Gündem

'Önderin toplumun kaderini böylesine belirlediği bir dönem olmamıştı'

Murat Belge: Erdoğan 'Bundan böyle 1 Mayıs 31 Ekim’de kutlanacak' desin, ona da 'eyvallah' dememiz gerekiyor

03 Mayıs 2014 21:22

Taraf gazetesi yazarı Prof. Murat Belge, “Türkiye’nin siyasî tarihinde her zaman ‘tek adam’lar görülmüştür. Siyaseti bir türlü demokratikleştirememenin doğal sonucudur bu. Çok-partili parlamenter rejimin yürürlükte olduğu dönemlerde de, partiler, başkanlarının yanında, arkasında duran süsler olmanın ötesine pek geçmemişlerdir” dedi.

Belge, sözlerini “Buna rağmen, önderin kişiliğinin bütün toplumun kaderini belirlemekte böylesine büyük bir rol oynadığı bir dönem daha önce hiç yaşanmamıştı. Bu bakımdan Başbakan Erdoğan da özel, şu içinde bulunduğumuz dönem de” şeklinde sürdürdü.

Prof. Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (3 Mayıs 2014) nüshasında yayımlanan, “1 Mayıs” başlıklı yazısı şöyle:

 

1 Mayıs

 

“İşçinin, Emekçinin Bayramı” hepimize kutlu olsun. Karadeniz türküsünün dediği gibi, “Bu yıl da boyle geçtu, seneye Allah kerimdur.” 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama ısrarı üstüne söylenecek şeyler olduğu kanısındayım. Ama ona gelmeden önce hükümetin, daha doğrusu Başbakan’ın takınmayı tercih ettiği tavır var ki, asıl bu konuda söylenecek çok şey var.

Tabii “tercih edilen bu tavır”, 2014’ün 1 Mayıs’ıyla başlamış bir şey değil. Geçen yıl Gezi protestosunun başlamasıyla birlikte Başbakan Erdoğan da bir sertleşme politikası gütmeye karar verdi. O zamandan bu zamana bu temelde değişen bir şey yok. Öyle görünüyor ki Başbakan bu politikanın kendisine kazandırdığı görüşünde. Dolayısıyla böyle devam edecek. Karşısında yer alanlar arasında bu iktidarın ancak böyle, eylemlerle düşürüleceğine inanmış bir kesim olduğu da görünüyor. Demek ki onlar da öyle devam edecek.

İçinde --bugün-- yaşanması son derece tatsız bir ortam şüphesiz; ama “bugün”ü bırakıp böyle bir ortamın getireceği “yarın”ları düşündüğümüzde, iyice kasvet basıyor.

Türkiye’nin siyasî tarihinde her zaman “tek adam”lar görülmüştür. Siyaseti bir türlü demokratikleştirememenin doğal sonucudur bu. Çok-partili parlamenter rejimin yürürlükte olduğu dönemlerde de, partiler, başkanlarının yanında, arkasında duran süsler olmanın ötesine pek geçmemişlerdir. Buna rağmen, önderin kişiliğinin bütün toplumun kaderini belirlemekte böylesine büyük bir rol oynadığı bir dönem daha önce hiç yaşanmamıştı. Bu bakımdan Başbakan Erdoğan da özel, şu içinde bulunduğumuz dönem de.

Kendi düşüncesinin, kendi yaptığının doğruluğundan zerre kadar şüphesi olmayan bir başbakan var. Bu “doğruluk” nesnel bir temele oturmuyor ve oturması da gerekmiyor. “Allah vergisi” kategorisine giren bir şey.

Dolayısıyla Başbakan’ın “o akılları kendine sakla” yollu sözler söylemesi (kime, hangi koşullarda söylerse söylesin) çok normal. Dünyada ona “akıl öğretecek” kimse yok. Biri çıkıp “Bu yaptığın iyi olmadı” dediği anda, o kişi Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “sevmediği” kişiler safına geçiyor, geçiriliyor, o ana kadar “en yakın”ında bilinse dahi. Ayrıca, bu “sevmediği” kişiler topluluğunun günden güne çoğalması da Başbakan Tayyip Erdoğan’ı hiç tedirgin etmiyor. Etmediği gibi, sayının artması için çaba gösterir gibi bir hali de var.

Zihninde nasıl bir “simgeler” dünyası olduğunu, kendisi birtakım ipuçları vermedikçe, anlamamız imkânsız. Bazı ipuçları verse de yeterince anlamamız zordur diye düşünüyorum, çünkü oldukça özel bir “simgeler dünyası” olmalı. Örneğin, “Taksim” adı telaffuz edildiğinde Başbakan’ın zihninde ne gibi imgeler, ne gibi çağrışımlar oluşuyor?

“Gezi episodu” mutlaka bir şekilde karışıyordur o imgeler arasına, diye bir tahminde bulunuyorum. “Gezi”! Bugüne kadar Başbakan Erdoğan’ın iradesi karşısına dikilmiş en... “en” ne?.. “Büyük” desem o değil, “güçlü” desem o da değil. Belki “en içinden çıkılmaz” demeli. Başbakan Erdoğan’ın bilmediği, anlamakta güçlük çektiği bir direnç.

İnsan insan olalı, bilmediği şeyi bildiğine benzeterek anlamaya çalışır: “analojik düşünce”. Başbakan da öyle yapıyor ve hemen “CHP” diyerek işin içinden çıkıyor. Tabii, “işin içinde”, anlamak istememenin de bir payı var.

Ama “Taksim” adı herhalde yalnız “Gezi”yi, yani Erdoğan’a göre kötüyü çağrıştırmıyordur. Oryantalist kışlasıyla, “barok” kültür merkeziyle (halkımızın “opera” değil, örneğin “fasıl” dinlemeye gittiği), sonra mutlaka bir yerlerde, o kilisenin havasını alacak cesarette bir camisiyle bir Taksim olmalı bu --diye tahmin ediyorum.

O adamlar bu Taksim’in yanına yaklaşmamalı.

Hem zaten kimin neyi, nerede kutlayacağına Başbakan Erdoğan’dan başkası karar verebilir mi? Git, Yenikapı’da kutla. Başbakan Erdoğan “Bundan böyle 1 Mayıs 31 Ekim’de kutlanacak” desin, ona da “eyvallah” dememiz gerekiyor. Zaten o böyle derse “Ne feraset!” diye yazmaya amade bir “kalemiye” ekibi de hazır bekliyor.