Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, “Kürt Ulusal Kongresi”nin toplanmasına ilişkin, “Kürtler büyük resmi görmüyor. Bölgede 3’üncü Dünya Savaşı kuruluyor ve ne yazık ki tarih kendini tekrar edecek” dedi.
HDP’li Önder, Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un çözüm süreciyle ilgili, “Her şey için artık çok geç” sözlerine, “Bu sözler iç acıtıcı ve umut kırıcı. Şunu bilin ki barışın son kullanma tarihi yoktur” ifadesini kullandı.
Nisan ayında yapılması planlanan referandum ile ilgili Önder, "Bu anayasa ağırlıklı olarak Kürt’e karşı. Görüşmeleri hatırlayın. Kaldı ki bu yeni anayasa demokratikleşme getirmiyor. Bu ülkenin temel sorunlarına bir çözüm içermiyor" dedi.
Önder, DBP’ye bağlı yerel yönetimlere kayyım atanmasına ilişkin yaptığı değerlendirmede “Seçilmiş bütün eş başkanlarımız görevden alındı, zindanlara atıldı ve yerlerine yasada hiçbir yeri olmayan kayyımlar atandı. Buna engel olamamış olmak, yerel yönetimlerimize sahip çıkamamamız bu sürecin buralara gelmesine neden oldu ve bunun da sorumluluğu bize aittir” ifadelerini kullandı.
Başbakan Neçirvan Barzani’ye sitemde bulunan Önder, şunları söyledi:
“Sayın Neçirvan Barzani buraya geldiğinde partimizi ziyaret edebilirdi. Daha ötesine gideyim. Sayın eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş’ı, Sayın Ahmet Türk’ü ziyaret edebilirdi, etmeliydi. Kürt olmaktan ve bunu demokratik zeminde dile getirmekten başka hiçbir şeyle suçlanamayan Kürt siyasetçilerine sahip çıkmasını beklerdik.”
HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Rûdaw'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
2 yıl öncesine kadar umut verici bir süreç vardı. Çözüm sürecinin neden ve nasıl bittiğine ilişkin farklı görüşler var. İçerisinde yer alan bir isim olarak sizce çözüm süreci neden bitti?
Birincisi süreç bir yol ayrımına gelmişti. Dünyanın bütün coğrafyalarında olduğu gibi, çatışma sonrası çözüm süreci bir tanıma ve diyalog sürecidir. Bu aşamada taraflar birbirlerinin dillerini, kavramlarını, kavramlara yükledikleri anlamları bilirler. Bu aşama AKP’nin ağırdan alma, zamana yayma ve yer yer ciddiyetle yaklaşmama tutumlarına rağmen Sayın Öcalan’ın inisiyatifiyle yürüdü.
Bunu takiben aşama için Sayın Öcalan’ın bir tek şartı vardı, o da bundan sonra yapacağımız görüşmelerin resmi bir hüviyetinin olması. Bu şu anlama geliyordu: İzleme heyetinin olması. İzleme heyeti için Sayın Erdoğan, “Ben bunu doğru bulmuyorum”, hemen akabinde, “Ne masası, ortada masa falan yok”, bunun da akabinde, “Ben o Dolmabahçe fotoğrafını da doğru bulmadım” dedi. Dönemin başbakan yardımcısı tüm bunlara, “Her şeyden haberiniz vardı” şeklinde cevap verdi. Sayın Erdoğan süreci, “Aslında Kürt meselesi yok, Kürt kardeşlerimin PKK sorunu var” noktasına getirdi.
“PKK silahlı eylemlerine devam etmeseydi süreç devam ederdi” şeklinde yorumlar yapıldı. Siz tersini mi düşünüyorsunuz?
Tarih böyle okunmaz. İçerisinden biri olarak söylüyorum. Çatışmalar başlamadan önce bu ciddiyetsiz ve vahim yaklaşım sürecin ipini çekmişti.
Peki Sayın Erdoğan neden bu noktaya geldi? Neden vazgeçti süreçten?
Açıkçası benim şahsi düşüncem şu: Onlar seçim sürecine kadar diyalogdu, müzakereydi, süreçti diyerek halkı oyalayabiliriz zannına kapılmışlardı. Ne zaman ki hayati kararlar verme eşiğine gelindi, işte o zaman kendilerinde bu cesareti ve inancı bulamadılar. Elbette ki çatışma ortamının da bu duygularda bir payı vardır. Ama iç kamuoyunu Kürt nefreti üzerinden o kadar çok oksitlediler ki sonra dönüp bu kamuoyu karşısında, “Biz Kürt kimliğine dair şu veya bu adımları atacağız” diyecek zemin bırakmadılar. Mesele budur. Gerisi işin nakışıdır.
Sayın Ahmet Türk, “Bizim de hatalarımız, eksikliklerimiz oldu ama tüm hatayı sadece bize yüklemek haksızlık olur. Hükümet adım atarsa biz de karşılık veririz” dedi. Sayın Numan Kurtulmuş ise bu açıklamanın önemli olduğunu ama “her şey için geç” olduğunu söyledi. Sizin bu süreçte hatalarınız oldu mu?
Bir yerde yolunda gitmeyen bir şeyler varsa bunun paydaşlarının şu veya bu şekilde sorumluluğu vardır. Kendi eksikliklerimize değinmeden önce Sayın Kurtulmuş’un yaklaşımındaki bu sakillik iç acıtıcı, çok umut kırıcı. Sebebi de şu: Barışın son kullanma tarihi yoktur. Barış herhangi bir şey uğruna rafa kaldırılabilecek bir şey değildir. Eğer bir kez taraflar barış iradesini ortaya koymuşlarsa, buna sonuna kadar sahip çıkmakla mükelleftirler.
Çünkü çatışma dediğiniz şey, burası çok önemli, barışın engeli değil tam tersine barışın temel gerekçesidir. Ama muhattabın anlayışı, üzerinde düşünülmemiş, düşünmeden saf edilmiş sorumsuzca bir söz. Ya da üzerinde çok düşünülmüş, barış bütün kapıları kapatmaya yönelik ince bir söz. İnceliği zerafetinden kaynaklanmıyor ama inceliği kurnazlığından kaynaklanıyor. Bizim bu anlayışı kabul etmemiz mümkün değil.
Gelelim bizim eksikliklerimize. Yok mudur? Tonla var. Mesela yarın öbür gün İmralı görüşmeleri başlasa, Sayın Öcalan, “Bu süreçte kendi eksikleriniz ve hatalarınız nelerdir?” diye bir değerlendirme yapmamı istese, Öcalan’dan gördüğümüz, aldığımız perspektifle yürüttüğümüz barışa dönük çalışmalarla yapamadığımız bir şeyin barışı bizden en çok uzaklaştıran şey olduğu değerlendirmesi yaparım. Bunun nedeni de ulusal kongrenin bir türlü toplanamamış olması.
Sayın Öcalan bunun barış için en önemli adım olacağını neredeyse her görüşmemizde vurguladı. Kendi adıma söyleyeyim, biz bunu gerçekleştirmekte yetersiz kaldık. Birincisi bu. İkincisi, bu ülkede yerel seçim sonuçları iptal edildi. Kazandığımız bütün belediyelerin seçimleri yok sayıldı. Yani bir halkın iradesi yok sayıldı. Seçilmiş bütün eş başkanlarımız görevden alındı, zindanlara atıldı ve yerlerine yasada hiçbir yeri olmayan kayyımlar atandı. Buna engel olamamış olmak, yerel yönetimlerimize sahip çıkamamamız bu sürecin buralara gelmesine neden oldu ve bunun da sorumluluğu bize aittir. Buna benzer birçok şey sayabiliriz. Ancak biz hiçbir zaman barış iradesinden ve demokratik bir ülke iradesinden vazgeçmedik.
Ulusal kongre uzun zamandır gündemde. Bütün örgütler, yapılar bu ihtiyaca vurgu yapıyor fakat bir türlü toplanamıyorlar. Sizce neden toplanamıyor?
Benim bu konuda bundan daha fazla değerlendirme yapmam saygısızlık olur çünkü ben bir Türk’üm. Fakat Kürt halkıyla yoldaşlık ilişkisi içinde olan ve Türkiye’nin demokratikleşmesinde Kürtlerin bu konumunun demokratikleştirilmeden, üzerlerindeki bu baskı ve zulüm sona ermeden olamayacağına inananlardanım. Benim şu an Ulusal Kürt Kongresi için bir şey söylemem tıpkı Türk muktedirlerin Kürt halkına parmak sallaması kadar sevimsiz olur. Ancak dostça, yoldaşça önerilerimi söyleyebilirim.
Bu konuda bir tek şey söylemek isterim: 4 parçada hiç kimse şu anlayışın üzerine çıkamadı. Ya büyük resmi görelim, bölgede 3’üncü Dünya Savaşı kuruluyor ve ne yazık ki tarih kendini tekrar edecek. Burada da Kürtler bir enstruman düzeyine indirgenmek isteniyor. Aramızdaki meseleleri birgün çözeriz ama şu an gün birlik günü diyemediler.
Her siyasal yapı buna dair bir sürü gerekçe söyler ve muhtemelen de ikna edici sebepleri vardır. Ancak Sayın Öcalan, “Bütün bunlar detaydır, ayrıntıdır, konuşulur, tartışılır, çözülür ya da çözülmez ama bunların hiçbirisi birliğin önünde engel değildir, olmamalıdır. Tarih bizi affetmez” diyerek diğer tüm anlayışları mahkum ediyordu. Ben de bunu tekrar etmekle yetinebilirim ancak.
Sayın Kurtulmuş, barış süreci için artık çok geç dedi. Sizce bu süreç sürdürülebilir bir süreç mi yoksa masaya dönülmesi kaçınılmaz mı?
Dünyada sonsuza kadar sürmüş hiçbir çatışma ve savaş yok. İlla ki bu iş görüşmelerle finalize edilecektir. Kaldı ki bunun bölge halklarına olan maliyeti gün geçtikçe ağırlaşmaktadır. Bu ağırlaşan maliyet de masa ile aramızdaki mesafeyi uzatmaktadır. Bu koşullar sonsuza kadar süremez çünkü bu çatışma yenileni ve yeneni olmayacak bir çatışmadır.
Meseleye bir galibiyet ve imha çerçevesinde bakan herkes yanılmaya mahkumdur. Bu konuda en önemli engeli Sayın Öcalan ve Kürt siyasal hareketi, “Biz ortak vatan istiyoruz. Demokratik özerklik istiyoruz. Birlik ve bütünlük dışında yeni bir ulus devlet anlayışıyla meseleye yaklaşmıyoruz” diyerek çok net bir şekilde deklare ettiler. Bu iradeye rağmen çözümü masaya getirmeyen herkes savaştan kendi iktidarı için fayda sağlıyor demektir.
Diyalog yolunun yeniden açılabilmesi için Kürdistan Bölgesi bir rol oynayabilir mi? Onlardan beklentileriniz neler?
Öncelilkle ben Rûdaw televizyonuna teşekkür ederek söze başlamak istiyorum. Güney Kürdistan yönetimine sitemlerimi Rûdaw üzerinden dile getiriyordum ve yayımlıyorlardı. Bu da bizi onurlandıran bir tutumdur, bunu özellikle belirtmek isterim. Yine dostça bir sitemde bulunmak istiyorum. Sayın Neçirvan Barzani buraya geldiğinde partimizi ziyaret edebilirdi. Daha ötesine gideyim. Sayın eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş’ı, Sayın Ahmet Türk’ü ziyaret ederbilirdi, etmeliydi.
Çünkü biz gerek parti olarak, gerek bu saydığım şahsiyetler olarak Kürdistan’ın kendi meselelerinde hep birliği, bütünleşmeyi öneren ve bu tartışmalarda taraf olmaktan özenle kaçınan noktada durduk. Onların hak ettiği saygıyı hiç eksik etmedik. Dolayısıyla Kürdistan’ın burada Kürt olmaktan başka ve bunu demokratik zeminde dile getirmekten başka hiçbir şeyle suçlanamayan Kürt siyasetçilerine sahip çıkmasını beklerdik.
Bundan dolayı bir burukluğumuz vardır. Elbetteki bölgesel dayanışma buradaki baskının dozundan tutun niteliğine kadar birçok şeyi değiştirebilme gücündedir. Bu anlamda söz dönüp dolaşıp ulusal kongre meselesine geliyor. Bu sağlanabilmiş olsaydı ya da bugünden sonra sağlanırsa hiç kimse Kürt’ü bir nefret diliyle bir linçin hedefi yapamayacaktır.
Birçok HDP’li vekil gibi siz de yargılanıyorsunuz. İmralı heyeti üyesi olarak PKK yöneticileriyle yapmış olduğunuz görüşmeler, Kandil’de çektirdiğiniz fotoğraflar yargılama konusu yapılıyor. Bu görüşmeler cumhurbaşkanı ve dönemin başbakanının bilgisi dahilinde yapılımıyor muydu?
Bu böyledir ama. Türkiye’de işler böyle çalışır. Bunlar önemli değil fakat benim hakkımda en çok ceza istenen dosya, ki 43 yıl istiyorlar, Newroz bildirisini okumam. Devletler zalim olabilir fakat ciddiyeti elden bırakmasalar iyi olur. Siyasal mücadele etmek ayrı bir şeydir ancak siyasi rakiplerinizi zindanlarla, ölümlerle, sürgünlerle yenmeye çalışmak ayrı bir şeydir. Bu bizim için yeni bir şey değil. Kürt siyasal hareketi tüm bu süreçlerden daha da güçlenerek çıkacaktır.
Yaşanan çatışmalarda birçok Kürt ilçesi yıkıldı, yerle bir edildi. HDP Eş başkanları ve birçok vekil tutuklu. Belediyelere kayyım atanıyor. Siz Sayın Öcalan’la birçok kez görüştünüz ve düşünce yapısını biliyorsunuz. Sizce Öcalan bu süreci nasıl yorumluyor? Görüşmüş olsaydınız size ne önerirdi?
Bunu aslında önerdi. Çünkü bütün bunların devletin bu ciddiyetsizliğinin böyle bir siyasi imhaya varacağını önceden adım adım bize bildirmişti. Tıpkı Rojava’yı daha Rojavalılar bile farkında değilken, Sincar’ı (Şengal) daha Ezidi halkı bile farkında değilken önceden işaret etmesi gibi bu meselede de uyarmıştı. O muhtemelen bize dönük de çok büyük sorumluluklar çıkaracaktır ki öyledir. Ama esas olarak devletin halen demokratik bir çizgiye gelmeye niyeti olmadığı noktasındaydı.
Bütün gücüyle de çözüm sürecinde aktör olabilecek ülke, kurum, şahıs herkesle geliştirdiği ilişkide de hep bunu gözetiyordu. Benim tanıdığım Sayın Öcalan, hayatında çözümsüzlük diye bir şey tanımayan, en imkansız görünen zeminlerde bile daima yeni bir pencere açabilen, kimsenin aklına gelmeyen yerden yepyeni bir hamle başlatabilen biridir.
Türkiye Nisan ayında referanduma gidiyor. HDP getirilmek istenen cumhurbaşkanlığı sistemine neden karşı?
Çünkü bu anayasa ağırlıklı olarak Kürt’e karşı. Görüşmeleri hatırlayın. Kaldı ki bu yeni anayasa demokratikleşme getirmiyor. Bu ülkenin temel sorunlarına bir çözüm içermiyor.
HDP kampanya için “Demokratik cumhuriyet ve ortak vatan için referanduma HAYIR!” sloganını benimsedi. Bu kadar baskıya rağmen, demokratik cumhuriyet ve ortak vatana olan inancınızı koruyor musunuz?
Hem bu inancımı koruyorum hem de bundan başka yolun yol olmadığını düşünüyorum.