Gündem

Nuray Mert: Davutoğlu’nun siyaset anlayışı, artık kırıntısı kalmış olsa da, demokrasi ile son bağımızdı

Muhalif olabiliriz, ülkede fazladan siyasi kriz çıkmasının bedelini hep birlikte ödeyeceğiz

06 Mayıs 2016 12:04

Cumhuriyet gazetesi yazarı Nuray Mert, Ahmet Davutoğlu'nun, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlık görevini bırakma kararı almasını değerlendirdi. "AK Partililer ve Davutoğlu da bu durumu, “davaya sadakat” adına içine sindirebilir, kendi telakkileridir. Ancak bunun adı da “ülkenin felakete sürüklenmesine ortak olmak”tır. Dün en çok saygı duyduğu adam(lar)dan kuşkulanan, dahası onu/onları dahi olmadık şeyler ile itham eden bir “dava”nın aslı faslı nedir?" ifadesini kullanan Mert, "İktidar siyasetinin muhalifi olabiliriz, ama ülkede fazladan siyasi kriz çıkmasının bedelini hep birlikte ödeyeceğiz. Ve nihayet, beğenelim beğenmeyelim, Davutoğlu’nun siyaset anlayışı, artık kırıntısı kalmış olsa da, demokrasi ile son bağımızdı. AB ile ilişkimiz için de aynı şey söylenebilir, gerisi ise büyük bir belirsizlik veya meşum bir belirlilik" diye yazdı. 

Nuray Mert'in, "Saray darbesi" başlığıyla yayımlanan (6 Mayıs 2016) yazısı şöyle: 

Olan biten karşısında hâlâ tüm bu olanlar normalmiş gibi, “Cumhurbaşkanı’nın kafasında şu var”, “önce şu olacak, sonra bu olacak” diye yorum yapanlara hayret etmemek elde değil. Tevil edilecek yanı yok, bu bir “saray darbesi”. Başka bir izahı olabilir mi? Ne oldu da, Davutoğlu’nun başbakan olarak devam etmesi imkânsız hale geldi? Komplo teorisi açıklamalarından, Davutoğlu’ndan bile kuşkulanan zihniyetten bahsetmiyorum, normal bir ülkede olması gerekenden, yani olayın izaha muhtaç yanından söz ediyorum.
Muhalefet olarak başbakanı eleştirmemiz gayet tabii, ama bizler için mesele şahsı ve şahsi icraatı değil, partisinin genel politik çizgisi. Oysa şimdi söz konusu olan “parti”sinin Davutoğlu ile yola devam etmeme noktasına gelmesi, nedir bunun gerekçesi? Davutoğlu, kendi partisi nezdinde hangi siyasi hatayı yaptı, ne konuda siyasi kriz yaşandı, bunu bilmek hakkımız. Yoksa, Cumhurbaşkanı ile arasında gerilim olduğunu, neden olduğunu az çok tahmin edebilir, bu konuda bolca yorum yapabiliriz, ama hiçbir normal ülkede seçimlerden az bir zaman sonra, esrarengiz bir şekilde başbakan yerinden edilmez, edilirse adı siyasetin olağan akışı değil, başka bir şey olur.

 

Normal bir ülke... 

 

Diyeceksiniz ki burası zaten uzunca bir süredir normal bir ülke olmaktan çıkmadı mı? Önce “normal”den neyi kastettiğimi izah edeyim; her ülke için normal olan, o ülkenin siyasal sistemi, kurumları kendini nasıl tanımlamışsa odur. O sistem elbette değişmez değildir, değişmesinin iki yolu vardır; ya sistem içinde uzlaşı ile ya da “devrim” ve “darbe” dediğimiz kökten müdahaleler ile. Türkiye’de halihazırda cari olan, iyi işlesin veya işlemesin; çok partili, parlamenter demokratik sistem. Son zamanlarda yaşanan gelişmeler, bu sistemin uzlaşı ile yani demokratik yol ile değişimi çabasının fazlasıyla dışına taşmış vaziyette. En son yaşadığımız, bu “olağanüstü hal”in, “fevkalade durum”un, bir eşik daha atlayarak, tek adam rejimini pekiştirme yönünde yapılan bir müdahale. Bu sistemi beğenmeyenler olabilir, dahası değişiminin bu tür bir müdahale ile gerçekleşmesini yadırgamayan da olabilir. Ve nihayet, “AK Parti= Erdoğan veya Türkiye=Erdoğan, o halde o ne derse hayırlı olan odur” diye düşünen olabilir, ama bunun adı tek bir liderin yönetime tümüyle el koymasıdır, o halde, hiç olmazsa adını koyalım.

 

‘Davaya sadakat’ 

 

AK Partililer ve Davutoğlu da bu durumu, “davaya sadakat” adına içine sindirebilir, kendi telakkileridir. Ancak bunun adı da “ülkenin felakete sürüklenmesine ortak olmak”tır. Dün en çok saygı duyduğu adam(lar)dan kuşkulanan, dahası onu/onları dahi olmadık şeyler ile itham eden bir “dava”nın aslı faslı nedir? Böyle bir davanın kime ne hayrı olur? “Aman fitne çıkmasın” diye katlanılanların sonunda, ülkenin ne hale geldiği ortada, daha ne “dava”sı? Ayrıca muhalifleri çalışsa bu kadar “fitne” çıkaramazdı, düşmanları toplansa bu kadar istikrarsızlık yaratamazdı, bu nasıl iş? Nedir hedeflenen, nedir paylaşılamayan? Neden, nereye sürükleniyor bu ülke, bilen var mı, sormak hakkımız değil mi?

İktidar siyasetinin muhalifi olabiliriz, ama ülkede fazladan siyasi kriz çıkmasının bedelini hep birlikte ödeyeceğiz. Dahası, siyasi kriz göze alınarak pekiştirilmeye çalışılan “tek adam rejimi” projesi karanlık bir gelecek vaadinden başka bir şey değil. Ve nihayet, beğenelim beğenmeyelim, Davutoğlu’nun siyaset anlayışı, artık kırıntısı kalmış olsa da, demokrasi ile son bağımızdı. AB ile ilişkimiz için de aynı şey söylenebilir, gerisi ise büyük bir belirsizlik veya meşum bir belirlilik.