SELİN ONGUN / T24
songun@t24.com.tr
Yrd. Doç. Berna Güle Müftüoğlu Karadon maden ocağında geçen yıl 460 metreye kadar inerek incelemelerde bulunmuştu - VIDEO
“Senin kazaya, kadere imanın yoksa o ayrı mesele zaten. Onu ben seninle tartışacak değilim. Onu git sen Diyanet İşleri Başkanı ile konuş.”
Başbakan Tayyip Erdoğan, 30 işçinin hayatını kaybettiği Zonguldak, Gelik’teki Karadon Maden Ocağı’ndaki grizu patlamasının ardından söylediği “Bu işin kaderidir” sözlerini eleştirenlere işte bu sözlerle Diyanet’i adres gösterdi.
“Askerlik yan gelip yatma yeri değildir” ekolüne maden işçiliği de eklenince, “Bu ölümler neden kader değildir?” sorusunu Başbakan’ın işaret ettiği gibi Diyanet’e değil, 30 işçinin hayatını kaybettiği Karadon Maden Ocağı’nın eksi 460 metresine inen bir akademisyene sorduk. (Patlama eksi 540 metrede olmuştu.)
Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Berna Güler Müftüoğlu ve öğrencisi Bağdagül Tanış, 2009 yılının Şubat-Mart aylarında Zonguldak’taki maden işletmelerinde saha çalışması yaptı. Son beş ayda 90 işçinin hayatını kaybettiği Zonguldak’taki maden işletmelerini karış karış gezen, işçilerin yanı sıra ocak sahipleri ile de söyleşen Müftüoğlu ve öğrencisinin çalışmasının adı; “21. Yüzyılda Zonguldak Maden İşletmelerinde Çalışma Hayatı: Bir kesit- Tek Gerçek.”
Son patlamayı “Ne iş kazası ne de kader. Bu bir cinayet” diyerek değerlendiren Müftüoğlu www.t24.com.tr ‘in sorularını yanıtladı.
‘Ölümlü iş kazalarında Avrupa’da birinci, dünyada üçüncüyüz!’
Zonguldak’taki maden işletmelerindeki çalışma hayatını analiz eden araştırmanızın detaylarını, Karadon Mağden Ocağı’na dair izlenimlerinizi konuşmadan önce hemen soralım: Türkiye iş kazalarında dünyada kaçıncı sırada?
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) raporuna göre dünyada her yıl 250 milyon iş kazası oluyor; her gün 5000 kişi yaşamını yitiriyor. Rapora göre ölümlü iş kazaları açısından Avrupa’da birinci, dünyada üçüncü sıradayız! Rakamlarımız şöyle; Türkiye’de her iş saatinde 32 iş kazası gerçekleşirken, her 80 dakikada bir işçi sürekli iş göremez duruma geliyor. Bunun yanı sıra her 2 saat 40 dakikada bir işçi iş kazası sonucu ölüyor. Çalışma Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı Raporu’na göre 2009 Ocak ve Haziran aylarında toplam 670 işçi hayatını kaybetti; 579 kişi sakat kaldı. En fazla ölümlü iş kazalarının yaşandığı sektör inşaat, ikinci sektör ise kömür madenleri.
‘Karadon’daki patlama ne iş kazası, ne de kader; bu bir cinayet’
30 işçinin hayatını kaybettiği Karadon’daki patlama iş kazası mı?
Ne iş kazası ne de kader. Bu bir cinayet. Rakamlarla konuşalım; 1980 öncesinde TTK’da (Türkiye Taşkömürü Kurumu) 60 bin kişiyi bulan maden işçisi sayısı bugün 9 bin civarında. 2008 yılında yapılan son işçi alımlarıyla birlikte kömür üretiminde günlük 500 ton artış olmuş, hedeflenen ise günlük 1500 ton kadar. Bu, 20 işçinin yapması gereken işi beş işçinin yapması, denetçi sayısının azalması, iş yoğunluğunun artması dikkatin azalması demek. Bir işçinin günlük vardiyası sekiz saat.
‘Günde 1500 ton kömür çıkarılacak, ölümler teferruat!’
Günlük hedef, 1500 ton kömür çıkarmak. İşte en önemli nokta bu; 1500 ton kömür çıkarılacak! Gerisi teferruat; 30 işçi ölmüş, 20 kişinin yapması gereken işi beş kişi yapmış, gerisi çok da önemli değil! Ölüm ensenizde yerin yüzlerce metre altında sözün bittiği yerdesiniz. Madencilerle konuştuğunuzda anlıyorsunuz ki, iş güvenliğini sağlamak önünüzdeki arkadaşınızın canını korumak, demek. Çünkü arkanızdaki işçi de sizin can güvenliğiniz. Hemen hemen her gün karşılaşılan kömür taşlarının düşmeleri sonucu meydana gelen parmak ya da el kırılması gibi vakalar birçok çalışan tarafından kaza olarak nitelendirilmiyor bile. Bakın yine “teferruat” olan bir örnek; Karadon Ocağı’nı ziyaret ettiğimiz sırada gördük ki işçiler madenden çıktıktan sonra da “teferruat” sayılan kötü koşulların içinde.
Ölümden kurtulanlara soğuk duşta, kükürtlü suyla banyo!
Somutlaştırabilir misiniz?
Çıkış anında işçileri görüyorsunuz; maskeleri yok. Gözlerinin, kulaklarının, burun deliklerine kadar kömür içindeler. Saatlerce yüksek nemde çalışmışlar, kömür üzerilerine yapışmış. Hemen sıcak suda yıkanıp temizlenmeleri gerek. Oysa ısıtma sistemleri bozuk olduğu için aylardır, üstelik kış günü, soğuk suda yıkanıyorlardı (Müftüoğlu Şubat 2009’da oradaydı). Kullandıkları su da kükürtlü olduğu için banyodan sonra kömür üzerilerine yapışıyor. Evlerine gidip tekrar yıkanana dek derilerinde tahribat oluyor. Soğuk su ise zaten meslek hastalığı sayılan bronşiti artırıyor.
20 işçinin yapması gereken işi beş kişi yaparsa…
Bölgede 5 ayda 90 işçinin yaşamını yitirdiği son kazayı Başbakan’ın "Kader, orada çalışanlar zaten buna hazırlıklılar" sözleri ile değerlendirdiğini hesaba katarsak, soğuk ve kükürtlü suda yıkanma koşullarına da “Amma hanım evladısınız” diyenler çıkabilir! Siz Karadon Maden Ocağı’nın eksi 460 metresine dek indiniz; işçilerin çalışma koşullarını biliyorsunuz. Dolayısıyla sizden rica edebiliriz; sahiden sinirimizi bozar mısınız?
Aslında oradaki gerçeği, insanı kahreden koşulları en net şekilde ortaya koyan sözler elbette işçilere ait olabilir. İki yıldır TTK’da çalışan 26 yaşındaki bir işçinin şu anlatımları her şeyi resmediyor (araştırma sunumundan okuyor): “Anlatıyorlar da eskiden damarlarda kömür çıkarma işlemini en az 20 kişi yaparken, biz en fazla beş kişi gruplar halinde girerek ayni işi yapmaya çalışıyoruz. Dört saatte kazı işini tamamlamak zorundayız. Kazı işinde can güvenliği çok önemli ama kısa sürede bitirebilmek için seri hareket etmek zorunda kalıyoruz. Bu durumda da her gün geçmiyor ki irili ufaklı iş kazası olmasın.
10 kiloluk yükle iki saat yürüyüş
Eskiden günde altı sefer halinde olan faytonlar varmış, şimdi ise bir sabah bir de akşam var. İki saatte gideceğimiz yere 10’ar kiloluk yüklerle gidiyoruz. Dönüşte de iki saat yol oluyor tabii ki. Yorgun düşüyoruz. Bir de ‘dikkat en üst safhada olacak’ diyorlar. İşe gelişler de servisler var ama bir kısım ücretini de cepten ödüyoruz. Birçoğumuzun yolu daha uzun, çevre ilçelerden geliyorlar. Otobüs, minibüs yani neticede sabah beşte yataktan kalkan var.
Kömürü onlar çıkarıyor ama kömür alacak paraları yok
Öğle yemeğimizi yanımızda getiriyoruz. Kimi de getirmiyor. Yenmiyor zaten. Tozlu topraklı, göz gözü görmeyen yerde yemek içmek azap. Bazen vakit bile olmuyor. Eskiler anlatıyor da tahin ekmek ve yoğurt dağıtılırmış; bizler bilmiyoruz. Bir de kömür yardımı yaparlarmış. Şimdi o da yok. Biz de şilem (kömür tozlarının yıkanması ve çökelmesiyle oluşturulan şilem enformel yoldan geçim sağlamanın ya da yakacak bulmanın yaygın bir aracıdır) çıkartıyoruz ayrıca kaçak kömür alıyoruz. Kömürü biz çıkartıyoruz ama onu alacak para az.
‘Modifiye makinesi yüzünden göçük altında kaçmak zorlaştı’
Eskiden kazma ve kürek kullanılarak kazı yapılırmış şimdi daha yoğunluklu olarak modifiye makinesi kullanıyor. Makineyle daha çok ve kısa zamanda kömür çıkartılıyor ama çok ses yaptığı için çökme seslerini duyamıyoruz ya da hissedemiyoruz. Göçük altında kaçmak zorlaştı. Artık kart basıyoruz. İşimiz erken de bitse kart basmak için iki saat beklediğimiz oluyor. Islak ve kömürlü bir halde üşüyoruz, herkes bronşit oluyor. Ben işe girdiğimden beri vagonlar, tekerlekler, raylar hiç kontrol edilmiyor. Aksamalar olduğunda ‘maliyet’ deniyor.”
İşçiler, 1980 öncesine özlem duyuyor
Bu TTK işçisinin “eskiden böyle değilmiş” dediği başlıklar hangi döneme ait?
1980 öncesine.1980'li yılların ilk yarısına kadar taşkömürü, Türkiye’nin en önemli birincil enerji kaynağı idi. 1980 yılından sonra başlayan süreçte, alternatif enerji kaynaklarının artması, kömürün özel ocaklarda daha düşük maliyetle üretilmesi, petrol fiyatlarının dalgalanması, uluslararası ticaretin serbestleşmesi, kamu yatırımlarının ve harcamalarının azaltılması karşısında TTK piyasa koşullarına terk edildi. TTK’nın işçi sayısı hızla azaldı, çıktı miktarında istenilen düzeyde devam ettirildi. 1980 sonrasında devletin kamu yatırımlarını azaltması ve kendi kurumlarında reorganizasyon yapmaması, değişen ekonomi politikaları Zonguldak kömür havzasını da derinden etkiledi. Özelleştirmeler ile hızla özel kömür işletmeleri kuruldu. TTK’da azalan işçi alımları beraberinde daha düşük ücret ve daha kötü çalışma koşullarına sahip özel, taşeron ve kaçak ocaklarda çalışma yaygınlık kazandı.
‘Taşeron ve özel ocaklarda işveren kazadan sorumlu değil’
Taşeron ya da kaçak ocaklarda çalışanların karşılaştığı kazalar “kader bile değil farz” o halde?
Havalandırma sistemi eksik, erken uyarı sistemi yok, göçüğün gelebileceğini işaret eden koku ve sesi algılayabilecek deneyim eksikliği çok! Madende uzun süre çalışmış deneyimli olan işçiler ve ustabaşları gazı önceden sezebiliyor ancak yeni işe başlayanların bunu sezmesinin söz konusu değil. Bir de şöyle bir sorun var; Zonguldak’ta 500’den fazla kaçak ocak olduğu ifade ediliyor. Fakat bu kaçak ocaklar da lisans alarak taşeron ocak olmaya gayret ediyorlar. Kaçak ocaklar taşeron, taşeronlar da özel ocak oluyor. Güvencesizliğin yanında yükselen böyle bir sermaye birikimi de var. Taşeron ve özel ocaklarda herhangi bir iş kazası meydana geldiğinde işveren sorumlu değil, çalışanlar kendi güvenliklerini kendileri sağlamak zorunda. Bu koşullar özel ocak sahiplerinin sermaye birikim sürecini hızlandırıyor, zaten güvencesiz çalışan işçilerin durumunu iyice çıkmaza sokuyor. Bu da kader değil tabii! Kaçak ocak sahibi bir madencinin sözlerinden alıntılayalım: “ İşçilerimle abi kardeş gibiyizdir. Burada iş kazası olduğunda kimse davacı olmaz. Öyle olursa benim işim biter, işçinin işi de biter. Kaçak ocak aile demektir. Birbirimizin en zor gününde yardımcı oluruz. Devletin denetiminde karnımızı doyuracak maden ocakları olsa bu işi yapar mıyız? Bizi bu işi yapmaya resmen itiyorlar. Ben bu işi bıraksam başka biri bu işi yapacak. Her kesimin bundan çıkarı var.”
Halat toptu, vinç düştü, öldü sanılan işçi hastanenin önüne bırakıldı
Bu, kaçak ocak sahibi madencinin bakış açısı, kaçak ocakta çalışan işçi ne diyor?
47 yaşında ve son 12 yıldır kaçak ocakta çalışan bir işçini sözlerini okuyalım: “Babam da madende çalışırdı, eniştemin bir kaçak ocağı vardı ve birçok akrabam orada çalışırdı. Madenciliği akrabalardan öğrendim. TTK’da bölümler vardır, onların birinde çalışırsınız. Ancak kaçak ocakta bölümler yoktur, hepiniz tek bir bölümde çalışırsınız. Ben arkadaşlarımın kazıp çıkardığı kömürü vagonlara dolduruyordum. O kömürleri vinç denen bir asansör yardımı ile yüzeye çıkarıyoruz. Kazanın olmasından bir gün önce patrona söyledik; bu vinç kopacak. ‘Bugün de şu kömürleri çıkarın yarın hallederiz’ dedi ve ertesi gün halat kopunca vinçle birlikte düştük. Hem vinç hem de arkadaşlarım üstüme düştü. Beni öldü diye hastanenin önüne bırakıp kaçmışlar. İki bacağım kırıldı, yüzümden de yaralandım. Bacaklarımda yedi tane platin takılı, evde cihazlarla yürüyebiliyorum. İki günde üç kez ameliyat oldum. İşveren haftada bir kez uğrayıp pazar paramızı bırakıyor.”
Kaçak ocaklarda çalışanların aylık ücreti 550 ile 780 lira
Sakat kalan bu işçi, çalışsaydı ne kadar kazanacaktı?
Kaçak ocaklarda çalışanların aylık ücreti 550 ile 780 lira arasında. Taşeronda ise ücretler 780 ile 1000 liraya yaklaşıyor. Tabii sigorta yok, tazminat yok, kaza bedeli işçiye ait. TTK’lı işçi kendini şanslı sayıyor; çünkü sendikalı. Oradaki en yüksek ücret 1800 lira.
‘Canlı canlı mezara giriyoruz’
Bölgedeki işçilerin ne kadarı sendikalı?
TTK’da çalışanların hepsi sendikalı. Devletin işveren konumu ve sosyal niteliğine bağlı olarak TTK’da çalışanların tümü sendikalı ve Genel Maden-İş’e üyedir. Özel ve kaçak ocaklarda çalışanların hepsi sendikasız. Bununla birlikte TTK’da örgütlenmenin yüzde 100 olması sendikanın aynı oranda etkinliği anlamına gelmiyor. İşçilerin tepkilerini özetleyen bir cümle de şu: “Sendika belimizde bir kambur, sadece aidat alıyorlar, bir de bayramlarda hal hatır soruyorlar. Bunlar koltukçu sendikası.” Diğer rakamlar ise şöyle; madende çalışanların yüzde 78’i madencilik mesleğini görerek, yüzde 22’si çıraklık kursunda öğreniyor. 18 yaşın altında çalışanlar özel ve kaçak ocaklarda yoğun. Çalışanların yüzde 91’i madenlerde çalışmayı çocuklarına ya da yakınlarına kesinlikle tavsiye etmiyor. İşçilerin yüzde 57’si iş kazası geçirmiş. Ve gönüllerinden geçen hep aynı; “Canlı canlı mezara giriyoruz.”
‘Kazalar yüzde 95 önlenebilir’
Ama siz kazaların yüzde 95’inin önlenebileceğini söylüyorsunuz; nasıl?
İş kazalarının önlenmesi için yapılacak tüm harcamaları maliyet unsuru görmeden gerçekleştirebilirseniz, bu vahim sonuçlarla karşılaşmayız ve evet yüzde 95 oranında önleriz. İşçilerin güvenliğini sağlayacak tüm yasa süreçlerini çalıştırmakla başlanmalı. Ne var ki günümüzde yerel ve uluslararası rekabetin acımasız koşulları içinde var olmak, sadece “iş, üretim, çıktı” odaklı düşünmek, esas değeri yaratan emek, değersizleştiriliyor. Emekçiler, emniyetsiz, güvencesiz ve belirsizliklerin hâkim olduğu piyasa koşullarına içine terk edilmesiyle birlikte kötü çalışma koşullarına razı. Oysa örgütlülük, sendikalaşma ve üretim sürecinin işleyişine müdahil olmak, denetleme ve uyarma işlemini yerine getirmek durumundadır. Sendika sadece TTK değil, aynı zamanda özel ve enformel alanda örgütlenme stratejini geliştirmek durumdadır. Diğer yandan sendikaların sadece yaptıkları tespit ve rapor ama bunun takibini ve işletilmemesinin sorgusunu yapmama koşullar karşısında sadece sessiz kalmak değil, mücadele araçlarını geliştirmek, bilinç yükseltmek, insanca yaşamak ve üretmek için üretimden gelen gücün kullanmasının koşularını sağlamaktır.
‘İyi işletilmiyor, ocakları kapatalım demek; özel sektöre yeni kâr alanı açmak demek’
Tam burada bambaşka bir öneri de geldi: “Ölüm ocaklarını kapatalım?”
Tamam kapatalım, ama bununla birlikte sadece kamunun değil, özel sektörün de kaçak ocakların da dâhil olduğu tüm kömür ocaklarını kapatalım. Öte yandan tüm işyerlerini kapatalım. Çünkü sanayiden tarıma ve hizmetler kesimine varıncaya kadar onurlu, insanca çalışma koşularının geçerli olmadığını biliyoruz. Ölümlü iş kazalarının en başında inşaat sektörü gelmektedir. Peki kapatalım. O zaman var mıyız? Toplumsal ihtiyaçları hedef alan toplumsal faydayı amaç edinen üretimi gerçekleştirelim; insana, doğaya, tarihsel dokuyu tahrip etmeyen bir üretim. Bu görüş, tabii ki kabul görmeyecektir. İçinde bulunduğumuz sistemin tek hedefi kâr mekanizması üzerine kurulu. Enerji sektörü en kârlı yatırım alanlarından biri. “Kamu iyi işletemiyor, kapatalım” demek özel sektör için yeni kâr alanı açmak demek. Zonguldak’ta kamuya ait Çatalağzı Termik Elektrik Santrali’nin yanı sıra iki özel elektrik santrali kurulduğunu görüyoruz. Zenginliğin tek elde toplanırken, işsizlik, mülksüzlük, yoksulluğun ağırlaşması ve çarenin bulunamamışlığının yanında, ölüm ocaklarının kapatılması çözümden çok, birçok sorunun ve ağır bedellerin ödenmesine yol açacağı söylemek yanlış olmayacaktır.