Eski Genelkurmay Başkanı olan Necdet Özel, Milli İstihbarat Teşkilatı'nın (MİT) Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içinde istihbarat yapmasını yasakladığı ve halen yürürlükte olduğu iddia edilen "MY 114-1 © kodlu gizli talimat"la ilgili olarak "Biz MİT ile çok koordineli çalıştık, hiçbir problemimiz yoktu. MİT’in hiçbir zaman karargâh içinden istihbarat talebi olmadı ki gizli bir talimatla yasaklansın? Üstelik tabii birçok belge oluyor, hepsinin detaylarını hatırlamam imkânsız" diye konuştu.
Nagehan Alçı'nın Habertürk gazetesinin bugünkü (17 Haziran 2017) nüshasında yayımlanan "Necdet Özel’in telefonu" başlıklı yazısı şöyle:
Çarşamba günkü yazımın üzerine, yazıda bahsi geçen dönemde Genelkurmay Başkanı olan Necdet Özel Paşa beni aradı. “Abdülkadir Selvi’nin yazısını okuyunca arkadaşlara talimat vermiştim, MY 114-1 © kodlu yönergeyi çıkarttırdım. Yanlışlığı düzeltmek için açıklama yapacaktım, sizin yazınız tam da benim söyleyeceklerimi kapsadığı için vazgeçtim” dedi.
Necdet Paşa bazı gerçeklerin hatırlatılması gerektiğini de söyleyerek “Biz MİT ile çok koordineli çalıştık, hiçbir problemimiz yoktu. MİT’in hiçbir zaman karargâh içinden istihbarat talebi olmadı ki gizli bir talimatla yasaklansın? Üstelik tabii birçok belge oluyor, hepsinin detaylarını hatırlamam imkânsız. Bu vesileyle garnizon komutanlıklarından kıta dışı istihbarat yetkisini 2011’deki yönergeyle geri aldığımızı anımsadım. Çok doğru yapmıştık, garnizon komutanlarının böyle bir yetkisi olamaz!” dedi ve şunları ekledi:
“Üstelik yasalar yönergelerin üzerindedir, şayet MİT’e böyle bir hak tanıyan yasa olsa bir yönergeyle bunun uygulanması engellenemez.”
Yönergede bir değişiklik daha vardı
O yazıda Abdülkadir Selvi’nin bahsettiği gizli talimata değinmiştim. Selvi, MİT’e TSK içinde istihbarat yapmasını yasaklayan 28 Kasım 2011 tarihli bir talimat oldu- ğunu öne sürüyordu ve o tarihte Genelkurmay Başkanı’nın Org. Necdet Özel olduğunu hatırlatıyordu. Halbuki böyle gizli bir talimat bulunmadığını, 28 Kasım 2011 tarihli ve MY 114-1 © kodlu yönergenin 1990 ve 2001 tarihli yönergelerin update edilmiş hali olduğunu, yönergeyi yayınlayarak anlattım. Nitekim o yazı üzerine çok dikkatli ve çalışkan bir kalem olan Selvi, “Durum benim yazdığımdan daha vahim demek ki” diye yazdı.
Esasen MİT 2011’de TSK içinden istihbarat almaktan men edilmemişti, zaten hiçbir zaman böyle bir yetkisi olmamıştı ki! 2011’de yapılan değişikliğin 1990 ve 2001’dekinden temel farkı, garnizon komutanlıklarının elinden, kıta dışı istihbarat toplama yetkisinin alınmasıydı. Yani esasen TSK’nın kıta dışı istihbarat faaliyetinin kısıtlanmasıyla ilgili bir değişiklikti söz konusu olan.
2011’de yapılan ve çarşamba günü değinmediğim ikinci değişiklik ise hakkında istihbarat toplanacak kişilerle ilgili tanım. 1990 ve 2001’de “sakıncalı personel” olarak tarif edilirken 2011’deki yönergede “terör örgütlerinin veya yasadışı oluşumların faaliyetlerine karışanlar...” diye değiştirilmiş. Yani “TSK içinde örgüt bağlantılı personel” vurgusu yapılmış.
Genelkurmay’da buna yönelik, “FETÖ düşünülerek düzenlenmiş” yorumları olduğunu duyuyorum ancak öyleyse de ne fark eder? 15 Temmuz rezaletine kadar uyuyan bir TSK, 2011’de bu ibareyi koymuş da ne değişmiş?
Elbette bunlar yeterli değil, Selvi’nin açtığı başlık çok çarpıcı bir meselenin gün yüzüne çıkmasını sağladı: TSK hâlâ ve her zaman kıta içini kapalı tutuyor. Darbelerden bunca çekmiş ve hâlâ tehlikenin tam olarak bertaraf edilemediği Türkiye’de ordunun merkezinin dış denetime açılması şart!
2 cadı
Bizim pıtırlar 4 yaşını bitirmek üzereler. Meğer kız çocuğu için 4, bir dönemeçmiş! Siz bırakın “terrible 2” sendromunu filan, esas “terrible 4”! Her sabah gardırobun önünde en az yarım saat geçiriliyor, bir elbise çıkarılıp diğeri giyiliyor, sonra birbirlerinden görüp kavga etme süreci başlıyor, zar zor kıyafet meselesi hallolunca sıra saçlara geliyor. Diğer büyük sorun orada başlıyor: Açık mı bırakılacak, at kuyruğu mu yoksa örgü mü yapılacak?
İmdat! Güya bizimkileri “klasik kız çocuğu” gibi yetiştirmeyecektik. Süslü elbiseler, ilgi bekleyen prenses tavırlarına müsaade etmeyecektik... Mümkün mü? Televizyon, okul, kapıyı kapasan bacadan giren popüler kültür formatlama döngüsü... Engelleyemiyorsun! Kısacası bizim pıtırlar oldular birer tatlı cadı.
Batılı dilenci, doğulu dilenci...
Geçen hafta Salzburg’da bu “uçan adama” rastladığımda aklıma Nurullah Ataç geldi. Doğu ve Batı’daki dilencileri kıyaslayan bir denemesi vardır Ataç’ın. Doğu’da bir dilencinin ne kadar pespaye, ne kadar sefil olursa o kadar çok kazanacağını, Batı’da ise tam aksine, ne kadar bizden olursa, temiz ve ilgi çekici görünürse o kadar empati topladığını söyler. Bu fotoğraf Ataç’ın yıllar önce yaptığı kıyası hatırlattı. Dilenci değil, sokak sanatçısı demek daha doğru...
Not: Çarşamba günü Doğan Heper’in ardından kaleme aldığım yazıda Mehmet Barlas, Tufan-Pınar Türenç-Yekta Okur gibi isimlerin Milliyet’ten Güneş’e geçişi için 1982 yazmıştım. Güneş 1982’de kuruldu ancak Barlas’ların Milliyet’ten geçişi Kasım 1986’ydı.