Gündem

Nazlı Ilıcak: Darbe girişimi aklımın ucundan geçmeyen bir olaydı; bize tuzak kuruldu

"Torunlarımı çok özledim"

08 Ekim 2017 11:14

Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç*

“Ne kadar memnun oldum bir bilsen. Bana hayat suyu verdin. Sağ olasın...” Karşımda bu sözleri söyleyen 73 yaşındaki kadın, 45 yıllık gazeteci Nazlı Ilıcak’tı. Bakırköy Kadın Tutukevi’nde 3 kez ağırlaştırılmış müebbet hapsi isteniyor. 15 Temmuz darbe girişimi öncesindeki bazı söylemleri ve attığı sosyal medya mesajları nedeniyle yargılanıyor.

1 yılı aşkın süredir cezaevindeydi ve ilk kez bir meslektaşı ile buluşup konuşmaktan öylesine mutlu olmuştu ki...

İçinde birikip taşan duygu ve düşüncelerini paylaşırken dakikaların yetmeyeceğini iyi biliyordu.

Kahrolası 15 Temmuz darbe girişimi garabetini yaşadıktan sonra ve öncesinde, bizim de yolumuz cezaevlerinin kapılarıyla kesişiyordu işte. Türkiye öyle bir sürecin içindeydi. Bizler de bunu yaşamak zorundaydık.

İşte bu kez, Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nun bir odasında, yılların gazetecisi Nazlı Ilıcak ile konuştuk. O anlattı, biz dinledik:

Sadece gazeteciyim

“İnanabiliyor musun, benim kimliğim teokratik bir darbeye uyar mı? Suudi Arabistan misali bir ülkede yaşayabilir miyim? Neden o adamın başımıza geçmesini isteyeyim ki! Çıldırmış olmalıyım. Sadece her zaman muhalif kimliğimle konuştum, yazdım. Kimsenin de düşmanı olmadım, karşısında konuştum. Bu duruşumla darbeye nasıl zemin hazırlayabilirim ki! Sadece muhalif gazeteci oldum. Bu süreçte herkes gibi ben de geç fark ettim. İtiraf ediyorum. Burnumun dikine gittim. Uyarılara da dikkat etmedim. Demokrattım. Dindar kesimlere hep duyarlıydım. Ama bu FETÖ’de itiraf edeyim ki yanıldım. Başka bir yapılanma karşımıza çıktı. Sadece benim değil, devletin en üst katından, Genelkurmayı’na kadar.

ByLock'um hiç olmadı

Yazılarımda suç unsuru yok. Benim için FETÖ’cü olmamakla birlikte darbenin asli unsurlarından deniyor. 3 kez ağırlaştırılmış müebbetle yargılanıyorum. Oysa Yargıtay’ın kararı çok açık. Okunup görülmesi lazım. Cebir ve şiddet deniyor kararda. Oysa yazılarımda ve sözlerimde nerede? İşsizdim. Zaman gazetesine gitmedim. Bugün’de çalıştım. Bu yayın organları yasal izinliydi. Can Erzincan TV’nin sahibi bile suçlanmadı. Nasıl FETÖ’cü olabiliriz. Bu mantıkla herkes suçlu. Kısaca, hep dürüstçe davrandım, konuştum. Ama kaybettim. ByLock’um hiç olmadı. Banka hesabım da. Evimde 1 dolar da bulunmadı. Torunlarımı okullarına da göndermedim. Örgüt üyesi olmamakla birlikte darbeye zemin hazırlamak. Bu suçla tutuklandım.”

Güçlükle konuştu

“Bir yıl oldu değil mi?”

“Hayır” diye gözleri açıldı Nazlı Ilıcak’ın:

“12 ay değil, 15 aydır tutukluyum. Bunu yaşayan bilir. Yeterince yattım, artık serbest kalmak istiyorum.”

Ziyaretçilerini sordum ona, torunlarını. Gözyaşlarını silerken güçlükle konuştu:

“Torunlarımı çok özledim. Onlar canlarım benim. Ama gelemiyorlar. İnfaz memurları ve polislerden ürktüler ilk geldiklerinde. 5 ve 12 yaşlarındalar. Şimdi gelemiyorlar. Kızım ve oğlum geliyor. 2 ayda bir açık görüş izni var. Mektup yazmam da yasak. Bu yasaklar terör suçlularına. Avukatımla da haftada bir kez görüşebiliyorum. Nasıl savunmamı yazacağım bu şartlarda?”

“TV’lerde ‘Gün gelecek yolsuzluğun, hukuksuzluğun da hesabı sorulur’ demiştim. Şimdi bunun acısını çekiyorum” diye devam ederken, sürenin kısaldığını fark etti, hızla konuşmasını sürdürdü:

“Bu sözlerim ifade ve basın özgürlüğüne girerken, nasıl darbeyi çağrıştırır. TV ve gazeteler terör örgütü sayıldı. O zaman hepsine niçin izin verildi? İzin verildiyse bize mi tuzak kuruldu! O yayınlara izin verenlerin, bu durumu ispat etmesi gerekir. Darbe girişimine çok şaşırdım. Aklımın ucundan geçmeyen bir olaydı.”

Biliyorsun ben hiç yer silmedim

Hücresine dönmeden önce, günlerinin nasıl geçtiğini de sordum. Acı acı güldü, “Hep umutlu olmak zorundayım. İyi olmam lazım. Torunlarım beni bekliyor” dedi ve ekledi: “Sabahları zor. Saat 08.00’de sayım için o demir kapının gözetleme deliği korkunç bir sesle açılıyor ya... Beynimiz dağılıyor. Yataktan fırlıyorum, ‘Geldim geldim’ diye bağırarak. Sonra yine yatıyorum. 11.00’de kalkıyorum. Avluda yürüyüşümü yapıyorum. 3 kişiyiz avluda. Cimnastik yapıyorum. Plastik su şişelerini doldurup ağırlık çalışıyorum. Biliyorsun ben hiç yer silmedim. Şimdi koğuşumun yerini sopalı bezle silmeyi öğrendim. O kovaların nasıl kullanıldığını bana öğrettiler. Yaşım nedeniyle süpürge yaptırmıyorlar. Kendim saçımı boyuyorum. Sürekli dua ediyorum. Vakte bağlı kalmadan 10 rekât namaz kılıyorum oturarak, dizlerim iyi değil. Allahıma dua ediyorum; kalbime öfke verme. Nefret verme Allahım. Beni çocuklarımla torunlarımla imtihan etme. Hastane yerine hapishaneye şükrediyorum Allahım. Beni bir an önce kurtar, suçlu olmadığımı anlatabilme fırsatı ver Allahım.”

Ilıcak, polisiye roman okuyup TV’lerdeki dizleri seyrettiğini de söylerken, günde iki öğün yediğini belirtti ve akıl sağlığı için bol dua ettiğini ekledi. Ve tekrar koğuşuna dönerken şöyle dedi:

“Bana hayat suyu, moral verdin. Sağ olasın. Bizi Allah kurtarsın.”

*Bu yazı ilk kez Hürriyet'te yayımlanmıştır.