Gündem

"Nükleer sorunsalı uluslararası ilişkilerin en pis, en tehlikeli kara kutusudur"

Emekli Büyükelçi Ömer Ersun, Erdoğan'ın "Nükleer füzemizin olmamasını kabul etmiyorum" sözlerini T24'e değerlendirdi

09 Eylül 2019 19:21

Emekli Büyükelçi Ömer Ersun

Cumhurbaşkanının nükleer silahlara ilişkin demecini okuyunca "bir yanlışlık olmalı" dedim, bu kadar vahim ve tehlikeli bir yanlışın yapılabileceğine inanmak istemedim. Hemen kaynağına gidip doğrulamak için internetten Reuters'in sitesine girdim. Hayret ve derin bir üzüntüyle gördüm ki doğruymuş. Reuters herhalde Ajansın Türkiye'ye karşı düşmanca bir tavrı olmadığını göstermek için eklemiş:

"Ama Cumhurbaşkanı Türkiye'nin nükleer silah edinme planları olup olmadığını söylemedi." (Did not say whether Turkey had plans to obtain them.) Teşekkürler...

Eyy! Görevi Cumhurbaşkanına uzmanlık gerektiren konularda bilgi-belge sunmak olan yüksek danışmanlar. Hepinizin birkaç yabancı dil bildiğini varsayıyorum. Dünyada Türkiye'nin itibarının giderek dibe vurmakta olduğunu görmüyor musunuz? Bu son nükleer demeç mevcut birikimin de üzerine tüy dikti. Parti farksız tüm yurtseverlerin bu durumdan üzüntü duyması gerekmez mi? Örneğin ben bu satırları stres yüzünden sağlığı bozulan bir yurtsever olarak kaleme alıyorum; 82 yaşında bir Büyükelçi eskisiyim ve yaşamım boyunca hiçbir siyasî partiyle ilişkim olmadı. Nedeni de basit, ülkemizde yakınlık duyduğum bir parti görmedim. Bu çağrıda ele aldığım konunun particilikle hiçbir ilgisi yok; sadece siyasetçiyi karmaşık ve ülke çıkarları açısından hassas, tehlikeli konularda doğru bilgilendirmek gereğini vurguluyorum. Asker veya sivil omuzlarınızda böyle bir sorumluluğu taşıdığınız halde sizlerin içi rahat mı? Bu soruyu soruyorum çünkü yurtseverliğin ne benim ne de bir başkasının tekelinde olmadığına inanıyorum. Siyasi partiler bir tarafa ülke hepimizin. Artık ölmek üzere deyip mirasımızı paylaşmaya kalkıştıklarında yedi düvele meydan okuyup, tüm ezilen ulusların ümidi haline gelen TC'nin gururlu bireyleriyiz. Bu yazıda ele aldığım gibi vahim bir yanlış vuku bulduğunda benim sağlığım etkileniyor, siz sıhhat ve afiyette misiniz? Bu nasıl iş?.. Lütfen bir düşünün...

Gerekli açıklamalardan sonra en son söyleyeceğimi en baştan vurgulamalıyım. Böyle bir demeç, Türkiye'nin yüksek çıkarlarına büyük zararlar verebilir. Nükleer sorunsalı uluslararası ilişkilerin en pis, en tehlikeli kara kutusudur. Cumhurbaşkanı bir politikacı olarak böylesine teknik, karmaşık ve zor bir sorunun uzmanı olmak mevkiinde değildir. Ancak yakın çevresindeki danışmanların "bilmiyordum" demek lüksü yoktur. Bu halkanın içinde Dışişleri ve Milli Savunma Bakanları da vardır. Bu yüzden "çağrı"mı Cumhurbaşkanının en yakınındaki danışmanlara hitaben kaleme alıyorum.

Nükleer sorunsalını tehlikeli bir kara kutu olarak niteledim. Bilmeyenlere bu bir abartma gibi gelebilir, bilenler ise gülümseyerek baş sallayacaklardır. Bu alanda kimse kimseye güvenmez, istisnasız herkes birbirine kazık atar, her şey bir sır perdesiyle örtülüdür ancak beş on yıl sonra rakipler karşı tarafın marifetlerini bir şekilde sızdırırlar.

Mesela bu demeçten sonra ülkemizdeki nükleer reaktör kurma çalışmaları zora girerse ben hiç şaşırmam. "Hadi canım sen de…" demeyin. Ruslarla Amerikalılar bu demeci aralarında ikili düzeyde değerlendirirler, bizim ruhumuz duymaz, üç-beş sene sonra belki öğreniriz. Ellerinde mevcut somut istihbarat bilgilerine göre bizim yeni bir Kuzey Kore olma ihtimalimizin hiç olmadığı sonucuna varırlarsa, kısa vâdede ne alâ, sonrasını bilemem... İkisi de Fransızlar ve İngilizlerin de fikirlerini alacaklardır çünkü aşırı ciddiye aldıkları bir konudan söz ediyoruz. Ancak, ne olursa olsun net bir sonuca varacaklarını düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır. Bu demeçle çok duyarlı oldukları bir alanda kuşkularını bir kez tahrik etmiş bulunuyoruz. Esasen bize karşı bu alanda önyargılı olmaları doğaldır. Çeşitli vesilelerle hatta hiç alakâsız gibi görünen alanlarda dahi bize fatura kesmeleri şaşırtıcı olmaz. Ne ABD ne de Rusya bu konuda dost düşman ayrımı filan yapmazlar.

Güncel dış politikayı izleyenler bana Trump örneğini göstererek "fazla abartma, zaten dünyanın çivisi çıktı" diyebilirler. Doğrudur, Nixon'un sonunu hazırlayanlardan ünlü gazeteci B. Woodward "EYVAH... Trump Beyaz Saray'da" başlıklı satış listelerinin baş sırasına yerleşen bir kitap yazdı. Amerikan medyası Trump'ın her gün söylediği sayısı 20'ye yaklaşan yalanlarının listesini katalogluyor. ABD gibi bir numaralı süper gücün Başkanı böyle davranırsa, altında ülkesinin imzası olan antlaşmaları çöpe atmaya kalkışırsa Viyana Antlaşması’nın devlet başkanlarına yüklediği sorumlulukların değeri elbette düşer. Ancak, böyle bir yaklaşım da benim endişe ve üzüntülerimi hafifletmiyor.  

Dışişleri Bakanlığımızın belki Milli Savunma Bakanlığı’mızın da katkısıyla bu işi düzeltmek için inandırıcı bir açıklama yapması gerekiyor. Cumhurbaşkanımızın REUTERS'in haberine yansıyan ifadelerini satır satır büyük bir dikkatle okudum. Şu anda Bakanlıkta olsaydım düzeltme metnini benim kaleme almam gerekecekti. Türkiye'nin kesinlikle nükleer silah imali çalışmaları yoktur, NSYÖ'deki imzamıza sadığız gibi laflar edersiniz de inandırıcı olmasını nasıl sağlayacaksınız? Belki de çok üzüldüğüm ve telaşlandığım için ben işin içinden çıkamadım. Şu anda önemli ülkelerde görevli olan meslektaşlarıma acıyorum. İzah edilmesi çok zor bir demeç bu...

Ek bilgiler:

Bu sıkıcı, üzücü ve teknik konuda Cumhurbaşkanının yakın danışmanlarına yönelik çağrımı uzatarak okuyucuyu yormak istemediğim için kısa kesmeye çalıştım. Ancak bazı ek bilgiler benim gibi bir aksakalın neden bu kadar heyecanlanıp, telaşlandığını açıklamakta yardımcı olacaktır. İsteyen okur, isteyen pas geçer.

Bakınız ben şu anda Dışişlerindeki eski görevimde olsaydım, Cumhurbaşkanı da rahmetli Demirel veya Özal olsaydı. Farzı muhal Cumhurbaşkanının böyle bir açıklama yapma niyeti Bakanlığın bilgisine geldi varsayalım. Anında sekretere bir iki sayfalık bir bilgi notu dikte eder, Bakanlığımda gerekli görüşmeleri çabucak yaptıktan sonra bu not elimde soluğu âcil görüşme talebiyle Cumhurbaşkanının Özel Kalemi’nde alırdım. Her ikisinin de bilgilendirildikten sonra bu niyetlerinden vazgeçecekleri konusunda en küçük bir kuşkum yok, çünkü ikisiyle de birebir çalıştım. Ayrıca, Dışişlerinin bilgisi olmadan böyle önemli konularda irticalen açıklamalarda bulunmaları söz konusu olmazdı zira, Viyana Anlaşmalar Hukukuna göre Cumhurbaşkanının ağzından çıkan her kelime sanki yazılı bir anlaşma imzalamışsınız gibi devletimizi hukuken bağlar.

Bir başka olasılık, diyelim ki ben yurt dışında görevde iken Reuters'in bu haberi Büyükelçiliğimize geldi. Hiç zaman geçirmeden Zata mahsus- yıldırım bir kriptoyla muhataplarıma bu demeci nasıl izah etmem gerektiğini sorardım. Böyle çok önemli konularda her büyükelçi kafasına göre bir açıklama yapamaz. Merkezde oluşturulacak bir metin dış teşkilata gönderilerek yeknesaklık sağlanır.

Diplomasinin nükleer boyutu değme casus romanlarına taş çıkartır. Hemen aklıma geliveren birkaç şeyi de iddiamı desteklemek için kısaca kaydedeceğim.

Örneğin idamla cezalandırılması gereken çok ağır bir suç olmasına rağmen Amerikalılar ülkelerinden çanta içinde İsrail'e bomba yapmak için kaçırılan uranyum çubukları rezaleti ortaya çıkınca bir Başkanlık kararıyla olayı kapattılar. Aynı Amerikalılar 7-8 sene sonra İsrail'in Dimona çölündeki gizli nükleer çalışmalarını havadan radyasyon tespit edince CIA aracılığıyla dünyaya duyurdular... Kısacası iki ahbap çavuş ABD ve İsrail bile nükleer söz konusu olduğunda birbirine güvenemez.

1985'de rahmetli Özal'la NATO zirvesine gitmiştik. O dönemde Almanya'nın tarafsızlığa kayabileceğinden endişe ediliyor, Danimarkalılar "ölmektense kızıl oluruz" (Better red than dead) diyorlardı. Orta menzilli cruise füzelerinin akıbetinin heyecanla tartışıldığı, Doğu-Batı blokları arasındaki ilişkilerin en gergin olduğu günlerde Amerikalılarla Ruslar sanki her şey yolundaymış gibi aralarındaki gizli, dönemsel nükleer görüşmeleri sürdürüyorlardı. Başkan Reagan Moskova'da ikili görüşmelerden sonra Brüksel'e geldi. Biz NATO içindeki meslektaşlar aramızda Moskova'da ne görüşmüş olabilecekleri, bizden neleri gizleyebilecekleri gibi hususların hararetle dedikodusunu yapmaktaydık.

Bu örnekleri uzatmayacağım zira bazı şeyler nükleer dünyayı bilmeyenlere kesin inanılmaz görünecektir.

Türkiye'nin 1950'lerde eş düzeyde olduğumuz Güney Kore gibi bugünkü birinci sınıf devletler arasına girmesi için yüksek teknolojiye terfi etmesi şarttır. Yüksek teknolojinin en önemli anahtarlarının başında bir nükleer santral yapımı gelir, zira beraberinde bir dizi destekleyici faaliyeti de getirir. Anahtar teslimi değil, bilgi paylaşımı ve ortak üretim koşuluyla. Nükleer santral yapınca nükleer silaha da ulaşılacağını hayal etmek ancak cahillerin işidir. Her ikisinin de temel yakıtının uranyum cevheri olduğu doğrudur. Ancak, santral yapımı sıradan malzeme ve bilinen yöntemlerle çok gelişmiş bir elektrik pili imaline benzetilebilir. Silah yapımı ise çok karmaşık ve sofistike bir teknolojiye ulaşmayı gerektirir. Bu yüzden santralı kurup yıllarca nükleer silahın çok uzağında kalabilirsiniz. Dünyada örnekleri mevcuttur. Buna rağmen Kıbrıslı Rumlar, ırkçı Taşnaklar ve Yunanlılar gibi dostlarımız "ne olur, ne olmaz; Türkiye nükleer santral kurup atomun sırrına nüfuz ederse ilerde tehlikeli heveslere kapılabilir" mülahazasıyla bize engel çıkarmak için her türlü yalanı söyleyip, ellerinden geleni artlarına koymazlar. Bu ifadem kitabî bir bilgi olmayıp, geçen yüzyılın sonunda Kanada'da büyükelçi iken bu dostlarımızla boğuşmamdan edindiğim deneyime dayanmaktadır. Bu tespitimi ayrıntılı olarak aylık Stratejik Analiz dergisinde yayınlamıştım. Hiçbir resmî görevi ya da özelliği olmasa dahi bir Türk siyasetçinin nükleer silahlara ilgi gösteren bir konuşmasına rastlarlar ise bu şeamet korosu perde gerisinde kesinlikle, bazen de açıkça aleyhimize yaygaraya başlarlar. Şimdi ben çok üzülürken onların ellerini ovuşturup Türkiye aleyhine karıştıracakları melanetleri planlamaya başladıklarına eminim.