Gündem

MÜSİAD: Erken seçim olursa 2016'yı bile kaybederiz, bürokrasi durdu, şu anda kim imza atar ki?

MÜSİAD Başkanı Opak: Makine durdu. Bu gerçeği kabul etmek lazım

22 Haziran 2015 10:39

7 Haziran seçimleri sonrasında konuşulan erken seçim senaryosunu değerlendiren Müstakil İşadamları Derneği (MÜSİAD) Yönetim Kurulu Başkanı Nail Olpak, “Erken seçim dediğinizde bu en erken 15 Kasım. Sonuçları açıklanacak, yeni hükümet kurulacak, geldi aralık. 2015 yılını kaybettik. Hatta daha zor koalisyonlar bile çıkabilir. Bu da 2016’nın bile kaybedileceği anlamına gelir” dedi.

Olpak, “Sırf ekonomik perspektiften bakınca bile erken seçimi öncelik görmüyorum. Geçen seneki seçimlere rağmen ekonomimiz dünya ekonomisine göre iyi gitti. Ama her şeyin bir sonu var. Kriz yok ama etrafımız da güllük gülistanlık değil. Mesela şu anda güneyde bir şeyler oluyor. Yunanistan iflas edecek mi belli değil. Böyle bir ortam içinde benim ekonomim sağlam diye işi uzatma hakkına sahip olmadığımızı düşünüyorum. Bunu siyasi partilerimize de söyledik; uzatırsanız hanginiz göreve gelirseniz gelin tıkanmış bir sistemin başına geleceksiniz. Bürokrasi şu anda Ankara’da beklemede. Kim imza atar ki şu anda?” diye konuştu.

Hürriyet’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan Nail Olpak, koalisyon tartışmalarıyla ilgili olarak ise “Ben şube başkanlarıma bu fotoğraf konusunda ne düşündüklerini sordum. Dediler ki ‘Bu tablonun içinden daha kolay sonuçlanabilecek koalisyon formülü AK Parti-MHP’dir. Buna göre daha zor sonuçlanabilecek olan AK Parti-CHP’dir ama zorlukları olmakla birlikte gerçekleşebilirse daha yaygın ve ömrü itibarıyla daha doğru bir koalisyon olabilir” ifadelerini kullandı.

Cansu Çamlıbel’in Nail Olpak ile yaptığı söyleşi şöyle:

- Geçen hafta Ankara’da yaptığınız seçim turunda randevuları nasıl ve hangi öncelik sırasıyla talep ettiniz?

Biz 5 kurumdan randevu isteyip kim önce randevu verirse o sırayla gitmek üzere yola çıktık. Hiyerarşik bir bakış açımız yok. Ben ilk önce MHP genel başkan yardımcılarından birisine ulaşabildim. Sonra CHP Genel Başkan Yardımcısı Enis Bey’e (Berberoğlu) ulaştım. Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığına ulaştık. Arkadaşlarımız HDP özel kalemine ulaştılar. İlk geri dönüş Sayın Cumhurbaşkanı’ndan geldi. Bizim önceliğimiz değildi. Daha sonra Sayın Davutoğlu’ndan, sonra CHP’den, sonra da HDP’den randevu için yanıt geldi.

- MHP’ye ne oldu?

Telefonuma ilk çıkan MHP’ydi “Genel Başkanımıza iletelim. Bir yoğunluk içindeyiz, biz sizi arayacağız” dediler. Şu ana kadar oradan bir geri dönüş olmuş değil.

- Bir tavır olarak algıladınız mı bunu?

Hassas bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde bu tür yorumlar yapmayı ben arzu etmem. Tavır olarak bakarsak, neyimiz yanlıştır ben bilmiyorum.

- İktidara yakın imajınız nedeniyle MHP ile koalisyon ihtimalinin konuşulduğu bir haftada spekülasyonlardan uzak durmaya çalışmış olabilirler mi?

Olabilir. Ama iktidara yakınlık uzaklık diye bakılsa CHP de, HDP de randevu vermeyebilirdi. Bir önyargıda bulunmak istemiyorum.

- TÜSİAD ile görüştüler ama değil mi?

Görüştüler. TOBB ve diğer grupla da görüştüler. İlk olarak Sayın Cumhurbaşkanı ile görüşmemizin etkisi var mıdır, inanın bilmiyorum.   

- Tura çıkarken TÜSİAD ve TOBB’un sizinkine benzer bir girişim içinde olduğunu biliyor muydunuz?

Hayır bilmiyorduk. Kendi aramızda bir koordinasyonumuz olmadı. Herkes kendine göre bir yol tutturdu, öyle gitti.

 

‘Cansen Hanım söz verdi ama açıklama gelmedi’

 

- 25 Nisan’daki genel kurulunuzda TÜSİAD’ı hedef alan ağır eleştirilerinizin kaynağının Başkan Yardımcısı Şükrü Ünlütürk olduğu söylendi. İşin doğrusunu anlatır mısınız?

Kendisi şöyle bir açıklama yapıyor; “Biz TÜSİAD olarak bireysel hak ve özgürlüklerden, demokrasiden ve hukuk devletinden yanayız. MÜSİAD’ın böyle dertleri yok. Onlar hükümete yaranan birkaç demeç dışında bir şey yapmazlar. Bundan dolayı da biz başka kurumlarla yaparız ama MÜSİAD ile işbirliği yapmayız.” Bu basına yansıdıktan sonra ben DEİK’te yönetim kurulunda beraber olduğumuz Sayın Ali Koç’la görüştüm. “Bu açıklamalar nedir, bir tavır değişikliğiniz mi söz konusu” diye sordum. Kendisi “Ben bir haftadır yurtdışındayım. Şükrü Bey içimizde Anadolu’yu en fazla temsil eden kişidir. Nasıl böyle bir şey söylemiş? Ben Başkan’la görüşeceğim” dedi. Ben ertesi gün Amerika’ya uçtum. O gezinin Washington ayağında  B-20 için TÜSİAD da vardı. Orada Cansen Hanım’la görüştük. “Ben tasvip etmiyorum. Şükrü Bey’e de söyledim” dedi. Ben de onun üzerine “Basına yansıyan bir konu 3 türlü sonuçlandırılır. Ya ilgili başkan yardımcınız o sözler bana ait değil ya da hata yaptım amacını aşan bir şey söyledim der. Ya da siz başkan olarak ‘Bizim kurumsal görüşümüz değildir’ diye açıklama yaparsınız”. Cansen Hanım “Bunu yapayım” dedi. Ben de “Bunu yapın çünkü yapmazsanız ben genel kurulda maalesef bunu size karşı eleştirel tarzda gündeme getiririm” dedim. 15 gün boyunca bu görüşme sürdü ve olmadı. Şimdi bu bir tercihtir. Karşılıklı başkan başkana görüşülmesine rağmen bu açıklama yapılamıyorsa siz bunu nasıl anlarsınız? Amerika’dan dönerken Ali Koç bana dedi ki “Siz çok nazik bir insansınız ve tepkinizi de hâlâ çok nazik gösteriyorsunuz”.

- Bu olaydaki tavrı TÜSİAD tarafından size karşı bir düşmanlık olarak mı alıyorsunuz?

Düşmanlık demiyorum, düşmanlık çok ağır bir ifade olur. TÜSİAD’ın MÜSİAD’la işbirliği noktasında görüşü olarak algılıyorum. Ben de genel kurulumda onları ağır eleştirdim. “TÜSİAD bu tavrını değiştirmediği sürece benim tavrım değişmez” dedim. Bizim kırmızı çizgimiz şu; bu ülkenin menfaatine olan konularda benimle yan yana olmaktan rahatsız olmayan herkesle ben işbirliği yaparım. Yeterince açık mı? E ama karşımdaki diyor ki “Ben seninle işbirliği yapmam”. Ne yapayım o zaman?

- Peki daha önceki 25 sene boyunca ilişkinizi nasıl tanımlarsınız? Zaten başından beri ideolojik olarak karşıt kurumlar gibi algılanmıyor muydunuz?

Doğru. Yani algılama anlamında söylediğiniz doğru.

- Rakip misiniz?

TÜSİAD’la MÜSİAD bugüne kadar ortak bir projede oldu mu? Bir iki alt komite toplantısından ileriye gidemedik. Rekabet derseniz şöyle; iki firma piyasada rakip olabilir ama yine de görüşebilir. Bizim durumumuzu da biraz böyle görmek lazım. TÜSİAD belli ciro büyüklüğü üzerindekileri içinde barındıran bir kurum. Bu onların tercihidir, bir sözüm yok. Ama MÜSİAD yaygın teşkilatlanmayı kendisine hedef almıştır. Ciro bazında seçicilik de yapmıyoruz. Böyle baktığınızda biz aynı kategoride değiliz zaten. Aynı kategoride olmadığımız için de rekabet kavramını kullanmayı doğru bulmam.

 

Yargılama yoluyla aklama daha doğru olurdu

 

- AK Parti iktidarının 4 bakanla ilgili yolsuzluk iddiaları için Yüce Divan yolunu kapatan Meclis performansını nasıl değerlendirdiniz? İlk günden ‘Sonuna kadar gidilsin’ diyen bir örgüt olarak ‘neden kapatıldı bu dosyalar’ gibi bir soru işareti taşıyor musunuz?

Siyasetin hesabı sandıkta verilir. Siyasetçi Yüce Divan’la ilgili lehte/aleyhte bir oy kullandı. Orada alınan siyasi bir tavırdır. Karşılığında da sandıkta görecektir. Kamuoyunun genel vicdani itibarıyla bakıldığında belki Meclis’te değil de bir yargılama yoluyla aklanmaları daha doğru olabilirdi. Ama kafalarda şu tür sorular da olabilir; acaba oralara gidilince konu 4 bakanın hadisesinden başka yerlere mi götürülecek, siyasi hesaplaşmalara mı varacak?

- Cumhurbaşkanı’nı kastediyorsunuz...

Gibi... Böyle sorular da var. Ama her şeye rağmen bir şeylerin üstünün kapatılmamasını tercih ederiz. Bu çok net.

- Savunduğunuz gibi AK Parti milletvekillerinin Yüce Divan oylamasındaki tavrına karşılık millet sandıkta cevap verirse, 7 Haziran sandığı ne dedi sizce?

Seçmen, herkes de biliyor, sandıkta AK Parti’ye hâlâ ciddi bir öncelik verdi. ‘Ama eskiden olduğu gibi tek başına hareket etmeni istemiyorum, bu noktada seni ciddi şekilde eleştirdiğim tarafların var’ dedi. Bu ekonomik olabilir, sosyal olabilir, biraz önce söylediğiniz konu (yolsuzluklar) olabilir ama işin toplamında AK Parti’ye önceden vermiş olduğu desteği vermedi. Seçmen HDP ve MHP’ye 80’er milletvekili verdi; yani ‘Kendinizi oyunun dışında tutmayın, ben size görev ve sorumluluk veriyorum’ dedi. Zaten CHP ana muhalefet partisiydi, o seviyede tuttu. Dört siyasi partimiz eğer masaya samimiyetle bu tablodan bir sonuç çıkarmak için oturmaz da bir sonraki seçimin hesaplarıyla otururlarsa, o seçimin sonuçları kendi hedefledikleri gibi olmaz. Seçmen onları muhtemelen cezalandırabilir de. Yakın siyasi tarihimizde buna benzer sonuçlar gördük. Ben sandık sonuçlarını böyle okuyorum, benim tabanım da böyle okuyor.

 

Koalisyon senaryoları

 

- En muhtemel gördüğünüz koalisyon senaryosu hangisi?

Ben şube başkanlarıma bu fotoğraf konusunda ne düşündüklerini sordum. Dediler ki ‘Bu tablonun içinden daha kolay sonuçlanabilecek koalisyon formülü AK Parti-MHP’dir. Buna göre daha zor sonuçlanabilecek olan AK Parti-CHP’dir ama zorlukları olmakla birlikte gerçekleşebilirse daha yaygın ve ömrü itibarıyla daha doğru bir koalisyon olabilir. AK Parti-HDP koalisyonunu da göz ardı etmemek lazım. HDP de Türkiye partisi oldum iddiasında bir partidir. Öncelik olarak da ilkesiz değil ama hızlı bir şekilde kurulması önemlidir. Bu Meclis’ten bir koalisyon çıkarılması önemlidir. Hatta birkaç üyemiz ‘Koalisyon için süre konulsun’ dediler. En az iki sene olmalı diye talepler geldi. Erken seçim amaçlı koalisyon istemiyoruz.’ Biz bu tespitleri Sayın Cumhurbaşkanı ve 3 siyasi parti lideri ile yaptığımız görüşmelerde aynı netlikte paylaştık. Bizim tabanımızın olayı böyle gördüğünü söyledik.

- Sizin tabanınızın da ‘Belki daha zor ama daha kapsayıcı ve uzun ömürlü olabilir’ diye düşündüğü AK Parti-CHP koalisyonu anlıyoruz ki TÜSİAD içinde de favori formül. Ama bunu açık açık dile getirmediler henüz.

En açık dile getiren biz olduk (gülüyor).

- Bu formülün savunucuları sadece ekonomik istikrar için değil son yıllarda kutuplaşan toplum kesimlerinin birbirine yaklaştırılması ve gerginliklerin giderilmesi için en ideal formül olduğu görüşünde. Katılır mısınız?

E bakın bizim ifademiz de çok farklı değildi. ‘Zor ama tabanı daha geniş ve uzun ömürlü olabilir’ şeklindeki tespit aynı şeyi ifade ediyor bana kalırsa.

 

‘Erdoğan’ı dingin bir ruh hali içinde gördüm’

 

- Deniz Baykal bir önceki hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk yanından çıktığında erken seçime meyilli gördüğünü anlatmıştı. Kendisine yakın gazete ve gazeteciler de erken seçimin AK Parti’ye 3-5 puan kazandırabileceği havasında yazıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ne noktada gördünüz?

Tabii bu benim izlenimimdir, bir yanlışlık olursa benim izlenim yanlışlığımdır ve Cumhurbaşkanı’nı bağlayıcı bir şey olmaz. Biz hem ona hem diğer liderlere şunu da söyledik; ‘AK Parti’ye tokadı fazla vurduk, bir daha seçim olursa bu kadar olmaz diyen seçmen de var. Ama unutmayın ki diğer partiler için de geçerli olabilir’. Herkes sanki 8 Haziran’daymışız gibi düşünüyor. Halbuki erken seçim olursa kasımda olur. O zamana kadar köprünün altından ne sular geçer kimse bilmiyor. Kimse yeni seçimi cebinde keklik görmesin. Ben bir defa Sayın Cumhurbaşkanı’nı son derece dingin bir ruh hali içinde gördüm. Ne bir telaş ne bir bıkkınlık içinde gördüm. Bir devlet adamı ve yılların siyasetçisi olarak baktığını net bir biçimde gördüm. Erken seçim olsun olmasın noktasında bir önceliğini görmedik. Öncelik olarak koalisyonun mutlaka denenmesi gerektiğini kendisi de ifade etti. ‘Elbette netice olarak bakıldığında erken seçim de bir seçenektir’ dedi ama öncelikle dillendirilmesi gereken bir seçenek olarak söylemedi bize. Ben bu noktada sizin bahsettiklerinizden ayrışan bir görüş söylemiş oldum.

 

‘Ankara’da bürokrasi durdu, şu ortamda kimse imza atmaz’

 

 - Ekonomide şu anda belki bir kriz yok ama bir durağanlık olduğu açık. Son 1.5 yılda üç seçim geçiren Türkiye’yi erken seçim ekonomik anlamda nasıl etkiler?

Bir defa mevcut parametreler değiştirilmeden gidilecek bir erken seçimin yanlış olduğunu düşünüyoruz. Siz aynı Seçim Kanunu’yla giderseniz, bir de koalisyona yönelik iyi niyet ve gayret ortaya koymazsanız farklı bir sonuç çıkacağı kanaatinde değilim. İkincisi tespitinize aynen katılırım; evet bir krizimiz yok ama durağanlık var. Erken seçim dediğinizde bu en erken 15 Kasım. Sonuçları açıklanacak, yeni hükümet kurulacak, geldi aralık. 2015 yılını kaybettik. Hatta daha zor koalisyonlar bile çıkabilir. Bu da 2016’nın bile kaybedileceği anlamına gelir. Sırf ekonomik perspektiften bakınca bile erken seçimi öncelik görmüyorum. Geçen seneki seçimlere rağmen ekonomimiz dünya ekonomisine göre iyi gitti. Ama her şeyin bir sonu var. Kriz yok ama etrafımız da güllük gülistanlık değil. Mesela şu anda güneyde bir şeyler oluyor. Yunanistan iflas edecek mi belli değil. Böyle bir ortam içinde benim ekonomim sağlam diye işi uzatma hakkına sahip olmadığımızı düşünüyorum. Bunu siyasi partilerimize de söyledik; uzatırsanız hanginiz göreve gelirseniz gelin tıkanmış bir sistemin başına geleceksiniz. Bürokrasi şu anda Ankara’da beklemede. Kim imza atar ki şu anda?

- Makine durdu...

E durdu, bu gerçeği kabul etmek lazım. Sayın Başbakan son derece iyi niyetli bir şekilde ‘Tıkanan her şeyi bildirin aşalım’ diyor ama mümkün mü yani? Anlamaya çalışıyorum Ankara bürokrasisini de. Bu kadar ekonominin içindeyken insanlar ellerinden geldiğince yasal geciktirmelerini kullanıyorlar. Ve burada ülke kaybediyor.

- Bu yıl içinde Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve Ali Babacan etrafında yaşanan tartışmalar ekonomi açısından dezavantaj mı? Cumhurbaşkanlığı makamından ekonomiye çok fazla müdahale olduğu yorumuna katılır mısınız?

Merkez Bankası’yla ilgili bizim de pek çok açıklamamız var. Faizin yüksek olmasından yatırımcının rahatsız olduğunu hep söyledik ama faiz oranı telaffuz etmedik. Bir şeyi bizim arzu etmemizle oradaki dinamiklerin örtüşmesi lazım. Ama ikinci bir şey söyledik; Merkez Bankası’nın eleştirilebilir olması da Türkiye’nin bir kazancıdır. Kendisine hükümet kanadından ya da Sayın Cumhurbaşkanı’ndan bir eleştiri geldiğinde ertesi sabah Merkez Bankası toplanıp da faiz oranlarını değiştirdi mi? Yapmadı. Dayak yedi ama kendi yapması gereken noktada ilerledi. Bunu göz ardı ettiğimiz kanaatindeyim.

 

"Cemaat ‘biz varsak başkasına hayat hakkı yok’ tarzını dayatıyordu"

 

 - AK Parti-Cemaat kavgası iş dünyasını nasıl etkiledi?

Aslında biz önceden temasta olmakla beraber bir işbirliği gerçekleştirmiş değildik. Birlikte yapmış olduğumuz herhangi bir proje yok. Şikâyetçi olduğumuz şuydu; ‘biz varsak başkasına hayat yoktur’ tarzı bize de dayatılıyordu. Gelin burada iktidarın da eleştirisini yapalım. Yurtdışı seyahatlerden bahsedelim. Son olaylar başlamadan önceki AK Parti iktidarı döneminde siz MÜSİAD’ın hükümetle birlikte gerçekleştirdiği bir dış gezi hatırlıyor musunuz? Bu hükümetin kendisini eleştirmesi gereken noktalardan biridir.

- Başbakan’ın yurtdışı ziyaretlerinde neredeyse organizasyonu Dışişleri değil TUSKON yapıyordu değil mi?

Neredeyse ifadesini kaldırın, organizasyonları onlar yapıyordu. 17 Aralık öncesindeki son 1.5 yıl önceye gidiyorum. Başbakan tarafından bizlere ortak görevlendirmeler oldu. Ama görev birlikte verilmesine rağmen maalesef biz çok ciddi sıkıntılar yaşadık. Beraber bir ülkeye gidiyoruz, orada yaşamış olduğumuzu sıkıntıları ben burada size ifade edersem üzülürüm. Herkesin gözü önünde olan masa kapmacalar falan vardı. Temel sıkıntı şuydu; ben varsam başkasına hayat hakkı yok. Bunu MÜSİAD yapsa da yanlış olur. Ben size TÜSİAD’la ilgili eleştirilerimi dile getirdim. Ama bu ‘MÜSİAD varsa TÜSİAD’a hayat yok’ anlamında bir eleştiri değil, öyle bir eleştiri asla kabul edilebilir bir eleştiri olamaz. Zenginlik, farklı görüşlerin olması ülke için iyidir. Ama maalesef o arkadaşlar bu konuda fazla tutucu ve katı davrandılar.

- Bugün üyeleriniz arasında nasıl bir filtreleme yapıyorsunuz?

Bir filtreleme de yapmıyoruz ama hatalarından dönüp dönmediklerine bakıyoruz. Sonuçta Türkiye’de hep beraber yaşıyoruz. Fikrini değiştirmeyen üyemiz de var, ‘Ben böyle tanımıyordum’ deyip ciddi şekilde eleştiren üyemiz de var. Oradan ayrılıp gelen de var. Biz niyet okuması yapamayız. Biz arkadaşlarımıza ‘Herhangi bir üyeyi alırken kriterlerimiz neyse onları uygulayın ama grup halinde toplu giriş taleplerine izin vermeyin’ diyoruz. Ama onun dışında kapımız açık.

 

'Üyelerimizin yaşam tarzına detektiflik yapmıyoruz'

 

- Prof. Dr. Ayşe Buğra Türkiye’deki yeni kapitalizmi irdeleyen son kitabında MÜSİAD’ı da içine alan ekonomik model için ‘din ilişki sermayesi’ diyor. Bunu kabul eder misiniz? Size yakıştırıldığı gibi her şeyden önce ‘Müslümanlık’ kimliğini öne çıkaran bir iş örgütü müsünüz?

25 yılı anlatan bir kitabımız var, orada kurucularımız diyor ki ‘Bu derneğin ana eksenlerinden bir bağımsızlık olacaktı. Derneğin ismine BASİAD olarak karar verdik. Başvuruyorduk ki Ankara’da halihazırda BASİAD olarak bir dernek olduğunu öğrendik. O zaman BAĞSİAD yapalım dedik. Ama söylemesi zor diye itiraz geldi. O zaman müstakilden MÜSİAD olsun dedik’. Yani müstakilliğin bağımsızlık kavramından gelen bir altyapısı var. Ayrıca yakıştırmanın ötesinde, evet biz Müslümanız. Ama yüzde 99’ı Müslüman bir ülkede iki gazetecinin, iki işadamının birbiri arasında diğerini öne çıkaran üstünlüğü Müslümanlık olamaz. Mesele sizin daha iyi gazetecilik yapmanızdır ya da benim bu ülkeye daha fazla katkı vermemdir. Müslümanlığımızdan bir rahatsızlığımız yok ama ben Müslümanlığı Türkiye’de bir kimlik olarak ön plana çıkararak bir avantaj sağlama peşindeysem bu yanlıştır.

- Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Hıristiyan ya da Musevi size üyelik için başvursa ne olur?

Bugüne kadar Müslüman dışında kimseden üyelik başvurusu gelmedi. Ama bundan sonra gelirse bana göre başvuru aşamasında eksi bir puan olmaz. Biz üyelerimizin yaşam tarzını detektifçe takip etmek durumunda değiliz. Müslümanım demiştin kaç vakit namaz kıldın, bugün oruç tuttun mu diye sormayız. Bakın orada genel sekreter yardımcım oturuyor, bugün oruç olup olmadığını bilmiyorum. Sormadım, merak etmedim.

Sayın Babacan 2014 yılında yabancı misyon heyetlerinin bize en çok sorduğu sorulardan biridir. Onlara hep şunu söyledim; ‘Sayın Babacan’ın ekonomi yönetiminin performansı ortada ama siyaset bir karar vermek zorunda. Siyaset üç dönem kuralını bozmazsa Sayın Babacan için iki alternatif var. Güçlü alternatif kabine dışı kalması ama hâlâ dışarıdan bakan olma gibi bir seçenek de olabilir’. Bunun örnekleri var; Sayın Davutoğlu, Sayın Efkan Ala, Sayın Kemal Derviş. Bu ihtimal de değerlendirilmezse ne olur? Sayın Babacan’ın altta çok güçlü bir ekibi var. AK Parti kurulduğunda Sayın Babacan ekonominin başına geçtiğinde kendisine ‘Bebecan’ dendiğini de hatırlatmak isterim. ‘Bu çocuk mu, bu Bebecan mı yapacak bu işi’ dediler ama o ‘Bebecan’ dediğiniz kişi Babacan olduğunu gösterdi. Sayın Babacan her şeye rağmen yeni kabinede yer almazsa bir başka Babacan’ın da onun yerini doldurabileceğini, Türkiye’nin bu noktaya geldiğini düşünüyorum.