T24 - Öcalan'ın avukatları aracılığıyla 'sert bir dille' uyardığı, Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir her geçen gün daha fazla destek bulmaya başladı. Kürt yazar-aydın Ümit Fırat, Vatan gazetesi yazarı Mine Şenocaklı'yla yaptığı röportajda, '‘Diyarbakır Belediye Başkanı olmak, milletvekili ya da BDP’nin Genel Başkanı olmaktan çok daha sağlam bir karizma demektir’dedi.
Fırat, Öcalan'ın arkadaşları çevresinde eşit muameleden çok kendisine tanrı gibi davranılmasını istediğini belirtti. Mine Şenocaklı'nın bugün (29 Kasım 2010) yayımlanan röportajı şöyle:
'Öcalan kendisini Tanrı gibi görüyor'
Öcalan ve PKK’ya ilişkin tüm öngörüleri tutan Kürt yazar-aydın Ümit Fırat bir tespitle başlıyor söze; “Öcalan sayıları 7-8 bini bulan PKK’lılardan çok, kendisine bağlılık duyan ve destek veren milyonlarca insana güveniyor.
Bu yüzden de kendisini tanrı gibi görüyor.” Sonra İmralı’dan Baydemir’e yönelik sert tavra ilişkin bir değerlendirme yapıyor, biraz tedirgin: “Baydemir çok sıkıştırılırsa istifa eder.” Peki sonu infaz edilen Hikmet Fidan gibi olur mu? ”Bunu aklımdan bile geçirmiyorum!”
Fırat, Öcalan’ın megalomanisine bir örnek daha veriyor: “Leyla Zana 2004’te Öcalan’a yazdığı mektupta ‘Dostuz’ ifadesini kullanmıştı. İmralı’dan gelen tepki bence Öcalan’ın ruh halini gözler önüne serecek bir örnek: ‘Sen kim oluyorsun da dostum oluyorsun!’
Zana’nın ona eşit mesafede yaklaşması Öcalan’ı çileden çıkarmıştı. Öcalan, arkadaşlarından, çevresinden, hiç kimseden eşit muamele beklemiyor, en azından ‘Önderimiz, rehberimiz’ denmesini istiyor!”
‘Diyarbakır Belediye Başkanı olmak, milletvekili ya da BDP’nin Genel Başkanı olmaktan çok daha sağlam bir karizma demektir’
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in “Silahlar miadını doldurmuştur. Demokratik özgürlük mücadelesinden PKK vazgeçse de ben vazgeçmem” sözlerine, İmralı’dan çok sert yanıt geldi. En yumuşak haliyle şunları söylüyordu Öcalan; “Baydemir haddini aştı. Ya derhal istifa eder, gider AKP’ye yakın STK’lara katılır. Ya kapsamlı samimi bir özeleştiri verir, görevinde kalır. Ya da gider evinde oturur, işine gücüne bakar!” Bu sözler ne anlama geliyor?
Bir de şunu soracağım; ateşkes tarihini 1 Mart’a çekerek, pazarlık şansını artırmış mı oldu Öcalan? Çünkü terör örgütü mantığı ile bakarsanız doğru gibi geliyor bu...
Elbette Öcalan’ın kendisine bağlı birtakım silahlı militanların olması, belli bir süreçte onun için bir avantaj. Pazarlık gücünü artırabilir böylece ama bugün onun bu avantajı kilitli.
Nasıl?
Yani Öcalan’ın dayandığı kitle sadece dağdakiler değil. Elinde silah olan bu 7-8 bin PKK militanının yanı sıra, Öcalan’ın arkasında 2,5 milyon civarında bir seçmen kitlesi var. Bunların yarattığı çevre; aile, çoluk-çocuk, 5-6 milyonluk bir halk kitlesi demektir. Bu ise, adeta bir Batı Avrupa ülkesinin nüfusu demektir. Mesela Danimarka’nın topu topu 5 milyon nüfusu var. Yani Öcalan asıl gücünü PKK’dan değil, arkasında ona destek veren halk kitlelerinden alıyor.
Tamam ama bizzat şahit oldum, halk Osman Baydemir’i de çok seviyor. Onu sevmelerinin sebebi sizce; Öcalan’dan ya da BDP’den mi kaynaklanıyor, yoksa ayrı bir sevgi mi bu?
Şu var tabii, Baydemir’i seviyorlar. Baydemir kendi çizgisinde başarılı bir belediye başkanı. Toplumla diyalog kurabiliyor, özellikle bir önceki belediye başkanı Feridun Çelik’e nazaran... Feridun Bey, çok fazla dolaşmazdı, hatta çok fazla gülümsemezdi de; popülizme yatkın bir mizacı yoktu. Baydemir, gülümseyen, el sallayan, hal hatır soran, böyle sosyal yönleri olan biri.
Öcalan, “Tanrısal yalnızlığı yaşıyorum... Benden büyüğü yok” diyor
Yerel seçimlerden önce, Baydemir Diyarbakır’ın Bağlar semtinde bir sokağa girdiğinde yer gök inlemişti resmen...
Baydemir’in dini bir kültürü de var, medrese eğitimi almış çocukken. Dini kurallardan haberlidir. Toplumun biraz daha içinden gelen birisidir. Bir de ona “Bizden biri” diye sahip çıkıyor Diyarbakırlılar. Tepeden, herhangi bir merkez partiden birinin belediye başkanı değil. Yani “Biz kazandık, bizim adayımız kazandı” diye görüyor insanlar ve ondan ötürü de bir yakınlık duyuyorlar. Ve bir de tabii, Baydemir Diyarbakır gibi simge bir ilin belediye başkanı...
Biliyorsunuz, 30 küsur yıl önce Mehdi Zana’nın belediye başkanlığında başlayan bir söylem var. Cüneyt Arcayürek, Zana için “Kürdistan Cumhurbaşkanı” gibi bir tanımlama kullanmıştı. Zana da dalga geçiyordu, “Ben Kürdistan Cumhurbaşkanıyım, beni öyle sayabilirsiniz” diye. O dalga geçse de Diyarbakır’ın böyle siyasi ve manevi bir anlamı, simgesel bir ağırlığı da var. Oranın belediye başkanı olmak demek tabii ki bir parlamenter olmaktan, hatta BDP’nin genel başkanı olmaktan çok daha sağlam bir karizmaya sahip olmak demektir.
Peki Öcalan’ın söylediği, “PKK olmasa, Baydemir iki ay o koltukta oturamaz” sözü ne kadar gerçekçi?
Doğrudur, PKK dayatırsa elbette oradan gider Baydemir. PKK, “Oradan ayrılman lazım” derse ya da bunu zorunluluk hükmünde ifade ederse dayanamaz, tutunamaz. Hem çalışma şansı kalmaz hem de bu tip yapılar içerisinde direnme, itaatsizlik gibi davranışlara yer yoktur.
Bu soruyu sormak bile hoşuma gitmiyor, hiç kimse bunu temenni etmez ama Baydemir’in sonu PKK eylemlerini eleştirdiği için 2005’te evinin önünde öldürülen Kürt siyasetçi Hikmet Fidan gibi olabilir mi?
Dediğiniz gibi, kimse bunu temenni etmez. Kaldı ki Hikmet Fidan artık kopmuştu onlardan, buna rağmen öldürüldü... Biliyorsunuz HADEP Genel Başkan Yardımcısıyken ayrıldı, DEHAP’ın kuruluşunda yer almak istemedi. Tabii hem o siyasi yapı içinde kalıp hem de direnmek pek mümkün olmaz. Bu 30 küsur yıllık süreçte böyle bir şey olmadı. Direnmek, kafa tutmak, ancak kaçıp kurtulmak ile mümkün. Orada kalamazsınız.
Peki, kim var öyle kaçıp kurtulan?
Bir anlamda kaçıp kurtulan diyeyim, mesela bir Selim Çürükkaya var... O da PKK’nın kurucu kadrosundandı, Diyarbakır Cezaevi’nden tahliye olduktan sonra birkaç ay buralarda kaldı, sonra gitti. O sırada Avrupa’da PKK’nın oluşturduğu Kürdistan Ulusal Meclisi (KUM) Başkanı da oldu. Diyarbakır Cezaevi’ndeki tutukluların arasında, karizması en güçlü olan, en önde gelen odur. O kaçtı, canını kurtardı. Ama oradan tahliye olanlar arasında bir Mehmet Şener vardı, onu öldürdüler. PKK’nın 4. Kongresi’nde Divan Başkanlığı yapmıştı ve tabanda, özellikle Batman’da çok sevilen bir insandı.
Aynı şekilde çoğunluğun “Bir kedim bile yok” dizesiyle tanıdığı şair Kemal Burkay da PKK’dan kaçtı değil mi?
Onun kaçışı bu hareketle ilgili değildi. Tamam, Burkay onlardan da gizlendi ama asıl Türkiye’den hakkındaki cezai takibattan ötürü kaçtı, 1980 yılında ortadan kayboldu.
Ama onun söylemleri de hoş karşılanmıyordu PKK içinde bildiğim kadarıyla?
Evet. Kemal Burkay da daha sonraki yıllarda PKK’lılardan uzak durdu, görünmez oldu. Çünkü öyle söyleniyor ki, PKK’lılar onu da bir biçimde cezalandırmak ya da öldürmek istediler.
Neden?
Çünkü Öcalan’a dönük olarak ters ve sert bir tutum sergiliyordu. Yine Öcalan’a karşı çıkan Hüseyin ıldırım yaralı kurtulmuştu; delik deşik ettiler onu. 1980’lerin sonu 1990’ların başı oldukça sert bir dönemdi. Onun için Osman Baydemir için inşallah böyle bir şey olmaz... Ne öyle bir şey dileriz ne de öyle bir şeye Baydemir için metot olarak başvurulacağını düşünmüyorum. İnşallah o tür şeyler ihtimal dışında kalır.
Öyle bir ihtimal yüzde 100 yok diyebilir miyiz peki?
Hemen hemen, çünkü çok zorlanırsa kendisi istifa eder, çeker gider. Köşesine çekilir. Zaten orada fazla direnç gösteremez.
Öcalan’ın, Leyla Zana’ya karşı da Baydemir’e yaptığı gibi bir çıkışı olmuştu değil mi?
Oldu... Hatırladığım kadarıyla Leyla Zana kendisine 2004’te bir mektup yazmıştı, biz mektubun aslını bilmiyoruz ama Öcalan’ın avukatlarına söylediklerinden anlıyoruz ki, mektupta “Biz dostuz” ifadesini kullanmış. O zaman da çileden çıkmış, köpürmüştü Öcalan, “Sen kim oluyorsun da benim dostum oluyorsun” diye. Çünkü o ifade, eşitler arasında kullanılan bir ifade anlamına geliyordu. Onun için böyle çok sert bir tepki vermişti. Gerçi ilişkileri, yakınlıkları devam etti ama Zana’ya haddini bildirdi, “Ben sizin önderinizim, bir tür tanrınız gibiyim” diye...
Leyla Zana’nın tavrı ne olmuştu?
Cevap verdiğini duymadım, ses çıkmadı.
Ses çıkaramazdı ama zaten değil mi?
Çıkaramazdı tabii. Öcalan arkadaşlarından, çevresinden, hiç kimseden eşit muamele beklemiyor, onu yücelten bir ifade kullanmak zorundasınız. En azından “Önderlik” gibi, “Rehberimiz” gibi... Öcalan’ın 2004 başlarında avukatlarına şöyle sözler ettiğini hatırlarsınız: “Ben kendi kendime yetebiliyorum. Tanrısal yalnızlığı yaşıyorum. Kutsal bir yalnızlık bu. Benim kimseye ihtiyacım yok. Sizinle de saygımdan dolayı görüşüyorum. Benim adıma tanrısallık yolunda olanlar ancak yürürler, kimse kendini kandırmasın. Bütün kutsal kitapları çözdüm.” Ya da şu sözleri mesela; “Benim söylediklerimi uygulayacaksınız. Beni uygulayacaksınız. Benden büyüğü yok. Yoksa sizden kuşku duyarım. Halk bana bağlı değil mi?”
Diyarbakır’da AKP’ye yakın STK’lar hangileri?
Peki sizce niye bu çıkışı yaptı Osman Baydemir?
Osman Baydemir yeni bir çıkış yapmadı, aslında daha önce de benzer şeyleri defalarca söyledi.
Evet, geçen yıl bir mitingde, “Bir Kürt evladı olarak derim ki askere sıkılan kurşun bana da sıkılsın” demişti...
Doğru! Yani PKK’yı yönetenler de o parti içerisindeki pek çok insan da bu silahlı mücadele sayfasının kapatılması gerektiğini her zaman söylemişlerdir. Ayrıca şunu söyleyeyim, ben içindeydim, 2004’te “Türkiye’de Kürtler ne istiyor?” diye bir bildirimiz vardı. O bildirideki siyasi mücadele dosyasında, bu silahlı mücadele sayfasının kapatılmasını istemiştik. KONGRA-GEL Başkanı Zübeyir Baydar da imza verecekti bildiriye, Başkan Yardımcılarından Remzi Kartal da... Zaten organizasyonda varlardı onlar. Ama Türkiye’de aranıyorlardı ve bu durum bildirinin meşruiyetini tartışmaya sokabilir diye imzaları kullanılmadı. Ama onlara yakın düşünceye mensup pek çok insan, ki o zamanlar DTP’nin kuruluş çalışmaları sürüyordu, DTP’ye dönüşen partinin kurucuları ve PKK’ya yakınlığı ile bilinen pek çok şahsiyet de o bildirinin altına imza atmıştı. Bu silahlı mücadele sayfasının kapatılması konusuna o zaman Öcalan bir tepki göstermedi. Daha sonra defalarca benzeri girişimler oldu. Ama bu kez bana öyle geliyor ki Öcalan, Osman Baydemir’in o sözünden çok, başka bir şeye köpürüyor. Yani onun amacı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek. Öcalan Baydemir’e bir balans ayarı verdi, “Her önüne gelen o konuda laf etmesin” dedi. “Tek iktidar benim, tek güç benim” dedi.
'Öcalan da Baydemir gibi düşünüyor'
O zaman kendisi de silahların miadını doldurduğunu düşünüyor olabilir mi?
Evet... Ama “Bu gibi konularda PKK silah bırakacaksa ona ben karar vereceğim, Amerika bile karar veremez. Kandil de karar veremez” diyor. Nitekim ertesi günkü açıklamasında da Kandil diyor ki, “Bu konularda önderliğimiz etkilidir, kararı verecek olan odur.” Öcalan’a gönderme yapıyor. Ama o da daha sonra açıklanan son avukat görüşmesinde daha da sertleşti ve kendisine bir PKK lideri, bir misyon yüklemenin ötesinde bu kez, “1 Mart’a kadar görüşmelerden anlamlı bir barış çıkmazsa ben bu aracılıktan çekilirim, çekilmekten ziyade ‘Yapamadım, başarısız oldum, devlet de, hükümet de çözüme gelmedi, artık daha fazla aracı olamam’ diyeceğim. Karışmayacağım onlara. Verdiğim tarih 1 Mart. Sıfıra doğru geri sayım başladı” dedi. Yani “Ben bu işte yokum” diyor, “Ben taraf değilim” diyor, “Ben arabulucuyum” diyor.
İyi de kim ile kimin arasını buluyor?
PKK ile devletin arasını buluyor; görünüş o, başka bir izahı yok. O zaman neyin önderisiniz? Neyi temsil ediyorsunuz? Yani böyle anlamsız bir sonuç da çıkabilir tabii bu ifade ile. “Arabulucuyum” diyor, “Ben orada aradan çekilirim. PKK ile devlet ne halleri varsa görsünler kendi aralarında” gibi bir ifade o... Öcalan her zaman birilerine hakaretler eder, birilerine eleştiri adı altında yüklenir, biraz sicilini kırar, sarar; çünkü toplumda, bu camiada öne çıkan, karizmatik şahsiyetler olsun istemiyor. Yani “Bir tek adres vardır, o da benim. Siz ancak beni adres gösterirseniz ben sizi orada kalmakta garantilerim” diyor.
Peki sizce silahlı mücadele miadını doldurdu mu?
Miadını doldurmaktan öte artık anlamını kaybetti, başarı şansı yok. Bir dönemde miadı var mıydı? Ben hiçbir zaman miadının olduğu bir dönemi de kabul etmiyorum. Bence silahlı mücadelenin zaten bir miadı yoktu. Dolayısıyla da onu doldurmadı. O, olmaması gereken bir şeydi. Üstelik biliyoruz ki silahlı mücadeleden sonra geriye sağlıklı bir toplum da kalmıyor ve son 20-30 yıldır da silahla elde edilmiş bir özgürlük görmüyoruz.
'İlk sırada Galip Ensarioğlu var'
Nitekim Mehdi Zana silahlı mücadeleyle kazanmamıştı Diyarbakır Büyükşehir Başkanlığı’nı?
Evet. 1980 öncesinde böyle birçok Kürt örgütü ve Kürt siyasetçisi vardı. Çoğunluk gençlerden oluşuyordu, kafalarında bir gün silahlı mücadele gibi bir düşünce, bir hedef olabilirdi, vardı bazılarında; ama o güne kadar Kürtler değişik siyasi gruplar içerisinde bir siyasi mücadele içerisindeydiler. Ağrı Dağı Belediye Başkanlığını Özgürlük Yolu’ndan bir arkadaşımız Orhan Alparslan kazanmıştı, Diyarbakır’da Mehdi Zana kazanmıştı, Batman’da bir başka arkadaş kazanmıştı. Yani bunlar artabilirdi de çeşitli yerlerde... Urfa’da Feridun Yazar kazanmıştı CHP’den, ama Yazar sadece CHP’li değildi, Kürt kimliğinden gelen, o kimlikle bilinen bir insandı aynı zamanda. Keza bunları artırabiliriz.
Öcalan, Baydemir için, “İstifa eder, gider Diyarbakır’da o AKP’ye yakın Sivil Toplum Kurumları’nda çalışır” diyor. O STK’lar hangileri? Öcalan kimleri kastediyor?
Aslında STK’lar değil... O güne kadar sessiz kalan bazı insanların ve örgütlerin ilk kez ses çıkarması ve itiraz etmeleriydi onun tepkisini çeken. Diyarbakır Ticaret Odası Başkanı Galip Ensarioğlu 2007 seçimlerinde DYP Diyarbakır İl Başkanı’ydı. Öncelikle onu kastediyor. Çünkü onlar referandum öncesi, PKK’nın ve Öcalan’ın alışık olmadığı bir davranış gösterdiler, “Silahlar sussun” dediler. Oysa uzun yıllardır suskun bir toplum vardı bölgede. Yani PKK’ya karşı itirazlar olsa bile, bunu seçim sandığına yansıtsalar bile, yüksek sesle çok fazla ifade edemiyorlardı. Bu yüzden bir insan gidip AK Partili olabilirdi, CHP’li olabilirdi ama bir Kürt olarak siyaset sahnesine PKK’ya rağmen adım atması, PKK’da bir endişe yarattı. Onun için de referandum öncesinde birtakım polemikler oldu. İşte Öcalan onlara dönük, “Kimdir bunlar? AK Parti bunlara iş mi veriyor, bunların birtakım ticari çıkarları mı var?” gibi birtakım laflar etti. Keza Selahattin Demirtaş, Galip Ensarioğlu’na “Sen Diyarbakır’ı temsil etmiyorsun” dedi. Bunun üzerine, “Sen Diyarbakırlı değilsin, ben Diyarbakırlıyım” diye polemik yaşandı.
Öcalan’ın AKP’ye yakın STK’lardan kastı, bir Diyarbakır Ticaret Odası...Ya başka?
GÜNSİAD, bazı sendikalar, dernekler, daha önce PKK’ya zıt bir politika izlemekten uzak durmuş birçok kuruluş ve şahsiyet... Bu örgütler, en azından referandum sürecinde BDP’nin boykot çağrısına karşı çıktılar.
BDP’LİLER, ÖCALAN’I BİLEREK SİYASETE ATILIYORLAR!
BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak, “Öcalan da herkes gibi bir insan” ifadesini kullandı. Ne dersiniz, ona da tepki verir mi Öcalan?
O ifadenin Öcalan tarafından hoş karşılandığını tahmin etmiyorum. Çünkü dediğim gibi bu sözler kendisine sıradan bir insan muamelesi yaklaşımı anlamına gelebiliyor. Kendisi bundan hiç haz etmez. Avukatlarına mutlaka bu konuyla ilgili olarak da bir şey demiştir ama bize yansıyan görüşme notlarında bunlar gözükmeyebilir.
BDP’lilerin bu anlamda siyaset yapabilmeleri çok zor...
Tabii, ama bu iş böyle. Onlar da bu koşulların ürettiği, yani bu koşulların sağladığı imkanlarla siyaset yapar konumdalar.
Bilerek giriyorlar siyasete yani öyle mi?
Evet. Yani ben niye gitmiyorum, öbürü niye gidiyor? Benim tercihim bu, onunki de o. Hani, “Bize bu yapılır mı?” deme hakkına sahip değiller, “Gitmeseydin o zaman” derler.
İki ucu keskin bıçak gibi...
Tabii... Yani bir milletvekiline hakaret edebiliyor Öcalan. Sırrı Sakık’a, Ahmet Türk’e, Aysel Tuğluk’a etti, hatta Emine Ayna’ya da etti. Bütün mesele şu; onlara herhangi bir şekilde kendisinin kapsama alanı dışında bir operasyon ile uzaklaştırılabilecek bir noktada olduklarını bildirmiş oluyor, “Haddinizi bilin. Ben istersem size ağzıma gelen her şeyi sayabilirim” diyor.
Ve yaptırım da uygularım diyor?
Evet. Bir dahaki seçimde herhalde hepsi de muhtemelen yeniden aday olmak istiyordur ama bunun adresinin, yolunun, onayının nereden geçtiğini de biliyorlar.
Peki bütün bunlar niye böyle oldu, buraya nasıl gelindi?
Öcalan’daki bu güç, bu otorite nereden kaynaklanıyor? Öcalan’ın bir dediği neden iki olmuyor, neden kimse ona itiraz etmiyor, neden örgüt içerisinde herkes ona itaat etmek zorunda? Ve nasıl buna rağmen örgüt büyüyor, örgütün gücü artıyor, itibarı artıyor? Kürt gençler nasıl gözü kapalı Öcalan’ın arkasından gidiyor?
Üstelik de gördük ki Öcalan için ölmeye hazır olanlar, intihar edenler de var aralarında... Bunu galiba Öcalan ve PKK kadrosunun dahiyane düşünceleriyle, onların birer dahi olmasıyla izah etmek mümkün değil. Ben bu konuda PKK’nın ve başta Öcalan’ın bu kadar etkin ve bu kadar büyük bir kitleyi kontrol edecek noktaya gelmesinde onların dahi olmasından çok, devleti yönetenlerin dar kafalılığından, dar görüşlülüğünden, vizyonsuzluğundan, problemleri görmezden gelip, yok etmek, alışkanlıkları gereği öldürmek, bastırmak, talimle, genelgeyle, polisle, askerle çözebileceklerini düşünmelerinden kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü o düşündükleri metot PKK’yı küçültmek yerine büyüttü. Ama normal, ruh sağlığı yerinde ve birazcık ileri görüşlü ve şartlanmışlıklardan, kendisine sunulmuş o ideolojik sınırlardan koparak düşünen bir insan gelecekte bunun böyle olmasının muhtemel olduğunu söyleyebilirdi. Bizler dahi değiliz, kahin değiliz, ama bizim söylediklerimizin birçoğu çıkıyor, niye çıkıyor? Sağduyu ile düşündüğümüz, ifade ettiğimiz için çıkıyor... Ama hâlâ daha, devlette, askerde ya da kimse bunların akıl hocalıklarını yapan iç-dış çevrelerde birtakım insanlar, alışılmış ve hiçbir sonuç vermeyen metotların hüküm sürmesinde, tekrar tekrar sahneye konulmasında ısrarlılar. Böyle yaptıkça da o taraf kazanıyor.