T24 - TSK İç Hizmetler Kanunu 35. Maddesi'nin kaldırılmasına yönelik çalışmalar sürerken, Taraf gazetesi yazarı Murat Belge, "35. Madde’yi bir darbe gerekçesi olarak görmek, bu toplumun, yani hepsi de asker doğan Türkler’in askerlerine 'gerekli gördüğünüz durumda darbe yapınız' diye bir yetkilendirme yaptıkları anlamına geliyor" dedi. Belge, darbe yaptıklarından memnun olmayanların sayısının arttığını belirterek, "En iyisi ordunun madde olmaması ya da güç olmaması gibi “yok”luklardan ötürü değil, darbe yapmak doğru olmadığı için darbe yapmamasıdır. Ama henüz buralara geldik mi, hiç emin değilim" dedi.
Murat Belge'nin "35. Madde" başlığıyla yayımlanan (12 Ağustos 2011) yazısı şöyle:
35. Madde
İç Hizmet Talimatnamesi’nin 35. maddesinin değiştirilmesini, böylece, Silâhlı Kuvvetler’in rejime müdahale etmesinin ve hükümet devirmesinin hukukî dayanağının ortadan kaldırılmasını öneriyorlar, tartışılıyor, tartışıyoruz. Bu, bana epey komik gelen bir bakış tarzı. Maddeyi kaldıracaklarsa kaldırsınlar, ona bir diyeceğim yok, “yerinde kalsın” diye ısrar edeceğim de yok. Ama böyle bir maddenin böyle bir şeye “cevaz verdiği”ni “zımnen” kabul etmek de çok saçma bir şey olmak durumunda. Bunu kabul edince, TSK’nın şimdiye kadar gerçekleştirdiği bütün darbelerde yasal davranmış olduğunu da kabul ediyorsunuz.
Bildiğim kadarıyla başlangıçta bu sadece “nizamname” statüsünde bir şeydi. 1960’ta, ilk darbeden sonra adı “Kanun” oldu, yani rütbesi büyüdü. Ama ne kadar büyürse büyüsün, bir “talimatname” maddesine dayanarak hükümet devirmenin ve anayasa değiştirmenin tuhaflığı ortadan kalkmış oldu.
Talimat, kanun, tüzük vb... Böyle herhangi bir maddenin herhangi bir zamanda varolmadığını düşünelim. 27 Mayıs darbesi gerçekleşmeyecek miydi? Sonraki “modern” ve “post-modern” darbeler yapılamayacak mıydı? Çatır çatır yapılacaktı tabii. Çünkü öyle bir “madde” olsun ya da olmasın, ordunun darbe yapacak gücü, yapacağı darbenin dayanacağı yer vardı. Bu olduğu için darbesini yapar, sonra gerekiyorsa öyle bir maddeyi de bir yerlere yazardı, çünkü bunu da yapmaya yetecek gücü vardı.
Şimdi bir de bunun tersini düşünelim: Meclis Kanun’u değiştirecek, 35. Madde bundan böyle olmayacak, ordu da darbe yapamayacak. Ordu darbe yapmasın, çok iyi olur; ama yapmama nedeninin bu maddenin olmaması olacağını düşünemiyorum. Yapmama nedeni yapamamak. Madde olmaması değil, yapacak güç olmaması. Bu doğruysa, o halde madde olsa da darbe olmazdı.
Tabii en iyisi ordunun madde olmaması ya da güç olmaması gibi “yok”luklardan ötürü değil, darbe yapmak doğru olmadığı için darbe yapmamasıdır. Ama henüz buralara geldik mi, hiç emin değilim. En azından, oralara hiç yaklaşmamış çok sayıda kişi olduğu besbelli.
Doğrusu bu, iyisi bu, garantisi de bu: şimdiye kadar darbeleri yapagelmiş olanların, “Ne güzel darbe yaptık” diye kıvanç duymaktan vazgeçmeleri, vazgeçmek gereğini anlamaları, ille bir kıvanç vesilesi aranacaksa bunun “Ben hiçbir darbeye karışmadım” düşüncesine dayanması gerektiğine inanmaya başlamalarıdır.
Çünkü gerçek bir demokrasi, birtakım yasa metinlerindeki demokratik bazı maddelerden çok, demokrasiyi özümlemiş bir siyaset kültürü üzerinde yükselir.
Bu gibi nedenlerle, 35. Madde üzerine bu yoğunlaşmayı pek öyle anlamlı bulmuyorum. Zaten başından beri bu maddenin ilgasını öncelikle CHP’nin savunuyor olması da, bunun hayatî bir sorun olmadığının bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve bu toplumda sivil-asker ilişkilerinin normalleştiğini, “simgesel” sayılabilir bazı gelişmelerin pekiştirmesi şüphesiz iyi olacaktır. Son analizde, bu simgelerin neler, hangi simgeler olacağı da toplumdaki gerçek güç ve iktidar ilişkilerine bağlıdır. Şu “35. Madde” tartışmasının da şimdi yapılıyor olması bunu kanıtlayan bir durumdur.
Bu alanda nihaî “simge”lerden biri, belki de en önemlisi, zaten kendisi bir “simgeler dünyası” demek olan Devlet Protokolü içinde Genelkurmay’ın yeridir. Bununla aynı zamanda, Genelkurmay’ın Savunma Bakanlığı’na bağlanmasıdır. Bu arada, hâlâ, adı Mustafa Muğlalı olan bir kışlanın duruyor olması da başlı başına bir fenomen.
35. Madde’yi bir darbe gerekçesi olarak görmek, bu toplumun, yani hepsi de asker doğan Türkler’in askerlerine “gerekli gördüğünüz durumda darbe yapınız” diye bir yetkilendirme yaptıkları anlamına geliyor ki, bu da başlı başına bir fenomen.