Hazal Özvarış
“Hrant Dink\'in hayallerini, mücadelesini, dilini ve yüreğini yaşatmak amacıyla 2007 yılında kurulan” Hrant Dink Vakfı, beş senedir “ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış daha özgür bir dünya için çalışan ve insanlara mücadele etme yolunda ilham ve umut veren kişilere” Uluslararası Hrant Dink Ödülü veriyor.
2009’da Alper Görmüş ve Amira Haas, 2010 yılında Türkiye Vicdani Ret Hareketi ve Baltasar Gazron, 2011’de Ahmet Altan ve Lydia Cacho, 2012’de İsmail Beşikçi ve Uluslararası Memorial Topluluğu’na verilen ödül geçtiğimiz Pazar günü, Cumartesi Anneleri’ne ve Nataša Kandić’e verildi.
Hrant Dink Ödülü kendisine, İsmail Beşikçi ve Ali Bayramoğlu tarafından takdim edildikten sonra yaptığı konuşmada ödüllerin genellikle Amerika’dan veya Avrupa’dan geldiğini, bu ödül için teşekkür ettiğini söyleyen Kandic, Time’ın 2003’te 36 Avrupalı Kahraman listesinde yer verdiği, şimdiye kadar aldığı ödüller arasında Human Rights Watch (İnsan Haklarını İzleme Örgütü) Ödülü ve National Endowment for Democracy’nin Demokrasi Ödülü olan bir isim.
Kandić’in aldığı ödüllerin nedeni, eski Yugoslavya’da çatışmalar başladığı andan itibaren sergilediği mücadele. Sırp asıllı bir sosyolog ve avukat olarak Sırpların işlediği savaş suçlarını kayıt altına almak için çalışan Kandić’in 1992’de Belgrad\'da kurduğu İnsani Hukuk Merkezi\'nin Priştine ofisi, 1998’de Kosova\'daki insan hakları ihlalleri hakkında Sırp yetkililer tarafından verilen bilgilerin tamamen aksi bilgileri içeren bir rapor yayımladı. Delilleri Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi\'nin iddianamesinde kullanılan Kandić’in bulguları arasında en ünlüsü Srebrenitsa Katliamı\'nın kanıtlarından biri olarak itibar edilecek Sırp paramiliterlerin altı Bosnalı Müslüman mahkûmu katlettiğini yansıtan video kaydı.
Savaş suçlarına karşı ortaya koydukları nedeniyle Sırbistan yöneticileri ve milliyetçi grupların tepkisini çeken Kandić’e dava açanlar arasında Sırbistan Cumhurbaşkanlığı yapmış olan Tomislav Nikolić de var.
Ödül töreninden bir gün sonra Agos’ta buluştuğumuz Nataša Kandić’e T24 olarak grupların birbirlerine karşı nefretinin oluşum sürecini ve barışın yollarını sorduk. Türkiye’yi ziyaretlerinden de bilen ve insan hakları raporlarından takip eden Kandić’in anlattıkları şöyle:
‘Siyasiler geçmişi çarpıttı, sıradan insanlar fark yaratmaktan vazgeçti’
- Savaş öncesi dönemde Sırplar, Boşnaklar ve Hırvatlar arasındaki nefret nasıl inşa edildi?
Her şey “diğerleri”ne karşı propagandayla başladı; \"Diğerleri Sırplara karşı düşmandı\", \"Sırp devletinin topraklarını almak istiyorlardı.\" Diğerlerine karşı kullanılan güçlü silah tarihti. Çünkü İkinci Dünya Savaşı\'ndan sonra - o dönem Almanlar, Naziler bir gruptu ama 1941\'de pek çok başka ölümler de yaşanmıştı - eski Yugoslavya\'da ne olduğu tartışılmadı. Komünist bir devlet kurulduktan sonra da geleceği inşa etmek adına geçmişe dair tartışma yasaklanmıştı. Geçmiş, geçmişti. (Josip Broz) Tito uluslararası kamuoyu tarafından takdir görüyordu.
Yakınları ölen ailelerin, entelektüellerin geçmişi sorgulama hakkı yoktu; bunu yapmak çok tehlikeliydi. Ve yeni savaş başladığında siyasiler, kazanmak adına insanları \"diğerleri\"ne karşı harekete geçirmek için geçmişi kullandı. Ve sıradan insanlar, ne olduğuna dair gerçek resmi kaybetmeye başladılar. Geçmişle gerçeği karıştırmaya başladılar. Siyasiler geçmişteki suçlar güncel suçlarmış gibi konuşmaya başladı, sıradan insanlar, fark yaratmaktan vazgeçtiler.
Siyasiler gazetelere büyük suçlar anlatmaya başladılar: \"Hırvatların üç yüz Sırpı kilisede öldürdüklerini biliyorsunuz.\" Ama bunun 1941\'de olduğundan bahsetmiyorlardı. İnsanlar için de bu güncel bir olay oluyordu, çok korkuyorlardı, Hırvatları sevmiyorlardı ve onlara karşı olmaya başladılar. Sonrasında silahları alıp diğerlerinin bölgelerine gitmek ve onlara karşı savaşmak kolaydı.
‘Geçmiş tartışılmaya açık olmazsa suçlar siyasilerin silahı olur’
- Yani nefret insanlar arasında değil, siyasilerin propagandalarıyla başladı?
Siyasiler tarafından yürütülen çok örgütlü bir propagandaydı bu. Muhtemelen kimi halkla ilişkiler ajanslarından geçmişi yeni yaşanmış gibi yansıtmak için tavsiye almışlardı. Bir sonuç bekliyorlardı, insanlar savaş için organize oluyordu.
1941’de faşistlere yakın Hırvatlar için kullanılan tabir, 1991 yılında gazeteciler ve politikacılar tarafından yeniden kullanılmaya başlandı. Pek çok sıradan ve genç insan Sırp milletini korumak ve savaşmak için orduya katılmaya karar verdi. 1941\'de suçların işlendiği yerlerde benzer suçlar yine işlendi. Bu yüzden geçmiş tartışmaya açık olmalı, yoksa suçlar siyasilerin geleceğe, demokrasiye karşı silahları olur.
- \"Diğerleri\" siyasiler tarafından geçmişe dair bilgilerle oluşturulurken yeni gruplar \"diğerleri\" kümesine nasıl katılıyordu? Yoksa \"diğerleri\"ni sadece etnisite mi oluşturdu?
Savaş her zaman etnisite bağlantılı oldu. Ama savaşta bazı gruplar sadece etnik nedenle dışlanmadı, örneğin Romanların yaşadıkları. Balkanlarda Romanların hayatı çok zor, çünkü Kosova\'daki savaş sırasında Sırp polisleri onları kendilerine yardım etmeleri için kullandılar. Toplu mezarlar oluşturmaya, Arnavutların evlerinden eşyalar almaya zorlandılar. Kaçma şansları yoktu. Çünkü herhangi bir kurumsal destek, koruma almıyorlardı. Savaştan sonra Sırp polisleri Kosova\'yı terk edince bazı Romanlar orada kalmaya karar verdi. Ama Arnavutlar geri döndüklerinde, pek çok Roman, Arnavutlar tarafından öldürüldü. Çünkü Arnavutlar için onlar düşmandı. Onlar suçlara katılmamışlardı ancak Sırp polislerle birliktelerdi. Arnavutlar, Romanların hiçbir seçeneklerinin olmadığını anlamadı. Romanlar öldürüldükten sonra Arnavutlara Romanların kurban olduğunu, düşman olmadıklarını anlatmak çok zor oldu.
Savaştan sonra bazı gruplar bedel ödüyor, bu örnekte Romanların veya Sırp güçleri ayrıldıktan sonra Kosova\'da kalmayı tercih eden Sırpların yaşadığı gibi. Bunlar hep azınlık olmakla ilgili. Romanlar Arnavutlar arasında azınlıktı, Sırplar Kosova’da azınlıktı… Bosna üç bölümden oluşuyor: Sırplar, Müslümanlar, Hırvatlar. Bu gruplar da eşit değil çünkü Müslümanlar azınlık, Müslümanlar arasında yaşayan Sırplar da öyle. Onlara azınlıkların hayatının her yerde aynı olduğunu anlatmaya çalıştım. Çünkü ayrımcılığa uğruyorlar, aynı sorunları yaşıyorlar.
‘Hükümet azınlık haklarını tanımak istiyor, Hırvatlar izin vermiyor’
Şimdi Hırvatistan\'da liberal bir hükümet var, azınlıklar için standartları oturtmaya çalışıyor. Ama kamuoyu buna karşı. Örneğin, Hırvat kurbanların olduğu Vukovar’da yaşananlar. Vukovar’da Sırp ordusu çok Hırvat öldürdü ve şimdi Avrupa standartlarıyla uyumlu Hırvat yasalarına göre, azınlıkların bazı sokak ve bina isimlerini kendi dillerinde kullanma hakları var. Ama Hırvatlar, iki hafta önce büyük bir eylem organize ettiler. Azınlık olan Sırpların haklarını kullanmalarına rıza göstermiyorlar. İlginç olansa şu; Hırvatistan Başbakanı \"Hayır, biz azınlıkların haklarını uygulayacağız\" dedi. Bunun olmasına izin vermeyen çok agresif vatandaşlarla karşı karşıya kaldılar. Buna karşı Başbakan, \"Biz yasayı uygulamak ve saygı göstermekle yükümlüyüz\" dedi. Şehrin Hırvat sakinleri ise \"Hayır, Sırp diline izin vermeyeceğiz\" diyor. Bu, geçmişteki propagandanın bedelini yeni demokratik hükümetin ödediğini gösteriyor. Çünkü savaş boyunca siyasiler \"Düşmanımızın alfabesini görmek istemiyoruz\" dedi ve savaşa katılan sıradan insanlar bunu çok ciddiye aldılar.
- Çoğunluk ve azınlıklar arasında, insanların kafalarında sizce bunca nefretten sonra barış nasıl oluşturulabilir?
Siyasiler olmadan bu çok zor. Sivil toplumun, insan hakları örgütlerinin olması çok önemli. Korkmayan yazarların, örneğin Ermenilere ne oldu, Kürt meselesinde ne oldu diye sorması, kayıplardan bahsetmesi, geçmişle uzlaşmanın nasıl yapılacağını söylemesi çok mühim. Kimse ölenleri geri getiremeyecek.
Ama Türkiye\'deki toplum için yüz sene önce yaşananlarla uzlaşmak çok önemli. Srebrenitsa soykırımını düşünüyorum. Belki biz daha iyi bir durumdaydık çünkü çok güçlü bir uluslararası kamuoyu baskısı, Hague Criminal Tribunal (Eski Yugoslavya\'nın Topraklarında 1991 Yılından Bu Yana Uluslararası İnsan Haklarını Çiğnemekle Sorumlu Kişilerin Cezalandırılması İçin Kurulmuş Uluslararası Mahkeme) vardı ve pek çok kanıt mahkemede sunuldu. Ve siyasilerin mahkemedeki adli kanıtları reddetmesi çok zordu.
‘Ermenilere de, Bosna’da Müslümanlara yapılanlar da soykırım’
Sizin hiç uluslararası bir yargınız olmadı, az sayıda dava burada görüldü. Ama bizim daha iyi pozisyonda olmamız tartışma için garanti değil. Çoğu kişi, politikacı \"Srebrenitsa’da suçlar işlendi\" diyebilir ama Sırbistan\'dan kimse bunun soykırım olduğunu söylemez. Ama Sırp parlamentosu, \"Sırp parlamentosu ve devletinin Srebrenitsa kurbanlarına saygı duyduklarını\" söyledi. Sırp toplumu için bu ileriye yönelik iyi bir adım.
Kurbanlar için birinin soykırım ifadesini kullanıyor olması önemli ama olanlar için özür dilenmesi de önemli. Ama asıl sorun Bosna\'daki insanların ilişkisi. Sırp devleti 8 bin Srebrenitsa kurbanını tanıyor ama Bosna’daki Sırplar kabul etmeyi reddediyorlar. Türkiye\'de de bildiğim kadarıyla Ermeni soykırımının varlığı resmi olarak tanınmıyor.
- Doğru. Siz 1915\'i soykırım olarak tanımlıyor musunuz?
Tabii ki çünkü Ermenilere karşı yapılanlar da, Bosna\'da Müslümanlara karşı yapılanlar da soykırım bağlamında ceza gerektiren bir suçtur. Ve bunları kabul etmek veya ileriye dönük bir adım atmak için irade gösteren siyasiler görmek önemli.
‘Törende Kürt meselesine farklı yaklaşıma verilen desteği görünce şaşırdım’
- Siz barış için, konuların tartışmaya açılması için korkmayan yazarların, entelektüellerin konuşmalarını öne çıkardınız. Fakat örneğin Kürt siyasiler tutuklanırken veya provokatif olmayan bir üslupla Ermeni meselesini yazdığı için Hrant Dink öldürülürken sizce korkmamak mümkün mü
Oyuncular, sanatçılar arasında her zaman korkmayanlar, gerçeği söyleminin ne kadar önemli olduğunu anlayanlar oldu. Dün yüzlerce insanın gelip Kürt meselesine farklı bir yaklaşıma destek verdiğini gördüğümde şaşırdım. Bu çok iyi. Hrant Dink Ödülü\'nün daha fazlasını yapmak, tartışmanın başlayacağı alanı yaratmak için kapasitesini gördüm. Dün, çok fazla entelektüel vardı ve kadınları (Cumartesi Anneleri’ni -T24) dinliyorlardı. O kadınlar entelektüel değil, sıradan kadınlardı, acılarını anlatıyorlardı ve destek görüyorlardı. Türkiye 15-20 yıl önceki gibi değil.
- Daha önce Türkiye’de bulunduysanız, siz nasıl değerlendiriyorsunuz tanık olduğunuz değişimi
Benim Türkiye\'ye dair bilgim İnsan Hakları Raporu\'yla başladı. Human Rights Watch ve Amnesty International hapishanelerde neler olduğunu yazmıştı ve yazılanlar korkunçtu! Son olarak dört yıl önce gelmiştim ve çok fazla gazeteci, entelektüelin Kürtlere neler yapıldığını tartışmak istemesine şaşırmıştım çünkü bu, çok sıcak bir konu. Sivil toplum eskisine kıyasla güçlenmişti, Mayıs olaylarına (Gezi Parkı eylemleri-T24) bakın. Genç insanlar yeni bir üslupla protesto yapıyorlar, gülümsüyorlar, hükümetin vatandaşlara danışmadan kararlarını uygulamayacağını söylüyorlar.
‘Sırbistan\'tan gelen bir ödülü kabul etmem’
- Hrant Dink\'ten ilk ne zaman haberdar oldunuz? Veya daha önceki Türkiye ziyaretlerinizde karşılaşmış mıydınız?
Hayır, bilmiyordum. Buraya davet edildiğimde şaşırdım, çünkü şimdiye kadar çok ödül aldım ama çoğu Amerikalılardan veya Avrupalılardandı.
- Siz bunu neye bağlıyorsunuz? Bu coğrafyada insanlar birbirini takdir etmiyor mu?
Balkanlarda, Bosna ve Hırvatistan, bölgedeki insanlara ödül vererek yeni bir kültür başlattılar. Ve şimdi de Türkiye. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum çünkü insan haklarında sorunlar yaşayan bir ülkede ötekilerin insan hakları için çalışanlara destek vermek, saygı göstermenin ne kadar değerli olduğunun anlaşılması lazım. Mesela ben asla Sırbistan\'dan gelen bir ödülü kabul etmem, reddederim. Ama Saraybosna’dan ödül almak için davet edildiğimde bu benim için büyük bir iltifat oluyor, Hırvatistan\'dan da ödül almak için çağrıldığımda bunu çok önemsiyorum. \"Diğerleri\"nin savaşta neler yaptığıma saygı göstermesini önemsiyorum. Hrant Dink’e dair ve Hrant Dink Vakfı’nın kuruluş nedenlerini okuduğumda bunu da çok değerli buldum. Çünkü diyalogun, empatinin, barışın ve kişisel riskin ne demek olduğuna dair bilgi ve tecrübeyi kullanmanın ehemmiyetini düşündüm.