PKK'ya yönelik operasyonların sürdüğü Mardin'in Nusaybin ilçesinde görev yapan TSK mensuplarının barınması için çadır kentte hijyen şartlarının sağlanmadığı iddia edildi. Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk'e mektup yazan bir asker, "Kum torbası istiyoruz, onu bizim doldurmamızı istiyorlar. 7 gün sonra çadır bölgesine dönüyoruz ve iki duş önünde sıraya girip duş almamız gerekiyor. Pil ihtiyacımızı nasıl karşıladığımızı utancımdan yazamıyorum" dedi. Adı ve rütbesi yayımlanmayan asker, mektubunda "Tuvaletler ve banyolar bakımsız pislik içinde, çöpleri ile hijyen almış başını gitmiş. Tüm bu reva görülen şartlara rağmen zamanında müsaade edilen ‘hendek, barikat kaldırılsın’ diye şehit de veririz, şehit de oluruz" ifadelerini kullandı. Adını vermeyen asker, "Her sabah, ‘bugün hangimiz vurulacak’ diye güne başlarız. Yine de burada olmaktan gurur duyarız. Biz kimiz diye merak ediyorsanız söyleyeyim: Sahada delikanlı gibi çarpışan subayı, astsubayı, uzman çavuşuyuz. Karargâhta planlar yapıp uygulanmasını isteyenler değiliz. Namlunun ucunda dolaşanlarız" dedi.
Saygı Öztürk'ün Sözcü gazetesinin bugünkü (27 Mart 2016) nüshasında yayımlanan yazısı şöyle:
İçişleri Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasında imzalanan Emniyet Asayiş Yardımlaşma (EMASYA) Protokolü’nde imzası bulunan Orgeneral Çetin Doğan’ı, hükümet yetkilileri ve yanlı basının nasıl linç ettiğini hatırlayalım. Aniden gelişen olaylarda askerin olaylara müdahale etmesini “darbe planı” diye millete yutturdular. Askerin şehir içi çatışmalarda eğitim alması da bu yüzden kaldırıldı. Bugün, sokak çatışmalarında askerin de, polisin de eğitimli olmadığı, bu yüzden de kayıplar verdiği anlaşılıyor.
Yıllarca kışlalarından çıkmalarına “çözüm sürecidir” deyip izin vermeyen hükümet yetkilileri, valiler, şimdi teröristle mücadele için asker talep ediyor. İlçelerde her şehidin sorumlusu, bu yığınakların yapılmasına, hendeklerin kazılmasına, patlayıcıların yerleştirilmesine seyirci kalan valilerdir, onlara “aman dokunmayın” diyen hükümet yetkilileridir.
Bunlarla ilgili CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulundu. CHP Genel Merkezi, bununla yetinmedi, il ve ilçe örgütlerinin de, “çözüm süreci” döneminde yaşananlarla ilgili olarak cumhuriyet savcılıklarına dönemin Başbakanı, İçişleri Bakanı, il valileri hakkında suç duyurusunda bulunmalarını istedi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Şimdi yürekli bir savcının soruşturma başlatmasını bekliyoruz. Bütün belgeler o zaman ortaya çıkacak” diyor.
Bakın neler oluyor?
Halen devam eden Yüksekova, Nusaybin, Şırnak’ta valilikler tarafından asker talep edilmesi üzerine operasyonlar yapılıyor. Yani işin sorumlusu valilik ve ona bağlı kaymakamlıklar. Gerisini operasyon bölgesinden gelen iletiden okuyorum:
“Sizden ricam bir ekip ile gidin Nusaybin’deki askerlerin kaldığı çadır kenti görün. Pislikten geçilmeyen, operasyondan dönenin sıcak su bulup duş alamadığı, sıkıntıların diz boyunu çoktan geçtiği bir yer. Açıkçası biz operasyonlardan değil, bize reva görülen bu ortamdan şikâyetçiyiz. Açıkçası hak etmediğimiz bir muamele ile karşı karşıyayız. Bu durumu düzeltemeyen komutanların da vebali büyük olmakla beraber idarecilerin gereğini yaptırtmaması da ayıptır, yazıktır, günahtır.
Kum torbası istiyoruz, onu bizim doldurmamızı istiyorlar. 7 gün sonra çadır bölgesine dönüyoruz ve iki duş önünde sıraya girip duş almamız gerekiyor. Pil ihtiyacımızı nasıl karşıladığımızı utancımdan yazamıyorum. Tuvaletler ve banyolar bakımsız pislik içinde, çöpleri ile hijyen almış başını gitmiş. Tüm bu reva görülen şartlara rağmen zamanında müsaade edilen ‘hendek, barikat kaldırılsın’ diye şehit de veririz, şehit de oluruz.
“Bugün hangimiz vurulacak?”
Silopi-Cizre-Sur ve o da yetmez Nusaybin’e, Yüksekova’ya, Şırnak’a operasyona geliriz. Şehit verilir, onun cenaze namazına, taziyesine gidemez, acısını yaşayamayız. Çünkü operasyon devam etmektedir. Bir an önce bitmesi gerekir.
Her sabah, ‘bugün hangimiz vurulacak’ diye güne başlarız. Yine de burada olmaktan gurur duyarız. Biz kimiz diye merak ediyorsanız söyleyeyim: Sahada delikanlı gibi çarpışan subayı, astsubayı, uzman çavuşuyuz. Karargâhta planlar yapıp uygulanmasını isteyenler değiliz. Namlunun ucunda dolaşanlarız.
Yüksekova’da, Nusaybin’de operasyonun 15’inci gününe geldik sayılır ama Silopi ve Cizre’de yapılan ön hazırlıklardan buralarda eser yok. Açıkçası kimse dersine çalışmamış, sadece birlikleri beklemişler, ne lojistik hazırlık ne çadır kent hazırlığı yapılmış! Burada en iyi hazırlığı terör örgütü yapmış, Silopi, Cizre ve Sur’dan da ders çıkarıp çalışmışlar. Fakat bizim ne yaptığımızı aklım almıyor. Teröristin istediği yer ve zamanda muharebeye giriyoruz. Bunun ne kadar hatalı bir taktik olduğunu bilmek için asker olmaya da gerek yoktur? Allah bu ülkeyi ve bu askerini polisini korusun. Saygılar.”
Devletin gücü kadardır
Araziye çıkıldığında sırt çantanızda ne varsa ve helikopter ile ne getirilebilirse (envanterinizde olan malzemelerden) gücünüz o kadardır ve bunlarla yetinmeniz gerekir. Bu alışkanlık ve düşünce yapısı meskûn mahalde de devam etmektedir. Oysa meskûn mahalde gücünüz devletin gücü kadardır. Kendi yağı ile kavrulmaya alışık olan asker, maalesef devletin tüm imkânlarını kullanmasını beceremiyor.
Yalnız bu durumu fark edebilen ve çok iyi yöneten komutanlar olmuştur. Silopi, Cizre ve İdil’de (Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Bölgesi) devletin imkânlarının başarıyla kullanılması bilindi. Oysa Sur ve Nusaybin yani 7. Kolordu Komutanlığı Bölgesi’nde bu konularda eksiklik görülüyor. Acaba operasyonların uzaması ve kayıplarımızın çok olmasının arkasında yatan da bu eksikliklerden mi kaynaklanıyor diye insan sormadan edemiyor.
Operasyon bölgesinde, namluların ucunda olan askerimizin, polisimizin her an şehit olma olasılığı var. Allah aşkına onları banyosuz, moralsiz bırakmayın. Sonra içiniz çoook yanar çok…