Özel Dosya

'Mutluluk dediğin iyi iş ve iyi eş'

'Türk-Rus aşkları' dizisi Hristiyan olan Sabri ve diğerlerinin hikâyesi ile sürüyor

04 Ağustos 2014 03:07
Hakan Aksay

İlk iki bölümde sunumunu yapmaya ve bazı verileri paylaşmaya çalıştığım Türk-Rus aşkları ve evlilikleri ile ilgili olarak Antalya, İstanbul ve İzmir'de görüşmeler yaptım. Konuyla ilgili olarak Antalya'ya ilk gidişimde uçakta yanımda oturan yaşlı bir adamla sohbet ediyordum. Türkiye'nin neredeyse bağımlısı olduğu "Nerelisin?" ve "Ne iş yaparsın?" sorularının ardından sıra seyahat amacıma geldi. Beni dinledikten sonra bir süre düşündü, ardından şunları söyledi:

- Zaman değişti. Bizim gençliğimizde aynı köyden, aynı mahalleden insanların evlenmesi teşvik edilirdi. Bugün ise uzak yerlerden, farklı milletlerden kişiler birbirine daha çok ilgi gösteriyor. Dünya küçüldü, yabancılarla tanışmak kolaylaştı. Gönül Rus sevdiyse mutluluk Rusya'dan geliyor demektir. Türktü, Müslümandı, değildi, diyerek fırsatı kaçırmamak lazım. Hayat kısa! Zaten işin ve eşin tamamsa, mutlusun demektir.

Onunla vedalaştıktan sonra dediklerini not alma gereği hissettim. Gösterişsiz, ama doğru, bilgece sözlerdi bunlar. Zaman ve teknolojik yenilikler ne kadar hızla ilerlerse ilerlesin, hayatın ve mutluluğun sırrı belki de eski, denenmiş, basit ölçütlerde yatıyordu.

 

Mutluluğun üç adresi

 

Peki, her biri kendince mutluluğu aramaya çalışan yüz binlerce Rus ve Türk birbirleriyle nerede tanışıyor?

Üç yer öne çıkıyor:

Tanışmaların önemli bölümü, Türkiye'de (turist olarak veya bir başka statüde) bulunan Rus kadınlarıyla yerli erkeklerin tesadüfen birbirine rastlaması sonucu gerçekleşiyor.

İkincisi, Rusya'da ve öteki eski Sovyet cumhuriyetlerinde çalışan Türkiye vatandaşı erkeklerle yerli kadınların tanışması...

Ve çok önemli bir tanışma-buluşma düzlemi daha var; internet. Sosyal medya ve internet siteleri aracılığıyla tanışanların sayısı çığ gibi artıyor. Bazen internette tanışan Rus ve Türk, bir süre yazıştıktan sonra, söz gelimi, Antalya'da veya Moskova'da görüşme kararı alıyor. Devamı bazen "aşk hikâyesi"ne dönüşüyor.

 

'Rus kadını değerini Türkiye'de keşfetti'

 

Petersburg'da yatçılıkla ilgili bir dergide çalışan Natalya (35), yaklaşık 5 yıl önce bir fuar için İstanbul'a gittiğinde Baran (37) ile tanışmış. Bir yıl kadar karşılıklı yazışmalar ve gidiş-gelişlerle ilişkileri gelişmiş.

Sonra "o an" gelmiş. Boğaz'da yenen bir akşam yemeği sırasında, denizde, üzerinde Rusça "Benimle evlenir misin?" yazan bir tekne belirmiş. Ancak Natalya uzağı iyi göremediği için "romantik plan"ın ilk bölümü hemen amacına ulaşamamış. Baran'ın sözlü teklifi ve iyice yaklaşan tekne, Natalya'nın olumlu cevabıyla taçlanmış.

"Evet dedim ve der demez, Tanrım ben ne yaptım, diye ürperdim", diyor Natalya.

Farklı uluslar, kültürler, mentaliteler, nerede ve nasıl yaşamak gibi koca koca sorular o an sanki dev kayalar gibi önüne yığılmış kalmış. Ama aşk, süreç içinde onları ufalamış, sorunları büyük ölçüde çözmüş.

Ruslara özgü bir açıklama yapıyor: "Başarısızlık ihtimali her durumda vardı; ama ben denemeden ve buna pişman olarak değil, gerekirse deneyerek ve gerçekleri görerek başarısız kalmayı tercih ederim."

Abisi ve bazı arkadaşları kendisini "Boşuna gitme, nasılsa kısa sürede dönersin. Seni eve kapatırlar. Temizlik falan yaptırırlar. Ruslarla evlenenler genellikle Antalya'da animatörlük yapanlardır" diye uyarmışlar.

Şimdi 3 yılı aşkın mutlu bir evlilik ve bir çocuk eşliğinde bunları gülümseyerek anlatıyor.

"Aslında Rus kadınlar da Türk erkekler de maceracı. Ve dinlerimiz farklı olsa da mentalitelerimiz benzeşiyor. Birbirimize Avrupalılardan çok daha yakınız."

Natalya, önceleri dünyaya kapalı olan Rusya'nın dünyaya açılmasıyla ilk gidilen ülkelerden birinin Türkiye olduğunu, kendi ülkesinde fazla ilgi görmeyen ve iltifat almayan Rus kadınlarının değerlerini Türkiye'de keşfettiğini savunuyor.

Natalya'yı tanımadan önce evliliğe pek sıcak bakmayan Baran, Rus eşi için riskleri minimize edip korunaklı bir ortam oluşturmaya çalışmış. Yerleştikleri Nişantaşı'nın sarışın ve beyaz tenli bir Rus kadının rahatsız edilme ihtimalini azaltacağını düşünmüş. İlerde gerekirse Rusya veya üçüncü bir ülkeye taşınma seçeneğini bile reddetmiyor.

Küçük kızının eğitim ve yetişme şartlarına büyük önem veriyor. "Burada yaşarsak da Rus olduğunu unutmamalı, o dili ve kültürü de edinmeli" diyor. Kendisinin de melez olduğunu (anne Laz, baba Kürt) söyleyerek kızının yeteneklerinden umutlu olduğunu dile getiriyor.

 

'Burası Rusya değil, her yerde öpüşülmez'

İstanbul'un bir başka semtinde, Beşiktaş Fulya'da yaşayan Tanya (29) ve Serdar (35) 2011'de Moskova'da tanışmışlar. Anlattıkları "ilk görüşte aşk"ı akla getiriyor. Üstelik doğru dürüst anlaşabildikleri bir ortak dil de yokmuş.

Tanya gülerek hatırlıyor:

"Serdar Rusça konuşmakta zorlanıyordu. Ben de İngilizceyi pek beceremiyordum. İlk görüşmelerde sık sık 'google translate' hizmetinden yardım almamız gerekti." Sonra "üç yarım dil"den bir iletişim lisanı kurulmuş.

Tanışmalarından 9 ay kadar sonra evlenme teklif eden Serdar, anne ve babasından "tekrar düşünmesi için kibarca bir tavsiye" almış. Ama sonradan Tanya'yı tanıyınca onu ve evliliği benimsemişler.

Tanya haftada bir kez kiliseye gidiyor. Serdar'ın ise bu konularla pek ilgisi yok. Ama "eşim isterse kilise nikahı bile yapabilirim" diyor.

Serdar açık yüreklilikle bir sorununu paylaşıyor: İlk eşi Türkmüş. İş nedeniyle Rusya'ya gittiklerinde orada pek mutlu olamamış. Üstelik güzel bir kadın olmasına rağmen Moskova'da kendini vasat hissedip rahatsızlık yaşamış. Sonra kıskançlıklar başlamış. Ardından da boşanma gelmiş. Yaşananların doğal-insani tarafına dikkat çeken Serdar, yine de sonuçta "Rusya'ya gitti, yabancı bir kadına aşık oldu ve yuvasını yıktı" klişesinin kendisine mal edildiğinden yakınıyor.

Genç çiftin dile getirdiği şeyler arasında ilginç bir ayrıntı var: "Rusya'da her yerde öpüşebiliyorduk", diyor ve Türkiye'de bunun kolay olmadığını vurguluyorlar.

'Din değiştirmek şart değil, ama...'

Alyona (yeni adıyla Feride) ve Aydın ise İstanbul'un ilk iki çiftimiz kadar “korunaklı” sayılamayacak bir semtinde, Maltepe'de oturuyorlar. Daha önce de Tokat'ta yaşamışlar.

Alyona Ortodoksluk'tan vazgeçerek Müslüman olmuş. Baskı var mıydı, diye soruyorum. "Hayır" diyor, yıllar boyunca öğrenerek, bilerek, isteyerek seçtiğini ifade ediyor. Eşinin din konusunda herhangi bir şart ileri sürmediğini ekliyor.

Türkçesi mükemmel. Hatta Türkçe öğretmenliği yapacak kadar.

İkisi de 35 yaşında olan eşler, 1999'da Kazakistan'da, üniversitede tanışmışlar. Akrabaları arasında bu ilişkiye kuşkuyla yaklaşanlar ve karşı çıkanlar olmuş. Zamanla bunlar geride kalmış. Hatta bir dönem Alyona, yanında eşi olmadan kayınbaba ve kayınvalidesiyle birlikte yaşamış.

Şu anda çok mutlu ve uyumlu bir çift izlenimi bırakıyorlar. Karı-koca Türk olanlara oranla, Rus-Türk ailelerde boşanmaların çok az görüldüğünü belirtiyorlar.

İzmir'deki evlerinde ziyaret ettiğim Sveta (40) ve Sabri'nin (44) durumu ise farklı. Orada Sabri uzun süre inceleyip düşündükten sonra Hristiyan olmaya karar vermiş. Bu konudaki kararı büyüyünce bağımsız olarak vereceklerini söyledikleri iki oğullarından küçüğü Aleks (veya Ege, 10) Hristiyanlığa sempati duyar gibi, Deniz (13) ise henüz kararsız.

16 yıl kadar önce Seferihisar'da tanışmışlar. Sonra Aliağa'da bir iş imkânı çıkınca Sabri, "ilk görüşte eşi olacağını sezdiği" Sveta'yı Ukrayna'dan çalışmaya davet etmiş. O dönemlerde yaşanan vize sorununun aşılması için "evlilik formülü" gündeme gelmiş. Zaman içinde o formülden bugün 15 yıllık staja dayanan bir aile doğmuş.

Ukrayna'da spor öğretmeni olan Sveta, bir süre sonra İzmir'de kendi alanında çalışmaya başlamış. Böylece kendine çevre oluşturmuş ve Türkçesini geliştirmiş.

Bazen Türk kadınlarının Rus ve Ukraynalı hemcinslerine haksız ve sert eleştiriler yönelttiğini ("Bunlar erkekleri hemen kandırırlar, kaparlar" vs.) söyleyen Sveta, Türkiye'deki dedikodu merakından ve evlenince kocanın tüm ailesinin sanki evliliğe dahil olmuş gibi davranmasından yakınıyor. Şöyle diyor:

"Evlilik, iki olgun insanın birlikteliğidir. Koca, asla baba gibi davranmamalıdır, hesap soran konumda olmamalıdır."

 

'Nataşa' söylemi geride kalıyor

 

Alanya'da yaşayan Anya (27) ve Kerim (29) çok genç olsalar da, ilişkileri eski sayılır. 9 yıl önce Kırgızistan'da tanışmışlar. Kerim'in bazı arkadaşlarının dile getirdiği kaygılara aldırmadan evlenerek yeni bir hayat kurmuşlar.

Anya, aşkının verdiği cesaretle kültürünü pek bilmediği bir coğrafyada yaşamaya gittiğini anlatıyor. Her ne kadar Alanya göreceli olarak rahat sayılsa ve artık Rus kızlarına 'nataşa' olarak bakılmasa da, Türklerin geleneklerinin farklı olduğuna dikkat etmiş. "Rusların daha açık yürekli olduklarını, Türklerin daha kapalı davrandıklarını, bayram ve kutlamaların bile genellikle kadın-erkek ayrı ayrı kutlandığını" gördüğünü anlatıyor.

İki yaşındaki çocuklarıyla - "nasıl olsa Türkiye'de, Türkçe öğrenir" diye düşünerek - Rusça konuşuyorlar. Ama çocuğun iki kültürle de beslenmesi gerektiği kanısındalar. Kerim yine de şöyle bir ek yapıyor: "Elbette ana(sının) dilini, Rus kültürünü almalı. Ama Türkiye'deyiz ve Türk gelenekleriyle, İslam kültürü ile büyümesi önemli. Bu açıdan çocuğun eğitiminde iplerin benim elimde olması gerektiğini düşünüyorum".

Alanya Rus Eğitim ve Kültür Derneği Başkanı Katya (33) çok genç yaşta evlenmiş. Çocuğu 10 yaşında. Kendi özel hayatından ziyade, dernek başkanı olarak karşılaştığı örnekler üzerinden çıkardığı sonuçları paylaşmayı tercih ediyor.

Rus erkeklerinin aile değerlerini önemli ölçüde kaybettiğini, kadınların ise aile hayatına önem verdiğini, güvenilir bir erkekle birlikte olmayı ve onun aileyi korumasını istediğini vurguluyor.

İlişkide din ve kültür farklılığına dayanan sorunlar çıkarsa bunun genellikle başlangıçta gündeme geldiğini, ancak genellikle asıl sorunun sevginin ve saygının bitmesi olduğunu belirtiyor.

Türk kocaların sık sık boşanmada engel çıkarma, bazen eşine şantaj yapma, şiddet uygulama, çocuk ve mal bölüşümünde baskıcı davranma eğiliminde olduğunu söylüyor.

Rusların ise genellikle haklarını bilmediklerini ekliyor.

Giderek azalan 'nataşa' söylemini hâlâ sürdürenlere ise tepkili:

"Nataşa (Rostova): Lev Tolstoy, Savaş ve Barış romanında iyi yürekli bir kızı böyle bir isimle anlatmayı tercih etmişti. Bu, sizdeki Ayşe ve Fatma gibi yaygın ve çok güzel bir isimdir."

 

'Özgür bırakma, güvenme ve yardımcı olma'

 

Görüştüğüm en renkli ve mutlu ailelerden biri de Antalya'da, kökleri ta 1996'ya dayanan bir aşkı, büyük bir huzuru, hoşgörüyü ve dayanışmayı yansıtıyordu.

Alyona (44), İlyas (48), oğulları Ünal (15) ve kızları Derya (11) ile uzun uzun sohbet ettik. Tanıştıktan üç yıl sonra, 1999'da evlenmişler. Evlenmeden önce çok şey düşünmüş Alyona:

"Ülke, hava, mentalite vs. Hepsi önemli olabilir. Ama en önemlisi insandır, aşktır. Ben her şeyden önce İlyas'ı kaybetmek istemedim."

O yıllarda Antalya'da fazla Rus eş yokmuş. Bazen yollarda "Aa, Nataşalar geldi" gibi laf atmalar duyulurmuş. Kılık kıyafete ve tavırlara çok dikkat etmek gerekirmiş. Bu konularda hep İlyas Bey'den destek almış Alyona.

Söz sırası kendine geldiğinde, İlyas Bey güleryüzlü, mütevazı haliyle ve şefkatle "elbette, ortamı bilmeyen birine yardımcı olmak gerekir" diyor. Eşine her zaman güvenmiş ve destek olmuş. Onun haklarına ve özgürlüğüne saygı duymuş. Bir gün ona şöyle demiş: "İstersen çalışma!" Alyona söze devam ediyor:

"Belki bir Türk kadını bunu hemen kabul edebilirdi. Ama Rus kadınların yüzde 90'ı çalışır. Zaten çalışmak ve sosyal hayata karışmak isterler. Çalışanlar için dedikoduya ve tembelliğe pek fazla zaman kalmaz. Bağımlı olmak da istemezler."

Ve çocuklarının eğitimiyle çok yakından ilgileniyormuş Alyona. Bazen Türk annelerin kolaylıkla "Zaten okulda yoruluyor, gitmeyiversin" dediği noktada, çocuklarını dans, gitar ve spor kurslarına katılmaya özendirmiş. Gelişimlerinde büyük etkisi olduğunu savunuyor.


 

Çarşamba 4. bölüm: 'Her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır'