı.
Otelden çıktıktan sonra, binmek için ticari bir araç bakındık. Karşı caddede bulunan bir otelin önünde park etmiş bir ticari araca doğru yürüdük ve şoförünü sorduk. Şoför içerde uyuyordu, otel görevlisine uyandırmasını söyledik, o da gitti uyandırdı şoförü. Seyrantepe`ye gideceğimizi söyleyerek bu araca bindik. Ben öne bindim, Anter ve otele bizi almaya gelen bu şahıs, arkaya bindiler. Yalnız binmeden önce bir şey dikkatimi çekti: Bu şahıs, taksiye binmeden önce etrafına iyice bakındı ve kimselerin olmadığından sanki emin olmak istedi. Bu bende elbette bir kuşku yaratmıştı; `bu buluşmanın neden gün aydınlığında olmadığını` sorduğumda, Musa Anter, `buluşacağı kişilerin düşman sahibi olduklarını, gündüz pek çıkmadıklarını` söylemişti, bunu hatırlayınca, bu şahsın araca kuşkulu binişinden duyduğum şüphenin yersiz olduğunu düşündüm.
Yola çıktık. Saat akşam sekizi geçiyordu, Karanlık olmuştu artık ve gecenin karanlığında Seyrantepe`ye doğru yol alıyorduk. Seyrantepe` de üçlü bir yol ayrımı vardır; biz bunlardan Ergani ilçesine giden güzergâha girdik ve bu yolda ilerlemeye başladık. Önümüzde gidilecek ev filan kalmamıştı. Resmi kuruluşlar ve bir takım atölyeler, yani iş merkezleri dışında yolda bir şey filan görünmeyince, ben arkama döndüm ve bu şahsa sordum, dedim ki `nereye gidiyoruz biz, ev filan yok burada`. Bu şahıs da soruma soruyla cevap verdi ve dedi ki, `burası Silvan yolu değil mi?`. `Hayır` dedim, `burası Ergani yolu`. `Biz Silvan yoluna gideceğiz` dedi. Neyse geri döndürdük aracı ve Silvan yoluna geldik. Musa Anter bu arada bu şahsa nereli olduğunu sordu, çok tuhaf, Ergani yolunu bilmiyordu ama, Ergani`nin köylerinden olduğunu söyledi ve Diyarbakır şehrinin yabancısı olduğunu ifade etti. O zaman Musa Anter, `zaten biz artık Diyarbakır`da değiliz ki, burası köy` dedi. Yani bu şahsın, bizi götüreceği yer konusunda, yani bir sorun için Musa Anter`in buluşacağı insanların bulunduğu ev konusunda bir bilgisi yoktu, tabi bunu o anda bilmemiz olanaklı değildi ve Silvan yoluna girdikten sonra 36. sokak diye bilinen sokağın başında aracı durdurduk.
Anter'i vuracağı yere götürdü
Gideceğimiz evin burada olduğunu söyledi. Anter, çok kızmıştı, bir ara bana Kürtçe dedi ki, `bırak bu eşeği geri dönelim, daha gideceği yeri bilmiyor`. Ve biz tam geri dönecekken, bu şahıs girdiği bir sokaktan seslendi, gideceğimiz evi bulmuş gibi. Ardından yürüdük. Tahminen iki yüz metre kadar uzunluğunda bir sokaktı. Loş bir ışık aydınlatıyordu sokağı ve her iki tarafında tek katlı gecekondular vardı. Gecekonduların perdeleri çekikti ve ışıkları yanıyordu. Karanlık olduğu için rahat yürümesini sağlamak amacıyla sol elimi Anter`in omzuna attım ve sokağın içine doğru yürüdük.
Ben, gideceğimiz yer burası mı diye sordum bu şahsa ve o da evet dedi, burası, ama aynı anda da nasıl çektiğini, nereden çıkardığını fark etmediğim silahını bize doğrultup ateş etmeye başladı. Can havliyle geri dönmek istedim ve birkaç adım atmamıştım ki gücümün kesildiğini fark ettim. Olduğum yere yüz üstü düştüm. Çok az bir süre böyle yüzükoyun kaldım. Ama sonra da gücümü toplayıp doğrulmak istedim. Bu şahıs yanımdan geçiyordu o anda, sırtıma bir el daha ateş ettiğini fark ettim ve yeniden yüzüstü düştüm. Sokak yanılmıyorsam çıkmaz bir sokaktı ve bizi vurduktan sonra da, geldiğimiz yöne doğru kaçıp gitmişti.
Musa Anter, benden üç dört metre ilerde düşmüştü. Başına, göğsüne ve ayağına isabet eden kurşunlardan sonra fazla yaşamadı ve olay yerinde can verdi. Son sözleri ise, onun başına gelen bir mahalle sakinine, Kürtçe`beni hastaneye götürün` demek oldu.
Hastaneye kaldırıldım, o gece ve vücuduma saplanan kurşunların çıkarılması ve kanamanın durdurulması için ameliyata alındım. Bir gece sonra gözümü açtığım hastane odasında, vücudumda fark ettiğim ilk şey felç olduğumdu. Belden aşağı vücudumda hiçbir hareket yoktu. O gece Diyarbakır`da kaldım ama, bu hiç güvenli bir şey değildi. Çünkü, faili meçhul cinayetlerin sonucunda hemen hemen sağ kalan kimse olmuyordu. Bildiğim kadarıyla böyle bir cinayet girişimin sağ kalan bir gazeteci arkadaşımız vardı, Baki Karadeniz? O da tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuştu.
Tedavi olmak için, aynı zamanda can güvenliğimi koruyabilmek için, Diyarbakır`dan ayrıldım ve Ankara`ya gelip, Hacettepe Hastanesi`ne yattım. Üç ay kadar kaldım ve tedavi gördüm. O tarihten bu yana da Ankara`da yaşıyorum.
Kutlu Savaş'ın raporu katilleri açıklıyor
Musa Anter cinayeti üstündeki sır perdesi artık aralanmış bulunuyor. Bu cinayetle ilgili, sonradan elde ettiğimiz bilgiler benim tahminlerimi hep doğrulamıştır. Uzun yıllar, cinayetin devlet adına gizli ve yasa dışı işler yapan gruplar tarafından işlendiğinden hiç kuşku duymadım. Nitekim, yıllar sonra devlet adına, Kutlu Savaş`ın hazırladığı rapor bunu açıkça gösteriyor. Bu raporda Musa Anter`in devlet adına çalışan gruplar tarafından öldürüldüğü kabul ediliyor, hatta onun öldürülmesinin, daha sonra aynı çevrelerde bir pişmanlığa yol açtığı üstü kapalı bir şekilde de olsa ima ediliyordu. Çünkü deniyordu bu raporda; Anter, işin filozofisiyle ilgili bir adamdı ve yaşarken bu kadar etkili olmayan Anter, aslında öldürüldükten sonra daha etkili bir şahsiyet haline geldi.
Savcılar bu cinayetin aydınlanması için hiçbir çaba göstermediler ve Musa Anter cinayeti faili belli olmasına rağmen, bugün rafa kaldırılmış bir dosyadır. Otelde kaldığı süre içinde bu gruplardan ona edilen telefonlar incelemeye alınsaydı, daha o tarihte, olayın aydınlanması mümkün olabilirdi. Ama her nedense hiçbir savcının aklına böyle bir inceleme yapmak gelmedi. Zaten o zamanda böyle cesur bir savcı bulmak da mümkün değildi.
İtirafçının itirafı: Anter'i JİTEM öldürdü
1993 yılında, Diyarbakır cezaevinde kalan bir samimi itirafçı serbest bırakıldı ve eline İzmir`de yaşayan Kürt iş adamlarının bir listesi verilerek, temizlik yapması, yani cinayet işlemesi istendi. Ne var ki bu samimi itirafçı, bunu yapacağı yerde, gidip İzmir`de bir savcıya teslim oldu ve cinayet işlemesi için, emir aldığını itiraf etti. Bu şahıs Musa Anter cinayetiyle ilgili olarak da ilk kez önemli açıklamalarda bulundu ve bu cinayetin samimi itirafçılarla, JİTEM elemanları tarafından planlandığına tanık olduğunu ifade etti. Verdiği ifadeye göre, aslında bu grup, Anter`i kaldığı otelde önce boğmak istemiş, ama Anter onları kabul etmeyince, başka bir plana başvurmuşlardı. Bu planın ne olduğunu bugün daha iyi biliyoruz ve kuşkuya yer bırakmayacak şekilde, olay bütün yönleriyle aydınlanmıştır.
JİTEM`in Türkiye`de ve Kürt şehirlerinde işlediği cinayetlerin en önemli elemanı Mahmut Yıldırım, 1994 yılında JİTEM ve MİT arasındaki çelişkilerden kaynaklanan anlaşmazlıklar sonucu Ankara`da yakalandı ve MİT`te geniş bir ifade verdi. Ne var ki, 1994 yılında alınan bu ifadeyi, kamuoyu, ancak 2000 yılında öğrenebildi. O dönem ABD` de yaşayan MİT`çi Mehmet Eymür bu ifadeyi deşifre etmeseydi, belki böyle bir ifadenin varlığından bile haberdar olmayacaktık. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım, yani JİTEM adına görevli bu şahıs, Anter cinayetini kendisinin planladığını söylüyor ve bunun için PKK`nin `kafa adamını` kullandığını söylüyordu.
Dilekçemiz kabul edilmek istenmedi
Abdülkadır Aygan`ın anlatımlarına göre bu kişi Hogır kod adlı Cemil Işık`tır ve Cemil Işık, o tarihte öyle anlaşılıyor ki PKK`den ayrılan ve JİTEM adına çalışan biridir. Ya da bu olayda JİTEM tarafından kullanılmıştır. Ben bu gelişmeler üzerine Diyarbakır`a gittim ve bu ifadede ortaya çıkan gerçeklere dayalı olarak yeniden suç duyurusunda bulundum. Savcılar bu suç duyurusu, dönemin Başbakan`ı Süleyman Demirel, İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ve OHAL Valisi Ünal Erkan`ı da kapsadığı için, dilekçemi almak ve işlem yapmak bile istemediler. Avukatım ve arkadaşım Sedat Yurttaş`la birlikte ısrar ettik ve kabul ettirdik. Dosyayı aradılar, bin bir güçlükle buldular, kayıptı çünkü ve rafa kaldırılmıştı. O tarihten bu yana, ne bana ne avukatıma herhangi bir bilgi bir işlem ulaşmış değildir.
Bizi otelden alan kişi: Hamit Yıldırım
Musa Anter cinayetinde, kuşkusuz son noktayı kendisi de uzun yıllar JİTEM adına çalışmış olan ve bu uzun dönemde işlenen cinayetlere tanık olmuş, hatta fiilen katılmış bulunan Abdulkadir Aygan koymuştur. Aygan`ın itirafları Türkiye`de Gündem Gazetesi`nde yayınlanmadan önce, onunla ilişkiye geçen gazeteci arkadaşım, beni aradı ve benimle görüştü. Böyle bir itirafçının olduğunu ve söyledikleri ile anlattıkları olayların doğru olup olmadığından emin olmak için, en azından Musa Anter cinayetiyle ilgili verdiği bilginin doğruluğunu benimle paylaşmak istediklerini ifade etti. Onu dinledim. Aygan, Anter cinayetiyle ilgili olarak tamamen doğru şeyler söylüyordu. Ve ben bu gazeteci arkadaşa Aygan`a inanmaları gerektiğini ifade ettim. Çünkü benim yaşadıklarım ve tahmin ettiklerimle, Aygan`ın anlattıkları arasında bir farklılık yoktu. Bir tek şu vardı. Ben yıllarca, Musa Anter`i sözüm ona bu `toplantıya ikna` işinde, Mardin`li olması nedeniyle, yine bir JİTEM elemanı olan General Zinnar kod adlı Alattin Kanat`ın kullanıldığını sanıyor ve tahmin ediyordum. Çünkü Mardin, Kızıltepeli`ydi Kanat ve Anter`le rahat ilişki kurabilecek durumdaydı. Fakat bunda yanılmıştım. Anter`i bu toplantıya ikna eden Alattin Kanat değil, Hogır kod adlı Cemil Işık`tı. Cemil Işık, Muş ilindendi ve Aygan`ın anlatımına göre, Yeşil, yani Mahmut Yıldırım tarafından Kuzey Irak`tan, olayda tetikçi olarak kullanılan ve halen Şırnak Kumçatı`da koruculuk yaptığı söylenen Dıjwar kod adlı Hamit Yıldırım`la birlikte Diyarbakır`a getirilmişti.
O gece Anter`i otelden almaya gelen şahıs, yani Dıjwar kod adlı Hamit Yıldırım, aslında Anter`i kendisini bekleyen Kontr-Gerilla aracına teslim etmek için gelmişti. Ama tamamen bir tesadüf eseri bu araçla buluşamayınca, infazı kendisi gerçekleştirmiştir. Aygan`ın anlatımına göre, bu şahıs halen Şırnak ilinde koruculuk yapmaktadır.
Yine olayın faillerinden Ali Ozansoy, polis memuru olarak Ankara Terörle Mücadele Şubesinde görev yapmaktadır, ama bu şahsın isminin ve fiziğinin değiştirildiği iddiası da bulunmaktadır. Yani Ali Ozansoy yaşıyor olmasına rağmen, böyle bir şahıs resmen yok.
Yasal işlem yapılsın
Aygan`ın İsveç`te Rahşan Anter`le buluşmasından sonra Anter cinayeti yeniden kamuoyunun gündemine oturdu. Aygan bu görüşme sırasında cinayetle alakalı hakikati olduğu gibi anlatıyordu. Bu haber ve bu buluşma Hürriyet gazetesinde yayınlandıktan sonra, yeniden suç duyurusunda bulundum, hâlâ bir sonuç yok bu suç duyurusundan. Kamuoyunun dikkatini bir kez daha bu cinayete çekmek için, bir deklarasyon metni hazırladım ve bu metni Türkiye`li aydınların, sanatçıların, siyasetçilerin imzasına açtım. Aralarında Yaşar Kemal, Mehmet Uzun ve Orhan Pamuk gibi çok sayıda aydın ve yazarın olduğu 320`yi aşkın kişi, hükümetten olayın aydınlanması için harekete geçmesini talep etti. Hamit Yıldırım ve Ali Ozansoy hakkında yasal kovuşturma başlatılması isteğinde bulundu, ama ne yazık ki, bu istekler her zaman olduğu gibi, görmezlikten gelindi.
Türkiye son derece zor, çatışmalı ve yarattığı sonuçları çok kolay telafi edilemeyecek bir dönem yaşadı. Türkiye iç çatışma yaşamış bir ülkedir ve bu ülkenin demokratik bir ülke haline gelmesi için, bu karanlık geçmişi sorgulaması ve yüzleşmesi gerekiyor. Bu bağlamda Musa Anter cinayetinin aydınlanması ve sorumlularının yargı önüne çıkarılması çok önemlidir. Çünkü bu cinayet, Türkiye`nin en önemli siyasal cinayetlerinden biridir. Aygan`ın itirafları bir dönemi aydınlatmaya giden yolda, hepimizin fark etmesi gereken önemde itiraflardır. Aygan sıradan biri değildir. İfade ettiğine göre, Türkiye`de onlarca cinayetin işlenmesine ortak olmuş ve bu anlamda hukuki durumu da açıklığa kavuşması gereken biridir.
Çünkü, katıldığı ve tanık olduğu eylemleri, uluslarası hukuk ve Birleşmiş Milletler Yargı prensipleri ışığında değerlendirdiğimizde, bu eylemlerin, uluslar arası hukukun tanımladığı şekliyle, bir halka karşı sürekli, ve sistemli olarak yapılan suçlardan ibaret olduğunu görürüz.
Barış ve demokrasi yanlısı insanlar öldürüldü bu ülkede. Kamuoyunun bildiği, güvendiği, fikirlerine saygı duyduğu insanların öldürülmesi, toplumu terörize etmenin, sürekli bir çatışma ve şiddet psikolojisi içinde tutmanın en önemli yollarından biriydi.
Katil halen koruculuk yapıyor mu?
Musa Anter`i ise, farklı kılan bir şey var elbette, o da belki en fazla Türk dostu olan bir Kürt aydını olmasıydı. Öyle birini seçelim ki, hem Kürtlerin hem Türklerin vicdanına otursun, bu vicdanı yaralasın ve bu yara hiç kapanmasın, hep kanasın diye düşünmüş olmalılar.
Musa Anter, elbette çok tesadüfi seçilmiş bir kurban değil, bilinçle seçilmiş bir kurban o. O karanlık yıllarda kurbanların seçimini tetikçi olarak kullanılanlar, yani Dıjwar`lar değil, hep başkaları yapıyor ve tetiği de bu zavallılara çektiriyorlardı.
İşte şimdi bu başkalarının kim olduğunu biraz daha öğrenmek ve bilmek ihtiyacındayız.
Bu ihtiyacın karşılanacağı dava ortada duruyor.
Ergenekon davası, Türkiye`nin Kürt sorunuyla yüzleşmesinin de önemli bir basamağıdır.
Binlerce faili meçhul cinayet bu dava dosyasında yargılanacak olanların bilgisi dahilinde işlendi.
Tanıklar ve mağdurlar hesap sormalı, kamuoyu onları yalnız bırakmamalıdır.
Faili meçhul cinayetlerde yakınlarını kaybedenler, köyleri yakılanlar, gözaltında kaybolanların yakınları, işkence ve ihlallere maruz kalanlar Ergenekon davasının mağdurudurlar.
Musa Anter cinayetinin hem tanığı hem mağduruyum.
JİTEM elemanı Mahmut Yıldırım ve Cem Ersever`in planladığı bu cinayetin Veli Küçük ve Arif Doğan gibi JİTEM kurucu ve yöneticilerinin bilgisi dışında işlendiğini düşünemeyiz.
Ergenekon savcılarına önemli bir görev düşüyor.
Bu görev, Ergenekon`un planladığı, işlediği faili meçhul cinayetleri yeniden soruşturmak, cinayetlerin aydınlanması için tanıkları ve mağdurları dinlemektir.
Bu yazı bir suç duyurusudur
Benim burada yazdıklarım Musa Anter cinayeti hakkında bir suç duyurusu olarak kabul edilmelidir.
Bir tanık ve bir mağdur olarak, ifademe başvurulmasını talep ediyorum.
Bir tanık ve bir mağdur olarak, Başbakan`a, Adalet ve İçişleri Bakanına, kamuoyu önünde soruyorum: Hamit Yıldırım adını taşıyan TC yurttaşı biri var mıdır ve bu kişinin halen Şırnak Kumçatı`da koruculuk yaptığı bilgisi doğru mudur?
Eğer bu bilgi doğruysa, on yıl boyunca JİTEM`de bordrolu eleman olarak çalışan Abdulkadir Aygan`ın itiraflarına göre, Musa Anter`i öldüren ve beni yaralayan kişi olduğu iddiası bulunan bu şahıs hakkında şimdiye kadar yasal bir işlem yapılmış mıdır?
Ayrıca, Musa Anter cinayeti ve başka faili meçhul cinayetler hakkında itiraflarda bulunan Abdulkadir Aygan`ın ifadesine ve tanıklığına başvurmak için İsveç hükümeti nezdinde, acaba hukuki olarak başlatılmış bir girişim söz konusu mudur?