Hazal Özvarış
Oramiral Nusret Güner, Balyoz davası kararları açıklandıktan bir hafta sonra, 28 Eylül 2012’de “Türk milletinin bizlere duyduğu güveni kaybettiğimizi değerlendirdiğimden…” ifadesinin yer aldığı dilekçeyle Donanma Komutanlığı'ndan istifa etmek istedi.
Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasına kesin gözüyle bakılan, deniz kuvvetlerindeki iki oramiralden biri olan Güner, kabul edilmeyen ilk dilekçesinin ardından, Ocak, 2013’te ikinci bir dilekçe vererek görevden ayrıldı.
İzleyen süreçte, “Sakal bıraktım, niçin bıraktım? Türk Deniz Kuvvetleri'ni bu duruma düşürenleri ve buna sessiz kalan yetkilileri ve ilgilileri protesto için. Bu ilgililerin içinde basın da var. Siz neden yazmıyorsunuz, niçin sormuyorsunuz istifamın nedenlerini” diyerek medyaya sitemine de tanık olunca (Hürriyet, Ali Dağlar, 5 Eylül 2013) Güner'in kapısını çalmaya karar verdik.
İstifa sürecinde Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’den Başbakan Tayyip Erdoğan’a pek çok isimle görüşme imkânı bulduğunu söyleyen Nusret Güner’le Büyükçekmece’deki evinde görüştük.
TSK’nın milletin güvenini nasıl kaybettiğini ve Balyoz davasındaki komutanlar katındaki kimi detaylara dair yorumlarını da sorduğumuz Güner, şu kaydı düşüyor:
“Şüpheniz varsa yukarıdan hesap sorun, genelkurmay başkanlarından, kuvvet komutanlarından hesap sorun; aşağıdaki günahsızların ne suçu var?”
Güner, her ne kadar “Asker asla kötü bir şey yapmaz. Bizim disiplinimiz bunu gerektirir” inancını dile getirse de darbeleri “askerin yanlışı” olarak görüyor ve siyasete karışan askeri şiddetle kınıyor.
Davaların ve darbelerin yanı sıra azınlıklara karşı askerin tutumunu, Deniz Kuvvetleri’nin TSK içindeki yerini ve bir donanma komutanının günlük mesaisini de konuştuğumuz Nusret Güner’in T24’ün sorularına verdiği yanıtlar, kendisinin son şeklini verdiği aşağıdaki metin eşliğinde şöyle:
Deniz Kuvvetleri mensupları nasıl yetiştiriliyor?
- Askeri kültür içinde denizcilerin neden özel bir yeri var?
Bir kere şunu söyleyeyim; Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan insanlarımız aslında birbirlerinden çok büyük farklılıklar taşımıyor. Doktorlar, öğretmenler, polisler, kara kuvvetleri, hava kuvvetleri vb. üç aşağı beş yukarı bizim toplumumuzun meydana getirdiği birbirine benzer değerlerdir. Ama bizim asker ve denizci olarak şöyle bir avantajımız var; çalışmamızı disipline ediyoruz, personelimizin eğitimine çok önem veriyoruz.
- Karacıların denizcilere kıyasla disiplinsiz olduğunu mu söylüyorsunuz?
Hayır. Ben genel olarak konuşuyorum. Ben şu iddiadayım, Deniz Kuvvetleri şu anda çok üstün bir seviyeye gelmiştir. Bu noktaya bizden evvelki neslin sayesinde gelmiştir. Biz de bunun üzerine elimizden geldiği kadar bir şeyler katmaya çalıştık.
Bakın biz personelimizi nasıl yetiştiriyoruz biliyor musunuz? Biz liseye, harp okuluna imtihanla personel alıyoruz. Ben 1966’da Deniz Lisesi’ne girdim, yaklaşık 5 bin kişi müracaat etti, 120 kişi alındı. Hem lise müfredatı, hem de yazları denizcilik dersleri veriyoruz, peşinden de harp okulu. Çok sıkı bir eğitimden geçirdikten sonra bunları donanmaya çıkartıyoruz, eksiklikleri ve ihtiyaçları yerinde görüyorlar. Donanmaya çıkarttıktan iki-üç sene sonra okulda ve meslekte başarılı olanları seçiyoruz, 5-10 kişiyi yurtdışında eğitimlere gönderiyoruz. Ondan sonra bunlar döndüklerinde, atamalarını okullarımıza ve tersanelerimize yapıyoruz. Bize son teknolojiyi getiriyorlar. 60 yıldır biz böyle yetişiyoruz.
‘Koç, gemilerimizden emekli olacak subay bekliyordu’
- Siz yurt dışına gönderilen parlak öğrencilerdendiniz, değil mi?
1976 yılında Türk Deniz Kuvvetleri bana dedi ki; “Ey Nusret Güner, gideceksin lazer ve elektrooptik konusunda master yapacaksın.” Ve ben gidip yaptım, geldim. Bakın 1975'li yıllarda Koç firması bizim gemilerimizden emekli olacak veya istifa edecek subay, astsubay bekliyordu, firmalarına gitsin de bilgisayar çalışsın diye. Düşünebiliyor musun?
Sayın Başbakan’ımız otomobil yapmak için büyük bir gayret içerisinde, ama biz ‘70’li yıllardan itibaren savaş gemisi yapıyoruz. Nihayet 2011'de yerlilik oranı yüzde 70'lere yakın olan korveti inşa ettik ve başarı ile kullanmaya başladık. Böyle bir başarıyı gösterebilecek ülke sayısı herhalde 10-15'i geçmez. Benim bunu yapan adamlarımın hepsi hapiste biliyor musunuz? Casus diye. Ve benim araştırma merkezimin komutanı ki bu merkez, bana göre, Türkiye'nin en başarılı araştırma merkezidir, bunun komutanı casusluktan yargılanıyor. Bunlar nasıl kabul edilebilir?
- Davalara geçmeden önce, bir oramiral olarak Nusret Güner’i canlandırabilmek için donanma komutanı olarak geçirdiğiniz 24 saati anlatır mısınız?
Sabah kalkışım 7, karargâha gidişim 8’e beş kala. Kurmay başkanıyken 06.30’da karargâha giderdim. Donanma komutanıyken 8’de karargâha gitmemin nedeni şu; benden evvel karargâhın hazırlık yapması lazım, beni görünce endişe ederler yoksa. 8’e 5 kala gittiğimde bütün brifingleri alırım.
‘Askerlerin içerisinde demokrasi daha fazla’
-Size kimler brifing veriyordu?
İlk kurmay başkanı bana brifing verirdi. Masa başında anlatır, ne olduğunu ne bittiğini özetle. Basında bizimle ilgili bir şey varsa onları gösterir. Saat 08.45’te girdiğim brifingde bu sefer bütün karargâh vardır. Dünyanın dört bir tarafında gemilerimiz var, bana hepsini anlatırlar. “Şu gemi şunu yapıyor, şu problemi var, şunu yapmamız lazım,” her şeyi anlatırlar. Brifing saat 10-11’e doğru biter. Ondan sonra yukarı odama çıkarım. O sırada da bana yazıları, mesajları arz ederler verdiğim direktifler çerçevesinde. Karargâhın komutanı kurmay başkanıdır. Ben hem o karargâhın, hem de çeşitli yerlerdeki birliklerimin komutanıyım. Benim mesela Foça’da, Marmaris’te, Cengiz Topel’de, Erdek’te de birliklerim var, Gölcük dışında. Ve bu brifinglerimi haftanın bir günü daha geniş kapsamlı yaparım. Buna ast birliklerim de katılır, bulundukları yerden video-telekonferans yoluyla. Acil olan işler için ise, durumu her an rapor ederler. Görev 24 saattir, telefonum 24 saat aktiftir. Her seviyedeki komutan için durum aynıdır.
Ayrıca, biz her gün hava raporunu izleriz. Biz bir kere denizci olarak, önce tabiatla mücadele etmesini öğreniriz. Mesela bakarız bazı yerlerde hava çok kötü, gemilerimiz fazla hasar görmesin diye evvelden ikaz ederiz. Öğlen, ben genelde odamda salata yerim ve spor yaparım. Öğleden sonra da çeşitli konulardaki çalışmalar bana anlatılır. Buna karargâh etüdü diyebiliriz. Ben şimdi düşünüyorum da, askerlerin içerisinde demokrasi daha fazla.
- Neden?
Ben sivile geçtikten sonra, parti içi demokrasiyle asker içi demokrasiyi mukayese ediyorum. Biz bir kere, yüzbaşı, binbaşı ne olursa olsun, bir olayda birinci amirimize her şeyi anlatırız, hiçbir şeyi gizlemeyiz. İhtiyaç duyulan her bir konuda inceleme yaparız, bu andıçtır. Hani “Asker andıç yazdı” dedikleri andıcı aslında biz her konuda yazarız. Sorunun öncesi nedir, neler tesir etmiştir inceleriz, sonuçlara ulaşırız ve komutana deriz ki; “Komutanım bunun için şu alternatifler var. Bunu uygularsanız; bunun artısı-eksisi, faydası-mahzuru şu. 3 numaralı hareket tarzımız en uygunudur.” Komutan bunları dinler, önerimizi kale alır veya bir tanesini seçer. Seçtikten sonra biz tamamen komutanın emrini yaparız.
‘Emre itaat demokrasinin tabiatına aykırı değil’
- Emre itaat mekanizması demokrasinin tabiatına aykırı değil mi?
Aykırı değil. Anlatıyoruz, önerilerde bulunuyoruz. Hiç siyasi partilerde bir olay hakkında seçenekleri sunduğunuzu düşünebiliyor musunuz milletvekillerimizin?
- Parti meclisleri, komisyonlar, danışmanlar var.
Hiç zannetmiyorum, eğer şeffaflık varsa. '“Efendim, Suriye’deki bir olay var, şunu yapalım, bunun mahzuru şu” denir mi? Zannetmiyorum bizim kadar olsun. Ben Genelkurmay’da çalışırken, Dışişleri’yle çok yakın çalışırdık, özellikle NATO konularında. Önerilerimizi Dışişleri Bakanlığı’na da sunardık, onlar da Başbakanlığa sunardı. Verilen karar neyse onu da kesin uygulardık. Bana göre Genelkurmay ve Dışişleri, Türkiye'nin en mükemmel birimleridir.
- Akşam mesainiz kaçta bitiyordu?
Bizim mesaimiz 08.30’da başlar, akşam 18.00’de biter. Komutan değilken, mesaim 07.00-07.30’da başlar, 22.00-23.00 gibi biterdi.
- Sonrasında ne yapıyordunuz?
Çalışmama gene devam ederim. Evde okurum. Ev dediğin de karargâhın içerisinde. Bu arada donanma komutanının bir de denizdeki hali var. Tabii donanma komutanı her eğitime çıkmaz. Başlangıçta, Ağustos ayı atama döneminde öncelikle komutanlar, kendi gemilerini abramaya çalışır. Peşinden, komodor dediğimiz, üç-beş geminin komutanı olanlar grubunu abramaya
- Tüm bu hikâyede sivillerle herhangi bir temasınız yok.
Sivillerle temasımız var. Mesela Gölcük bölgesindeysek orada kaymakamımız vardır, belediye başkanımız vardır. Ve ilişkimiz çok iyidir.
‘Donanma komutanın aldığı maaş 7 bin lira civarında’
- Sizin Donanma Komutanı olarak aldığınız maaş ne kadardı?
Bütün müsteşarlar 6,5-7 bin civarı alıyordur diye tahmin ediyorum. Bir donanma komutanının aldığı maaşın 7 bin lira civarı olması lazım. Ben 41 yıl hizmet ettim. Bakın Kardak Krizi oldu, övünerek söylüyorum, Deniz Kuvvetleri dedi ki, “Ben 8 saatte hazırım harbe.” Şu anda düğmeye bassanız yine 24 saati geçmez; cephanesiyle, yakıtıyla, personeli ile. Bunu demek kolay değildir.
Denizaltı ne kadar biliyor musun? Yer olmadığı için, 5-6 kişi nöbette, diğer 5-6 kişi aşağıda onların yatağında yatar. Bu denizaltı gemisi gerekirse 50 küsur gün suyun üzerine çıkmaz. Denizaltılarımızın, firkateynlerimizin personeli ailesinden yılda ortalama 180 gün uzak kalır. Ve tapu kadastro memuru gibi maaş alırlar.
Ben niçin istifa ettim biliyor musunuz? Ben öyle bir komutandım ki, teğmenliğimden beri, öl desem, personelim ölürdü. Personelim bana tapıyorsa, liderlik budur. Ben personelimin çektiği eziyeti onunla beraber çekerdim.
‘Bundan sonra siyasetin göbeğindeyiz’
- Tüm bu 24 saatlik mesainizde siyaset konuşmak var mıydı?
Samimiyetle söylüyorum, bizim donanmamıza bugüne kadar hiç siyasete girmedi. En üst kademe kuvvet komutanlarını, genelkurmay başkanını katmıyorum buna. Çünkü o kademeyi bilmiyorum. Ama ast kademelerde girmedi, onu biliyorum. Ama bundan sonra siyasetin göbeğindeyiz. Şimdi yüzbaşım ya da kurmay albayım diyecek ki; “Komutandan bana bir şey gelmez ki, bakana yağ çekeyim.” O kadar tehlikeli ki bu. Ama ben yemin ederim, aramızda görevde iken parti veya başka siyasi bir şeyin hiç konuşulduğunu hatırlamıyorum.
‘Denizci de, havacı da genelkurmay başkanı olmalı’
- Güncele geçmeden soralım; yasalar bir engel oluşturmazken, denizciler neden genelkurmay başkanı olamıyor?
Olmalı tabii. Aynısını ben de soruyorum, neden olamıyor?
- Sadece teamüller mi buna engel?
Evet. Bana göre, havacı da, denizci de genelkurmay başkanı olmalı. Gerisi hükümetin bileceği iş, kararı o verecek. Bazı ülkeler “İki defa karadan, bir denizden, bir havadan yapacağım" da diyebiliyorlar.
‘160 denizci, 60 karacı ceza aldı; 160’a 1500 olmalıydı’
- Verdiğiniz demeçlerde “Asıl hedef TSK değil, Deniz Kuvvetleri’ydi” diyorsunuz. Neden?
Sebeplere çok ayrıntılı girebiliriz. Ben şimdi siyasi yönüne gelmek istemiyorum. Ama benim denizcilerimden kaç, karacılardan kaç kişi ceza aldı. 160'a 60 kişi! Darbe denizde mi olacaktı? Orantıya vurursanız 160'a asgari 750 olmalıydı. Hatta olayların karada cereyan edeceğini düşünürseniz 160'a 1500 kişi olmalıydı. Bunu olayın çarpıklığını ortaya koymak için söylüyorum. Buna kim inanır! Bence hedef ne biliyor musunuz? Türk Deniz Kuvvetleri’nin geldiği nokta.
‘Meclis’in 1 Mart kararı mükemmeldi, ama…’
- Sizce bu, neden birilerini rahatsız etsin?
Nasıl rahatsız etmesin? Eskisi gibi pala-kılıç ile dövüş yok ki! Ülkeler birbirileriyle böyle yeni yöntemlerle harp ediyorlar. Bakın, 1 Mart tezkeresi Meclis'te onaylandı ve hayır çıktı. Mükemmel bir sonuç idi, ülkenin, demokrasinin kararıydı bu. Ama bunun sonunda biz bir ceza çektik. Bir ay boyunca Amerikalılar Türk topraklarını kullanacaklar diye Doğu Akdeniz'de dolaştılar. "Sen böyle mi karar veriyorsun, ben de senin canına okurum" dediler. Başımıza gelenlerin bir kısmı bundandır. Ama bu akıllıca TSK'nın üstüne yıkıldı.
- Darbe teşebbüsüne dair davaların bir sebebi olarak ABD’yi mi gösteriyorsunuz?
ABD demiyorum. Bölgesel ve küresel güçlerin bulunduğumuz kritik coğrafyayı kontrol etmek istemelerinin en önemli faktör olduğunu düşünüyorum. Ama siz bir teğmene ve oramirale aynı cezayı verirseniz, bu aslarına “Üstlerinizi dinlemeyin” demektir, “Siz onlarla aynı cezayı alırsınız” demektir. Bu TSK’ya yapılacak en kötü şeydir.
‘Hesap sorulacaksa komutanlardan sorun, gençlerin günahı ne?’
- Hilmi Özkök gibi kademeli bir cezalandırmadan mı yanasınız?
Hesap sorulacaksa komutanlardan sorun, bu gençlerin günahı ne? Türkiye Cumhuriyeti’nin disiplinini sıfırladılar. Bu parayla ölçülecek bir olay değil. Bunu kolay kolay düzeltemezsiniz. Bakın ben neden saç sakal bırakıyorum? Deniz Kuvvetleri'ni bu hale düşürenleri protesto etmek için. Bunu kimin yaptığını kapalı kapılar ardında tartışırız.
- Neden kapalı kapılar ardında tartışıyoruz?
Hepinizin görmesi lazım gerçeği ama kimse görmüyor. Bir tek Nusret Güner diyor “Kral çıplak” diye. Bakın Türk Deniz Kuvvetleri’ni bu hale düşürenler, biz bir harbe girsek düşmana yardım ederler Türk Silahlı Kuvvetleri’miz rezil olsun diye. Beni bu şekilde düşünmeye itenlerin utanmayacaklarını da çok iyi biliyorum.
- Kimleri kastediyorsunuz?
Valla siz çıkartın işte.
- Hükümet mi dilinizin ucundaki?
Türk Deniz Kuvvetleri’ni bu hale düşürenlerin yanında bu duruma sessiz kalan yetkilileri ve ilgilileri de protesto ediyorum. Yetkililer kim? Benim yetkilim Deniz Kuvvetleri Komutanı, Genelkurmay Başkanı, Başbakan, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu, TBMM. İlgililer kim? Bir tanesi medya, diğeri muhalefet. Bakın bugün Türkiye’ye en büyük kötülüğü yandaş muhalefet yapıyor. Sormuyorsunuz bunu!
‘CHP askerden yana gözükmeyelim diye kendi çıkarları peşinde’
- Sizce CHP neden “yandaş muhalefet?”
Bazı CHP’liler “Aman efendim, asker tarafında gözükmeyelim” diye düşünüyor. Yahu bu devletin bir parçası olan asker de senin evladın değil mi? Ama “Askerden yana gözüktük bugüne kadar, gözükmeyelim" diye kendi çıkarları peşindedirler. Şiddetle kınıyorum bunları. Onları daha suçlu buluyorum. İktidar ve yandaş muhalefet yeni bir muhalefetin ortaya çıkmaması için işbirliği içindeler. Bence yüzde 30-40 oy alır ortaya çıkacak yeni bir muhalefet oluşumu, ama izin verilmiyor. AKP’nin siyaseti iyi veya kötü olabilir, ama muhalefet de aynı politikaya yardımcı oluyor. Ben AKP yanlış yapıyor, o yüzden CHP de yanlış yapıyor demiyorum. Bak benim konuşmamdan bahsediyor mu hiç, bahsetmiyor. Donanma komutanı istifa etti, insan bir sorar. Ama konuşmuyorlar!
- Siz tam olarak neyin konuşulmadığını düşünüyorsunuz?
Bu dediklerimizin! Siz yazacaksınız, ne yandaş medyada, ne yandaş muhalefette yer almayacak.
- Ne sesi çıkmasını istiyorsunuz?
Hiç ses çıkmaması lazım size göre, öyle mi? Soru soracak; ne oluyor, ne bitiyor, niçin bu komutan istifa ediyor, bir olay mı var diye soracak. Soruyor mu sizce?
- Sözcü ve Hürriyet sizin aktardıklarınızı yayımladı.
Hürriyet zorla yazdı bir şey. Çünkü çok ağır konuştum o muhabire, ”Siz yazamazsınız” dedim. Mesela şimdi size soruyorum “Milli Merkez” diye bir şey duydunuz mu? Niye bu medyada yer almıyor? Özgür medya nerede?
‘Siyasete karışan askeri şiddetle kınıyorum, darbeler yanlıştı’
- Özgür medyanın olmamasını eleştirdiğiniz kadar askerlerin siyasete yön vermeyi hedefleyen sözlerini ve bu sözlerin birinci sayfalardan yayımlanmasını da yanlış buluyor musunuz?
Yanlış, yanlış. Kınıyorum tabii. Asker siyaset konuşmaz ki, asker niye siyasete girsin ki? Şiddetle kınıyorum. Bakın, askerlerden de bugüne kadar yanlış yapanlar olmuştur. Başımıza gelen olayları biliyorsunuz, 27 Mayıs, 12 Eylül vb. Ama bu toplumumuzca geçirilmiş bir evre zaten, Tanzimat’tan bugünlere demokratikleşmeye geldik. O yüzden zaten her yaptığımız doğrudur, demiyorum. Siyasete karışan askeri şiddetle kınıyorum. Ama burada üsttekini bulmak yerine aşağıdakini mahvediyorsunuz, ülkenin bel kemiğini kırıyorsunuz. Benim Deniz Kuvvetleri’mdeki adamlarımı neden suçluyorsunuz?
‘Başbakan'a ‘Efendim biz bu kadar hain nasıl olabiliyoruz’ dedim’
- “27 Mayıs, 12 Eylül yanlıştı” notunuz önemli. Ancak önce soralım; davalara dair eleştirilerinizi Başbakan’a Yüksek Askeri Şûra'da ilettiğinizi söylemiştiniz. Ne konuştunuz?
İstifamın geciktirilmesi, kabul edilmemesi bir noktada Sayın Başbakan’la, Milli Savunma Bakanı’mızla YAŞ'ta muhatap olma imkânı yarattı bana. Ayrıca da görüşlerimi bildirdim. Deniz Kuvvetleri’nin bu durumunun kabul edilemez olduğunu anlattım. Ayrı bir mahalde hayatımı anlattım kendisine. Nasıl idealist şekilde yaşadığımı söyledim. Size anlattıklarımı anlattım, “Benim emrimdeki herkesi almışsınız, beni kuklaya çevirmişsiniz. Böyle komutanlık yapmam. Ben öl diyeceğim, ölecek asker.” Bakın, Kardak'ta bizim yüzümüzü güldüren çocukların hepsini içeri attık. Sayın Başbakan'a da söyledim, "Efendim biz bu kadar hain nasıl olabiliyoruz?" Ama bazıları çıkıyor, televizyonda hüngür hüngür ağlıyor.
- YAŞ’ta olmayan görüşmelerinizde Başbakan size ne dedi?
Kendisi sağ olsun, iyi niyetle benim istifa etmemem için konuştu. Çok detaylarını anlatmayayım, ama bir saate yakın konuştuk.
‘Başbakan bana hak verdi, ertesi gün konuşma yaptı’
- Size hak verdi mi?
Sağ olsun, hak verdi tabii. Ertesi gün konuşma yaptı zaten.
- “Generalleri terör örgütü üyeliği ile suçlayanları tarih affetmez” konuşmasını mı kast ediyorsunuz
Sayın Başbakan sağ olsun, “Komutanların hepsi içeride, olur mu” filan dedi. Ama yargıya havale ediyor. Benim dediklerime, Askeri Şûra da dâhil, hiç kimse şu noktada yanlış düşünüyorsun demedi. Herkes yargı diyor. Ben Başbakan’a şunu önerdim: “Yanlış verilen kararlardan dolayı ödenecek tazminatı savcı ve yargıçlar versin.” Bu iki seneye kadar böyleydi, bu hükümet değiştirdi bunu. AİHM’den gelecek cezaları sen ver bakalım, böyle davranabiliyor musun!
Biliyor musunuz? Yaşamımın gerekçesi bitti benim için. Benim yaşıyor olmam hiç önemli değil artık. Beş yaşından beri bu işin içerisindeyim. Ben buna hayatımı verdim, yani mesleğime, ülkeme. Bütün inançlarımı yitirdim biliyor musunuz?
‘Milletimiz bize güvenmiyor’
- İlk istifa dilekçenizde şöyle de bir cümle geçiyor: “Türk Milleti’nin bizlere duyduğu güveni kaybettiğini değerlendirdiğimden…”
O cümle çok özenle kurulmuştur. Her komutanlık görevine başladığım zaman söylediğim ana tema şuydu: “Arkadaşlar, milletimizin bize duyduğu güvene layık olmak için elimizden geleni yapacağız.” Ama bu noktada gördüm ki milletimiz bize güvenmiyor. Yaşamımı bu ulvi mesleğe bağlamış olan ben ne para için çalıştım, ne başka bir şey için çalıştım. Milletimizin güvenini kaybettiğimizi düşündüm ben. Ama diğer komutanlar bunu böyle değerlendirmedi.
- Örnek olarak verdiğiniz 27 Mayıs, 12 Eylül darbeleri dışında TSK’nın hangi hataları sizce milletin kuruma güvenini yitirmesine sebep oldu?
Ben bu cümleyi kullandığım zaman, “Olur mu, güvenmeye devam ediyorlar” dediler. Dedim ki, hayır! Bu milletin adına mahkemeler karar veriyor. Mahkemeler bizi mahkûm etmiş. Orada benim söylemek istediğim şey, “Ey millet, bu mahkemelere sahip çık!” idi. Benim 160 tane pırıl pırıl insanım, çarpı 18 yıl, PKK’nın 10 misli ceza nasıl alır? Böyle bir ceza alacak kadar suç işlemişler, diyorlar. Ben çıldırdım. Ben istifa ettim. Bir oramiral, yüzde 100 deniz kuvvetleri komutanı olacak adam, deli mi de istifa ediyor!
- Siz bu davaları tamamen siyasi hesaplaşma olarak mı görüyorsunuz?
Tabii ki. Siz bunu inanarak mı soruyorsunuz?
- Tamamen siyasi hesaplaşma diyerek Veli Küçük’le örneğin gerçekte suçsuz bir albayı eşleştirmiş de olmuyor musunuz?
Beni hiç ilgilendirmez Veli Küçük, kendisini hiç tanımıyorum.
- Ordunun içinden çıkan biri Veli Küçük.
Çıkabilir. Bir kişi çıktı diye bunu yamayıp herkese mal edemezsiniz. Benim tanıdığım pırıl pırıl insanlar var. Adamın komutanına suikast yapacağını söylüyorlar. Adam komutanıyla 24 saat beraber, niye suikast yapsın ki bu adam? Sabah 6’dan gece 10’a kadar çalışan, hafta sonu nedir bilmeyen, yurt dışına gitmek için gireceği imtihana vakti olmadığından gidemeyen bir adamı hapse atıyorsunuz. Allah çarpar adamı!
‘Kızımın adının geçtiği iddianameyi kabul eden suçsuz mu?’
- Veli Küçük’lerin yargılanmamasını tercih eder miydiniz?
O beni ilgilendirmiyor. Veli Küçük’ü siz bütün silahlı kuvvetlere mal edemezsiniz. Veli Küçük’ten haberim yok, eğer suçu varsa yargılansın. Ama siz hiç Deniz Kuvvetleri’nden yüz tane casus çıkacağına inanıyor musunuz? Bakın, istifamı geri alayım diye çok uğraştılar. Ve sonunda dedim ki, “Bakın, istifamı geciktirdiğiniz her gün bana komplo kuracaklar.” 21 Eylül’de Balyoz kararı açıklandı. Dediler ki, “160 adamın 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı.” Bir hafta sabrettim, demesinler feveran ediyor diye, 28’inde verdim istifamı. Bekledim; o konuştu, bu konuştu. Ya Temmuz-Ağustos’ta ya da Ocak-Şubat aylarında istifa edebiliyorsun, onların dışında kuvvet komutanının isteğine bağlı. Nitekim yaptılar komployu, kızımın odasına kamera konmuş, beni ifadeye çağırdılar. Savcılığa gittim ifade vermek için. Kızımı da çağırdılar. Benim kızım 14 yaşında o zaman, iddianamede yer aldığında 16 yaşında. Ahlaksız adi bir adam, benim odama kamera kurmuş diyelim, peki, bu adam neden koymuş? Bana şantaj yapmak için. “Bak kızının odasına kamera koyduk” diyeceklerdi. Diğer taraftan savcı beyefendi, benim 14 yaşındaki kızımın adını açık açık yazarak mağdur olduğu bahanesi ile iddianameye koymuş ve tüm Türkiye'ye ilan etmiş. Bana şantajı kim yapmış öyleyse söyleyin şimdi? Kamerayı koyan ahlaksız mı? HSYK da savcı hakkında soruşturma açmış. Peki, savcı suçlu da o iddianameyi kabul eden mahkeme üyeleri suçsuz mu?
‘Suç ihtimali varsa, emri verene hesap soracaksınız’
- Nusret Bey, kızınıza yapılanlar kabul edilemez. Ayrıca netleştirelim; sizinle de üzerinde durduğumuz Balyoz, Ergenekon gibi darbe teşebbüsünden açılan davalarda herkesi suçlu veya herkesi masum gören bir noktada değiliz.
Ben ne diyorum, eğer şüpheniz varsa yukarıdan hesap sorun, genelkurmay başkanlarından, kuvvet komutanlarından hesap sorun; aşağıdaki günahsızların ne suçu var? Sen buna bütün kademelerdeki personeli kattığın zaman burada tüm TSK'yi mahvediyorsun. Ben diyelim ki albayım, emir aldım “tankları şuraya intikal ettir” diye, ettirmeyecek miyim ben tankları intikal? Siz olsanız ne yaparsınız? Emri verdim size ben, bu tankları buraya intikal ettireceksiniz diye, ne yaparsınız? Bir kere sana emrin nedenini söylemek zorunda değil komutan. “Ben halka gözdağı vermek için bunu yaptım” demiyor ki komutanın. Ama bir suç ihtimali varsa, emri verene hesap soracaksınız.
- Astlarınızı üst kademeden ayrı tutuyorsunuz. Sizce kaç tip asker var?
Tek tip asker var. Bizim üst kademede olanların bazen yanlış davranışları herkese mal edildiği için böyle oluyor. Aradaki istisnalar kaideyi bozmaz. Onları cezalandıracaksın.
- Sizin üstünüzdeki kademelere geçince değişenler ne oluyor?
Hiç bilmiyorum. Bilmediğim bir şey soruyorsunuz bana. Demek ki bunun için istifa ettim. Beni siyasete bulaştırmaya çalışıyorlar. Şu an hepsi siyasete bulaşmış vaziyette. Ben askerim. Siyaset bilmem, ama iyi harp ederim. Genelkurmay başkanı olsam, Başbakan sorunca, Suriye mesela, “şu, şu” diye açıkça söylerdim. Onlar karar verir, ben yaparım. Ama ben son olaylardan sonra bunlara saygımı yitirdiğim için istifa ettim. “Bu günaha katılamam” dedim. Bakın, benim bir tavsiyem var Deniz Kuvvetleri'ne.
- Nedir?
Tavsiyem şu; personelinizi iyi yetiştirmeyiniz. Bizde liderlik bilgiyle olur. Eğer benim başımdaki adam benden daha az bilgiliyse ona olan saygımı zamanla yitiririm. Benim iyi yetiştirdiğim deniz kuvvetleri personelim bir yerlere gelince saygı duymamaya başlar. Yetiştirdiğim 55 yaşındaki mükemmel bir komutanı 40 yaşındaki adamın emrine vereceğim, dünyadan haberi yok.
‘Çetin Doğan’ı yargılayın, niye ötekileri yargılıyorsunuz?’
- 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan’ın Selimiye Kışlası’ndaki plan seminerinde “Genelkurmay Başkanı’nın hükümete ültimatom vermesi gerektiği ve ‘hükümete bu işin sonu boktur’ demesini beklediğini” söylediği konuşma size ne ifade ediyor?
Bakın, bir tatbikat yapıldığında bir düşman kırmızı tarafı olur, bir dost mavi tarafı olur; birlikleri ikiye ayırırız. Bu düşman taraf, dost tarafı tahrik etmek için her şeyi yapar kâğıt üstünde. Camiyi bombalayan kırmızı taraftır yani…
- Bu örnekte olduğu gibi, somutlaştırılıp hükümet ismi de verilir mi bu tatbikatlarda?
Verilmez. Benim tecrübeme güveniyorsanız, camileri bombalamak, denizaltına çocukları doldurup infilak ettirmek gibi akıl almaz olayları askerin yaptığını düşünmek bile Türkiye’nin bitmiş olduğunu gösterir. Bu kadarını söyleyeyim size.
- Çetin Doğan’ın kabul ettiği bir ses kaydı alıntıladığımız.
Onu da ona soracaksınız o zaman. Birileri bunu dedi diye bütün Türk Silahlı Kuvvetleri’ni perişan mı etmek lazım? Bakın tekrar söylüyorum, üst kademeleri alın, bu dedikleriniz doğru mu, değil mi yargılansınlar, beraat etsinler veya suçlansınlar. Çetin Doğan’ı yargılayın, niye ötekileri yargılıyorsunuz? Çetin Doğan’ın suçlu mu, suçsuz mu olduğunu söyletmeye çalışıyorsunuz bana, bu beni hiç ilgilendirmiyor. Suçlu varsa cezalandırılsın. Ama ben donanma komutanıydım, donanmada bir şey olduysa beni yargılayın.
‘Hilmi Özkök suçkukarı yargılamadıysa hesabını sormak gerekir’
- Çetin Doğan’ın kayda geçen sözleri dışında, Hilmi Özkök de yaptığı açıklamada komutanların kendisinden muhtıra vermesini istediklerini söyledi. Dolayısıyla, Balyoz davasında üst kademelerin yargılanmalarını uygun buluyor musunuz?
Bakın ben sadece muhtıra demiyorum, ben bir komutansam ve biri gelip yasal olmayan bir şey yapalım diyorsa benden muhakkak ceza görür, affetmem.
- Bu durumda ceza vermediğine göre Hilmi Özkök size göre suç ortağı mı?
Bilmiyorum ne olduğunu. Bakın ben o kadar ileri götürürdüm ki işi, benim yanımda suç işleyen insana ceza veririm. Benim emrimde suç isleyen mutlaka cezasını çeker, ama cezasını çektikten sonra yine de ona sahip çıkarım, benim evladımdır o.
- Erdelhun sendromu sizce geçerli olmuş olamaz mı?
Saçmalık. Suç cezasız kalmaz. Bana göre bu böyle.
- Cümlenizi somutlaştırabilir misiniz: Sizce Hilmi Özkök, Çetin Doğan, İbrahim Fırtına, Özden Örnek gibi isimlerin yanı sıra Balyoz davasında yargılanmalı mıydı?
Orgeneral Hilmi Özkök hariç diğerleri zaten yargılanıyor. Suçlu iseler ceza verirsiniz, suçsuz iseler aklanırlar. Ancak, Sayın Özkök, zamanında, suç işleyenleri yargılamamış ise, bunun hesabını da kendisine sormak gerekir.
- “Şerefsiz bir komutan olmak istemedim” dediniz. Size göre, kalan komutanlar bu duruma mı düşmüş oluyor?
Ne diyorsam o. Başka bir şey söylemeyeceğim.
- Darbe davalarıyla başlayan süreç TSK içerisinde demokrasi-asker ilişkisine dair bir muhasebeye de sebep oldu mu?
Türk Silahlı Kuvvetleri her zaman demokrasiden yanadır.
‘TSK 12 Eylül’ü hazırlayan askerdi iddiasını zımnen kabul ediyor’
- Dört darbe yaptı TSK.
Bugün diyorlar ki, “12 Eylül’ü hazırlayan askerlerdir.” Ve burada Genelkurmay doğru dürüst sesini çıkarmıyor. Bana göre ses çıkarmamasının iki sonucu var: İddiaların doğru olduğunu zımnen kabul etmek ve TSK’nın itibar kaybetmesine ses çıkarmamak. Ben buna kesinlikle inanmıyorum. Kimse “Bu küresel ve bölgesel güçlerin istihbarat örgütlerinden kaynaklanmıştır” diyemiyor. İşlerine gelmiyor çünkü. O dönem kargaşa felaketti. Ama askeri müdahale olmalı mıydı? Bana göre olmamalıydı. Neden? Biz o olayları daha da kanlı geçirip, belki de bir iç harbe biraz daha yaklaşabilirdik, ancak, bizim milletimiz bu durumdan yine de kurtulurdu. Bu dış mihrakların, ABD demiyorum, bütün küresel ve bölgesel güçlerin Türkiye'de yarattığı bir durumdur.
- Ancak 12 Eylül'de darbenin başını çeken Kenan Evren, sonrasında cumhurbaşkanı oldu.
Bence çok kötü, onu neden yaptı? 12 Eylül’ün sonucunda askerlerin tek kazanımı Kenan Evren'in Cumhurbaşkanı olmasıdır. Keşke olmasaydı.
- Askerler içerisinde iktidar arzusunun bu geçişle ilgisi var mı sizce?
Valla iktidar arzusu kesinlikle yoktur. Benzer olayların yaşandığı ülkelere bakarsanız, TSK’da iktidara yerleşmek yoktur. Bence darbe yaparak yanlış yapmışlardır, ama yaptıktan sonra devretmeye uğraşmışlardır. Belki bunu iyi niyetle, devleti milleti kurtaralım diye yapmış olabilirler, yanlış.
- “Darbeden sonra iktidarı devretmeye çalışmışlardır” diyorsunuz. Darbeleri yapan askerler 1960’ta da, ‘70’te de, ‘80’de de uygun gördüğü anayasayı yaptıktan veya mevcudu budadıktan sonra iktidarı sivillere bırakmadı mı?
E ne yapsın? Peki ya siyasiler? “Anayasa kötü” diyorlar, değiştirmiyorlar, uyanıklar! Kötüyse bu anayasayı değiştirin. Şimdi anayasa çalışması var. Yeni anayasadaki esas amaç nedir? İlk dört maddeyi değiştirmek. Bunu herkes gizliyor. İktidar da muhalefet de. “Kral çıplak” diyorum ben. Öteki maddelerin çoğunu değiştirdiler zaten. En başta barajı değiştirin. Niye değiştirmiyorsunuz?
- 12 Eylül darbesi için vurguladığınız “iyi niyet” inancınızdan yarın biri çıkar, askeri müdahaleyi “Türk milletinin istikbali için uygun görür ve darbe yapabilir” sonucu da çıkmıyor mu?
Hayır.
- Yapmaz mı?
Yapmamalı, yapamaz. Bizim toplumumuz artık bir noktaya geldi. Bu Tanzimat’tan itibaren günümüze kadar demokrasinin bir gelişimidir.
‘Darbe yapana karşı dururum, ‘aptal, otur oturduğun yerde’ derim’
- Siz 27 Nisan e-muhtıra örneğinde olduğu gibi askere karşı duran siyasileri destekleyen bir asker misiniz?
Valla ben doğruların peşinde olan bir askerim. E-muhtıraya dik durmaları filan beni hiç ilgilendirmiyor. Ben doğruların peşindeyim.
- Buradaki doğru ne sizce?
Ben olaylara baktığım zaman, x kurul, z partisi hiç umurumda değil. Ne olması gerekiyorsa o olmuştur.
- Siyasete ayar veren askeri tutuma karşı mısınız?
Olmamalı. Asker niye siyasete ayar versin? Ama mutlaka fikrini söyleyebilmeli, bu ayrı bir konu.
- Bir varsayım: AKP'ye karşı yeni bir darbe teşebbüsü gerçekleşti, siz buna karşı duranlar arasında yer alır mısınız?
Bir yerde durmak gerekiyorsa darbe yapanın karşısında dururum. "Aptal" derim, "Otur oturduğun yerde. Varsa bir problem demokrasi içerisinde hallolsun." Tabii bunun içerisinde acı çekmek de var. Halk acı da çekebilir. Ama yetkili organlar neyse ona saygı duyacaksın. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül veya Başbakan Tayyip Erdoğan, onları sevebilir ya da sevmeyebilirsiniz, ama makama saygınız olmalı. Genelkurmay Başkanlığı’na da öyle. Biz öyle devlet adamıyız. "Efendim ama bunu astılar..." diyorlar. Asmak güzel bir şey değil, ama bunlar tarihte kalmış şeyler. Evvelki olaylar kaşınır mı? Ne zamandan itibaren başlayalım tarihimizi tenkit etmeye, hangi padişahtan başlayalım. Tarihine iyiliği ile kötülüğü ile sahip çıkmazsanız, ileride sizin yaptıklarınıza da kimse sahip çıkmaz.
- Örneğin, 12 Eylül darbesinden sonra 17 yaşındaki bir çocuğun, Erdal Eren'in yaşını büyütüp asılmasına neden olanlar sizce cezalandırılmamalı mı? Geçmişte oldu deyip unutulmalı bunlar?
Yapılan hiç uygun değil, cezası varsa kanunda tabii ki cezalandırılmalı.
- Hem “geçmiş kaşınmamalı” deyip, hem de 12 Eylül gibi darbeleri yargılayan davaları destekliyor musunuz?
Suç varsa mutlaka yargılanmalı, cezalandırılmalı. Ama "Askerler 12 Eylül'ü hazırlamış" saçmalığını kabul etmiyorum. Eğer Türkiye Cumhuriyeti 12 Eylül koşullarını hazırlayanların, o ölümleri yapanların askerler olduğuna inanıyorsa, askerlerin camiyi bombalayacağına inanıyorsa Türk milleti kilidi kapatsın, ülkesini başkalarına teslim etsin.
- 12 Eylül 1980 darbesiyle devrilen Başbakan Süleyman Demirel'in önemli bir sorusu var. Hükümetin, sıkıyönetim uygulamasıyla askerlere hangi yetkileri istediyse verdiğini vurguladıktan sonra diyor ki Demirel “11 Eylül'de akan kan 12 Eylül'de nasıl durdu?” Önemli bir soru bu. Dönemin Başbakan'ı, “ben sana yetki verdim, ama çatışmaları önlemedin, darbe yapıp iktidarı sen alınca önledin” mesajı verirken, “darbe ortamını askerler de hazırladı” demiş oluyor. 11 Eylül'de akan kan 12 Eylül'de nasıl durdu, sizin cevabınız ne?
Son zamanlarda, bazı çevreler Ergenekon davalarına eski Cumhurbaşkanı Demirel’i de bulaştırmak istiyorlar. Ancak, benim görüşüme göre, Sayın Demirel, Cumhurbaşkanlığı’nda büyük bir devlet adamlığı sergilemiştir. Ancak, belirttiğim çevre, işine geldiği konularda Sayın Demirel'in sözlerinden istifade etmeye çalışmaktadır. Esasen Sayın Demirel'in ne demek istediğini kendisine sormalısınız. Ancak, benim düşüncem, 12 Eylül’ü yapanların sadece askeri tedbirleri değil, siyasi, ekonomik, hukuki tedbirleri de almış olduklarıdır.
- Darbelere dair düştüğünüz “yanlıştı” notunuzu hatırlatarak yanı sıra ekleyelim, Doğan Öz cinayetinin eşelenebildiği yere kadar çıkan yerde beliren kontrgerilla, Hrant Dink cinayetinin avukatı Fethiye Çetin'in yazdığı kitapta çıkan Özel Kuvvetler Komutanlığı ilişkileri, MİT'in TSK’ya dair TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu'na verdiği belgeler de mevcut… Siz bunları yok mu sayıyorsunuz?
Bakın, Amerika El-Kaide liderini nasıl öldürdü? Bir ekip öldürdü. Türkiye'de böyle bir emir verebilir misiniz? Bundan sonra, artık kimse elini taşın altına koymaz, ilerde bana da hesap sorarlar der. Devletin elinde güçleri olmayacak mı? Elbette olacak, Özel Harp Dairesi tabii olacak, Özel Harekât polisi olacak. Önemli olan bu güçleri kontrol edebilmek. Eğer, görevinin dışına çıkıyorsa o zaman bunları şiddetle cezalandırmak gerekir.
‘İşkence askerden çok poliste de yok muydu!’
- Görevini kötüye kullanma durumunu sorguluyoruz.
Yargılayacaksınız! Ama kötü muamele, işkenceler vb. askerden çok poliste de yok muydu, polis neden gündeme getirilmiyor. 12 Eylül'de en büyük işkenceyi kim yaptı? Asker anlamaz ki, o daha yeni gelmiş! Niye polise laf söylemiyorlar? Çok mu iyiydi polis o zaman? Ama amaç farklı, TSK'yı yıpratmak.
Dört sene evvel, bu olaylar yeni başladığı zaman durumu nasıl değerlendirdiğimi biliyor musunuz? "Ya Güneydoğu'da yeni bir düzenleme olacak, ya da Ege'de birtakım gelişmeler planlanıyor" dedim. Sesini çıkarmaması için TSK'nın üzerine gidiyorlar. “Bu maksatla Deniz Kuvvetleri üzerinden TSK'nın belini kırmaya çalışıyorlar” diye düşünmüştüm.
- Davaları Güneydoğu’daki gelişmelere mi yoruyorsunuz?
Siz anlayın artık. Ama bir vatandaş olarak söyleyeyim, Türk-Kürt ayrımını hiçbir zaman kabul etmiyorum. Ben şimdi yüzde 100 Türk müyüm, yüzde 100 Karadenizli miyim bilmiyorum. Benim kökenim Rize'den geliyor. Şu üç kıta arasında köprü olan ülkemizde kimse "Ben yüzde 100 şuyum" diyemez. Hepimizin kardeş olduğunu düşünüyorum. Atatürk'ün milliyetçilik anlayışının çok yerinde olduğunu düşünüyorum.
‘Gayrimüslimlerle ilişkileri en iyi olan Deniz Kuvvetleri'dir’
- Ayrımcılık yoksa Genelkurmay, Hrant Dink “Sabiha Gökçen Ermeni'ydi” haberini yaptıktan sonra neden "Böyle bir sembolü tartışmaya açmak milli bütünlüğü ve toplumsal barışa katkısı olmayan bir yaklaşımdır" diye bir açıklama yaptı?
E, doğru söylemiş. “Bu Ermenidir, bu değildir” diye ayrım yapıyorlar. Olsa ne olur, olmasa ne olur, bunu demek istiyor.
- Ama cümle bunu söylemiyor.
Kafes Eylem Planı'nda Deniz Kuvvetleri'nin gayrimüslimlere karşı eylem yapacağı yazdı. Bakın, gayrimüslimlerle ilişkileri en iyi olan Deniz Kuvvetleri'dir biliyor musunuz?
- Neden?
Çünkü bizim uluslararası ilişkilerimiz daha fazladır, Deniz Kuvvetleri olarak. Türkiye'de gayrimüslimlerin birinci dostu kimdir derseniz, belki Deniz Kuvvetleri birinci sıradadır.
- Hrant Dink'in öldürülmesi Deniz Kuvvetleri'nde nasıl karşılandı?
İyi değil. Mutlaka kötü bir şey.
‘Sabiha Gökçen Ermeni olsun, ne fark eder’
- Sabiha Gökçen sizce Ermeni olamaz mı?
Olsun, ne fark eder ki!
- Peki neden TSK, Gökçen’e Ermenilik halel getirirmiş gibi bir açıklama yaptı sizce?
“Ben Türküm” diyebiliyorsanız bütün mesele budur. Gerçekten bir Ermeniyse, bunu diyorsa ben buna daha çok saygı duyarım.
- "Ben Türkiye'de yaşayan bir Ermeniyim" veya "Ben Türkiye'de yaşayan bir Kürdüm" denilemez mi
Ne fark eder ki? O da olur. Azınlıklar bizim için büyük bir değer, Kürtler de kardeşimiz. Deniz Kuvvetleri'nde de insanların başka bir şey düşünebileceklerini sanmıyorum.
- 1980 darbesinde Kürtçenin yasaklanması da TSK’nın azınlıklara olan sevgisinden mi kaynaklandı sizce?
Hayır, niye yasak koymuşlar?
- Niye?
Yanlış bir hareket yapmış olabilirler. Her yaptıkları hareket doğru değil. Mesela yüzde 10 barajı koymuşlar. O da yanlış. Ötekini değiştirmişler, onu neden değiştirmiyorlar?
Uğur Mumcu'yu hep anıyoruz, neden? Çok kıymetli bir insan, adamcağız suikaste kurban gitti, hep bunu gündeme getirdik. Niye peki Kemal Kayacan'ı gündeme getirmiyorsunuz? Bilmiyorsunuz bile kim olduğunu. Deniz Kuvvetleri Komutanı'ydı, emekliyken suikaste uğradı. Medya güçlü olduğu için kendi adamını gündeme getiriyor devamlı. Güç kimin elindeyse kullanıyor, bunu garip karşılamamak lazım.
‘Gölcük’teki Balyoz CD’si için üç dava açtım, reddedildi’
- Nusret Bey, söyleşiyi sonlandırmadan soralım. Gölcük Donanması İstihbarat Şube Müdürlüğü’nün döşemesi altından çıkarılanlar arasında Balyoz davasında delil olarak kullanılan belgelerin yanı sıra darbe planlarının yer aldığı meşhur 11 numaralı CD’nin kopyası da vardı. İstihbarat Komutanı Kemalettin Yakar belgeleri kendisinin koyduğunu söyledi, ancak CD’yi daha önce görmemiş olduğunu belirtti. Donanma Komutanı olarak araştırabildiniz mi bu CD’nin döşeme altına nasıl girdiğini?
Benden evvelki olaydı, dolayısıyla detayını bilmiyorum ama sonra ben Donanma Komutanı oldum. O bina Envanter Kontrol Merkezi olarak yapılmış. Depremde donanma binası yıkıldığından, bu merkeze geçildi. Bu merkez de bir sürü bilgisayarın olduğu bir yer, kabloların alttan geçtiği taban var. Asma tavan gibi asma taban tüm odalar. Burada fazla dolap olmadığı için ellerindeki fazla malzemeyi de oraya koymuşlar. İmha edilecek malzemelermiş bunlar. İddiaya göre, bunların arasına bir tane de CD konmuş. Benden evvelki Donanma Komutanı bir dava açtı askeri olarak inceleyelim diye.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin arama kararı sonucu, Komutanlık İstihbarat Şube Müdür Odası, zeminde belge bulunması. Bu soruşturma emrini benden önceki donanma komutanı vermiş, ben göreve geldiğimde hâlâ bir sonuç çıkmamıştı. Ben “Konu iyice araştırılsın” dedim, askeri savcı “Kovuşturmaya yer yok” kararı verdi. Neden kovuşturmaya yer yok? Savcı diyor ki; Zaten bu konu İstanbul Ağır Ceza’da görüşülüyor, aynı konu iki yerde görüşülmez.”
Bakın Nusret Güner’in donanma komutanı olarak beş sayfalık itirazı var. Bakın kaç tane itirazım var. Savcıma diyorum ki ana olarak; “Bu bir kere aynı konu değil. Ben CD’nin içinde ne bulunduğunun peşinde değilim. CD’nin içindekiler darbeyle ilgili şeylermiş diyorsunuz, olsun. Ama bu CD buraya nasıl girdi? Oranın sorumluları var, ya o adamlar koydu bunu bilerek veya başka birileri koyarken bunu görmediler, görevlerini ihmal ettiler. Karargâhımın güvenliğinin endişesindeyim.”
Ama maalesef. Bu itirazım, Kocaeli’nde bir üst mahkeme var, oraya gidiyor. Oradaki savcı beni haklı görüyor. Bunu kendi mahkemesine iletiyor fakat karar yine “kovuşturmaya yer yoktur.” Sonra bir dava daha açıyorum. Bu sefer davamı “6 Aralık tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü zemini altında yapılan arama sırasında ele geçirilen malzemelerin; ihmalen veya kasten buraya sokulmasına göz yumulmak suretiyle Donanma Komuta Karargâhı’nın güvenliğinde zafiyet olması”ndan açıyorum. Yine “kovuşturmaya yer yoktur” diyorlar. Bana göre büyük bir hata. Bakın üçüncü davayı açıyorum gerekçem şu: Birtakım parmak izleri bulunmuş, onlar bize intikal etti. Yeni bir delil bulunduğu için bir daha açıyorum davayı, gene “kovuşturmaya yer yoktur” deniyor. Milli Savunma Bakanlığı'na kadar gitti bunlar. O da dedi ki, “Hâkimler böyle uygun görmüş.” Ben mahkemelere güvenmiyorum. Ne yaptıkları belli değil.