“Anne! Bu Gaco’lar bize yardım ediyor ama hiç sevmiyorlar”
(Çizgi roman Tenten’den)
Kaptan Haddok, Tenten’e şatosunun, çayırlarla süslü, geniş arazisini gezdirirken ilerde bir ‘hır’ın olduğunu ayrımsarlar: Haddok’un arazisine kamp kuran bir Çingene grubunu polis zor kullanarak kovmakta. Durumu anlayan Haddok: "arazimde istediğiniz kadar kalabilirsiniz" der Çingenelere. Çok sevinen "oğlum daha ne yapsınlar bize yardım ediyorlar" diyen ailenin büyüklerinden bir anaya, asi oğlu, hâlâ çatılı kaşlarıyla, yukarki tümceyi söyler:
“Anne bu Gaco’lar bize yardım ediyor ama hiç sevmiyorlar”.
Gaco, sanıyorum, Çingene olmayan herkes.
Belki kırk yıl önce okuyup üzerinde düşündüğüm bir tümcedir bu: Demek yardım etmek, sevmek anlamına gelmediği gibi yardım edememek de sevmemek demek değildi; yardımla sevgi arasında bir koşutluk yoktu.
Hayatımızda büyük sorunlarımızı çözecek ne kadar bol malzeme var küçümsediklerimiz arasında.
İşbu tümce, büyüklerin okumaya tenezzül etmediği, güya çocuklar için üretilmiş bir karikatür-çizgi romandan.
Hepimiz itiraf etmeliyiz; Bosna’da müslüman katliamını Amerika durdurdu; halen de katilleri yargılatıyor.
Ama şunu sorma hakkımız da var: Niye o soykırımdan sonra yardım etti. Çünkü Müslümanları sevmiyor; salt yardım etme zorunda kalıyorlardı.
Bu yazı ne zaman yayınlanacak bilmiyorum. Ama şu an itibariyle, beklediğim Suriye müdahalesine bence iki gün var.
Gene teslim edelim; Amerika yardım edecek.
Ve gene soralım: neden 100 küsur bin kişi öldükten sonra. Elbet yanıtlayalım: sevmiyor; yardım etmek zorunda kalıyorlar.
Basit bir örnek ne dediğimi kanıtlar. İsrail’de böyle şeyler olsaydı, katliam iki yıl seyredilir miydi? Hayır. Çünkü arada muhabbet var.
Sanıyorum. Polonya ve Avusturya’da Nüfusun % 1,5 ‘u Alman. Belçika ve Hollanda’da epey bir Fransız yaşıyor. Oralarda böyle bir şeyler olsaydı, Almanya ve Fransa iki yıl seyreder miydi? Hayır. Çünkü sevgi var.
Sakın şaşırmayın: Bütün bunları söylerken “niye bizi sevmiyorsunuz” diye hiçbir devleti asla kınamıyorum. Çünkü sevmek zorunda değiller. Hatta nefret de edebilirler. Çünkü sevgi de nefrette doğanın yasasıdır. Ancak seven veya nefret eden Tüzel kişiyse bunlarla davranma (hatta beyanda bulunma) hakkı yoktur. Her hal ü kârda etik ve adil davranmakla yükümlü olmaları saklıdır ve başka konudur. Umarım bu yazıdan o da anlaşılmıştır.
Kendimden hareketle bu son sonuca varıyorum: kimse bana kimseyi sevmeyi dayatamaz. Elinden de gelmez zaten; çünkü, yukarıda andığım gibi doğaya müdahaledir ve akim kalır.
Ne demek nefret suçu
Ben seni sevmek zorunda mıyım yahu? Atatürk’ü, İnönü’yü vs. Başbakan’ı (şahsen seviyorum da)aklınıza kim gelirse… sevmek zorunda mıyım?
Andıklarımı seviyorsam bu kez kimse "nefret edeceksin"i de dayatamaz. Bunlar kalbin eylemidir; Tanrı bu işlere karışır, sen karışmaya güç yetiremezsin. Dünyayı ve içindekileri size verseler nefret ettiğiniz birini size sevdiremezler. Tersi de aynen geçerli.
Bir “düşünce suçu” uydurulmuştu. Epey zahmet çekip bunun da hilaf-ı hakikat olduğunu ancak anlatabildik-anlatamadık derken, şimdi bir de nefret suçu çıktı başımıza. Tutalım ki düşüncelerimi zorlayıp değiştirdim. Ama bu kalbimin sesini, beni hiç dinlemeyen, umursamayan, adam yerine koymayan, bu iç sesimi nasıl değiştireceğim.
Benim dinim bana bu hallerimde nasıl davranmamı öğretti: “(Sevmediklerine karşı, yanlarında olman gerekenler) anan-baban, kardeşin, akrabaların da olsa adaleti ayakta tut”. Sevgiyi nefreti katmıyor işin içine; salt adil ol diyor. Çünkü kalplerde yalnız O tasarruf eder. Dilediğini severiz dilediğini sevemeyiz. Bu sevgi ve nefret işi bizim değil; Tanrı’nındır.
Bu nefret suçu denen garibeyle neyi amaçladıklarını kendimi zorlayarak anlamaya çalışıyorum: ayrımcılık, ötekileştirme gibi şeylerse, bu kez suçun adı yanlış demektir. Çünkü sevmek ve sevmemek ne kadar insanî bir gerçeklikse, adil olmak, kimseyi aşağılamamak da bir o kadar insanî, üstelik hukuki bir gerçeklik.
Hayatım boyunca, birkaç kişide tek Bir Zat’ı sevdiğim için aslında yeryüzünde kim varsa nefret ediyorum diyebilirim ama yanlış olur. Doğrusu şu: sevmediklerime oranla, sevdiklerim hiç mesabesinde oldu.
Bu son satırları, dileyen beni ihbar etsin, suç duyurusunda bulunsun diye yazıyorum:
Darbeci, ulusalcı 1930’cuları sevmiyorum. Tüm Allah, halk ve demokrasi düşmanlarını, mesela Fazıl Say denilen adamı ve emsallerini sevmiyor, nefret ediyorum. Tarikatlıyı değil ama tarikatçıları sevmiyorum. Müslüman’dan değil ama İslam’ı istismar eden İslamcılardan nefret ediyorum.Çocuklarım hariç, akrabalarımı sevmiyorum. Sürekli sırıtanları sevmiyorum. Öteki canlılardan haşereleri sevmiyorum. (Kusur: Derviş arkadaşıma karasineklerden nefret ettiğimi söylediğimde, eliyle tüm çevreyi işaret ederek: “seveceksin; Allah için hepsini seveceksin” demişti). Hele de ad verecek olursam bu listenin sonu gelmez.
Ama bu sevmediklerim, haklarına tecavüz edilse, kendilerine zulüm edilse ilkin beni yanlarında bulacaklarına asla inanmaz.
Buyrun.