Gündem

Nuray Mert: Gül'ü 'yeni kurtarıcı' diye pazarlamayı anlamıyorum, ülkenin bu hâle gelmesinde büyük payı var!

"Gül, Erdoğan’dan daha ılımlı, serinkanlı, nezaketli biri olabilir, ama..."

05 Mayıs 2017 13:29

Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, Eski CHP Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili olarak kullandığı "Yüzde 49'un adayı olabilir" ifadesine tepki gösterdi. Mert, "Gül, Erdoğan’dan daha ılımlı, serinkanlı, nezaketli biri olabilir, ama nihayetinde, doksanlı yıllardan beri siyasette hep önemli konumda olan, dahası sonunda yedi yıl cumhurbaşkanlığı yapan, bu nedenle ülkenin bu duruma gelmesinde en çok payı olanlardan biri değil mi?" dedi.

Abdullah Gül, "cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi"nin yüzde 51.4 "evet" oyuyla kabul edildiği halk oylamasına giden süreçte "gizli hayırcı" olmakla suçlanmıştı. Bu süreçte Gül'ün yeni parti kuracağı iddia edilmişti. 

Nuray Mert'in "Yeni siyasi arayışlar" başlığıyla yayımlanan (5 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

İslamcılık meselesi üzerine yazmak istiyordum, sonra İsrail’in Suriye’yi bombalaması, Suriye’de son gelişmeler ve en son da Hamas’ın son, 1967 sınırlarını tanıdığına dair açıklaması üzerine yazmaya karar vermiştim ki, başka bir konu öne çıktı. Zira, hangi gazeteye baksanız, hangi televizyonu açsanız, 2019’da yapılacak seçimlere dair yorum ve önerilere rastlıyorsunuz. 
‘Bunda şaşacak ne var, ülkenin geleceği açısından en önemli konu bu değilmi?’ diyebilirsiniz. Kuşkusuz öyle de, benim asıl takıldığım nokta, parlamenter sistemin sonunun gelmesi ve henüz tam olarak nasıl bir sistem olduğu tanımlanamayan yeni sistem ve koşulların bu denli kolay kabul görmesi ve hemen parmak hasabına başlanması. Yok, ‘Referandum sonuçlarını tanımayalım’ veya ‘olan oldu artık yapacak bir şey yok’ diye siyaset konuşmayalım demiyorum. Ancak, 2019 seçimleri için, bu hızla yeni ittifak ve aday arayışı, daha doğrusu ‘Zihni Sinir projeleri’ noktasına gelinmesi, benim açımdan anlaşılır gibi değil. 
Bu meyanda, Deniz Baykal’ın Kanal D mülakatını izlerken, itiraf edeyim öfkelenmekten kendimi alamadım; zira Yeni Alternatif Başkan adayı meselesine bu denli hızlı giriş yapması yadırganmayacak gibi değil. Değil, çünkü ben artık eski siyasetçilerden, her şeyden önce, işe özeleştiri ile başlamalarını bekliyorum. Bunca zaman siyaset sahnesinde yer alan biri, önce ‘Biz nerede hata/ hatalar yaptık da demokrasiyi koruyamadık, siyaset bu noktaya geldi?’ diye biraz mahçup olmalı, kendini televizyonlara atmak yerine durup düşünmeli, eskilerin güzel tabiri ile hiç olmazsa ‘nadim’ olmalı. 
Sadece şimdi değil, son yıllarda, şu veya bu mecrada, tüm eski siyasetçileri dinlerken bunu düşünüyorum. Hangi siyasi kesime mensup olursa olsun Türkiye’de önemli mevkilerde bulunmuş pek çok insana muhalefet çevrelerinin birdenbire, ‘bilge’ muamelesi yapmasını, bitpazarına nur yağdırma hevesini kabullenmek mümkün değil. ‘Madem işin doğrusunu biliyordunuz, bu ülkeneden bu noktaya gelene kadar elinizden hiçbir şey gelmedi?’ diye sormak hakkımız. Bir kere, bu soruyu sormadan ve filmi geriye sarmadan yürünecek yol yok. Aksi takdirde, iktidar çevresinin, muhalefeti ‘Erdoğan düşmanlığındanibaret’ saymasında şaşacak bir şey olmayacak. 
Yine bu meyanda, dönüp dolaşıp Abdullah Gül ve çevresini ‘Erdoğan’ınpanzehiri’, ‘yeni kurtarıcı’ diye pazarlamayı ise hiç mi hiç anlamıyorum. Gül, Erdoğan’dan daha ılımlı, serinkanlı, nezaketli biri olabilir, ama nihayetinde, doksanlı yıllardan beri siyasette hep önemli konumda olan, dahası sonunda yedi yıl cumhurbaşkanlığı yapan, bu nedenle ülkenin bu duruma gelmesinde en çok payı olanlardan biri değil mi? Yok, ülkenin geleceğine dair yeni muhasebeler yaptı ve artık çok yeni ve parlak fikirleri var ise de, henüz bunların ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Parti içi hesap kitap işlerini bilemem, son dönemde dışlananlar için sığınılacak liman, yeniden tedavüle girme hayallerinin kahramanı olabilir, ama neden bazı CHP’lilerin ve hatta sol muhaliflerin aklı bu ‘çözüm’e yatar, anlamak mümkün değil. 
Anlaşılması zor olan bir diğer çaba da, birbiri ile en ufak bir fikir akrabalığı olmayan, dahası Türkiye’nin geleceği vizyonları birbirini tutmayan farklı siyasi çevrelere mensup isimleri ortak bir zeminde toplama gayreti. Merak ediyorum, Ahmet Türk ile Meral Akşener hangi ortak zeminde demokratik bir gelecek kurgulayacak? Kürtler ile yeniden barış ve müzakere yolunda beraber yürüyebilecekler mi, değilse bir araya gelmeleri ne işe yarayacak? Saadet Partisi sadece Hayır oyu verdiği için, demokratik muhalefet çatısı altında yer alacak bir siyasi zihniyete sahip mi gerçekten? AK Parti’nin Batı dünyasından uzaklaşmasından tedirgin olanlar, Saadet Partisi’nin Batı dünyası hakkındaki fikirlerinden haberdar mı acaba? Birtakım İslamcı çevrelerin, Erdoğan karşıtlığının onu ‘Batı projelerinin bir parçası’ olarak tanımlamalarından kaynaklandığını biliyorlar mı? Pek çok MHP’linin ‘Hayır’ deme nedeninin, Erdoğan’ın Kürtlere daha fazla hak, hukuk tanıma ‘ihtimali’ne karşı durmak olduğunu kim hesaba katıyor? 
Ben de Hayır diyen yüzde 48.6’nın, farklı siyasi anlayışlardan da olsa, ‘dahademokratik, daha özgürlükçü bir Türkiye’ ortak paydasından hareket ettiği fantezisine inanmak isterdim, hem de çok isterdim. Ama yok öyle bir zemin, Erdoğan’a veya AK Parti’ye karşı olan herkes, daha demokratik bir Türkiye özlemi ile yanıp tutuşmuyor. Bu gerçeği görmezden gelen her çaba boşuna bir çaba olacak; o nedenle önce aday peşinde koşmak, şarkılardan fal tutmak yerine, oturup ‘daha demokratik, daha özgürlükçü, bir Türkiye uzlaşması’ peşinde koşması lazım.