Gündem

Murat Yetkin: Genelkurmay Başkanı, hükümetin PYD'ye karşı Suriye'ye müdahale planına fren koydu

'PYD IŞİD’ten tehlikeli, kara propagandası rafa kaldırıldı'

22 Temmuz 2015 20:37

Hürriyet Daily News Genel Yayın Yönetmeni Murat Yetkin, hükümetin Suriye'ye asker müdahale planına ilişkin olarak, "Genelkurmay Başkanı Necdet Özel yönetimin PYD’nin ilerleyişi karşısında Suriye’ye müdahale planlarına fren koydu. 'PYD IŞİD’ten tehlikeli' kara propagandası rafa kaldırıldı" dedi

Yetkin'in Radikal'de "Sorun sadece IŞİD değil ki..." başlığıyla yayımlanan (22 Temmuz 2015) yazısı şöyle:

Sorun sadece AK Parti'ye algı operasyonu değil, sadece IŞİD de değil. Türkiye'nin Suriye'de desteklediği mücahit grupların çoğu IŞİD'den pek farklı değil. Komşudaki iç savaşı Türkiye'ye taşıyan mevcut Suriye politikası derhal terk edilmeli.

Başbakan Ahmet Davutoğlu feci Suruç saldırısından ilk açıklamasında IŞİD’i kara listeye alan ilk ülkenin Türkiye olduğu savunmasını yapma ihtiyacı duyuyorsa ortada ciddi bir sorun olduğunu kendisi de görüyor demektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı, komşu Suriye’deki iç savaştaki en vahşi terör örgütü ile bir ilgisinin olmadığını izah etmek zorunda kalmamalıydı.

Özellikle de 32 gencin haince katledildiği bir saldırı sonrasında; ama o ihtiyacı duydu ve o açıklamayı yaptı.

***

Çünkü AK Parti hükümetleri Suriye krizinin başından itibaren yanlışta ısrar ettiler.

Yanlış, Beşar Esad’ı yıkmayı Türkiye’nin stratejik önceliği saymaktı. “Düşmanımın düşmanı” mantığıyla Suriye’de Esad’a karşı silaha sarılmaya hazır olduğunu söyleyen karanlık gruplarla, şaibeli ilişkiler kuruldu. Esad’ın altı ay ömrü kaldığı söylendi 2011 sonbaharında.

Suriye politikasında Dışişleri ve Genelkurmay devre dışı bırakılarak iş Milli İstihbarat Teşkilatı’na bırakıldı.

***

O aşamada daha Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) ortaya çıkmamıştı.

Dönemin Başbakanı, şimdi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Arap Baharının Mısır ve Suriye’de Müslüman Kardeşleri iktidara getireceğini düşüncesiyle bölgesel planlara koyuldu.

AK Parti’yi seçim yoluyla iktidara getirip orada tutan gücün, Türkiye’nin üç askeri darbeyle su verilmiş laik parlamenter sistemi olduğunu göz ardı ettiler.

***

Sadece Müslüman Kardeşler değil, El Kaide’nin elli tonu ve Şam’ın, Halep’in kenar mahallelerinde kurulan çeteler dahi muhaliftir diye muhatap alındı.

ABD ve Fransa başta olmak üzere istihbarat örgütleri bu siyasi İslamcı muhaliflerin hepsinin iyi çocuklar olmayabileceği konusunda uyarıları dikkate alınmadı.

Türkiye’de bu politikaya muhalefet edenler, sorgulayanlar sanki Suriyeli mazlum göçmenlere kucak açılmasına karşı çıkmakla, ya da oralardaki Müslüman muhaliflere önyargıyla çamur atmakla suçlandı.

***

Sonra, Mısır’da Müslüman Kardeşler darbeyle devrilip, Suriye’de MK dağılıp daha radikal örgütlere katılınca bile ayaklar suya ermedi, ta ki IŞİD vurmaya başlayıncaya kadar.

Musul baskını AK Parti iktidarına Suriye’deki Müslüman çocukların hepsinin iyi çocuklar olmadığı gerçeğini acı biçimde gösterdi.

***

Kobani meselesi tam o sırada çıktı; MİT’in diğer İslamcı mücahit gruplar ve Sünni aşiretler üzerinden yaptığı pazarlıklarla rehineleri serbest bırakan IŞİD, PYD önderliğindeki Kürt grupların kontrolündeki Kobani’ye saldırmaya başlamıştı.

Erdoğan yardım çağrılarına “Düştü düşecek” diye kulak tıkarken ABD Başkanı Barack Obama’dan bir gece yarısı telefonu geldi.

Sonra hükümet yalnızca sınırları Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi peşmergelerine geçiş için açmakla kalmadı, IŞİD’e karşı “yabancı terörist savaşçılar” mücadelesini de artırdı. MİT biraz geri çekildi, Genelkurmay’ın sınır kontrolünde, Dışişleri’nin siyaset planlamada rolü artmaya başladı.

***

Ama Ankara IŞİD’e karşı bütün gücüyle savaşmak için hâlâ “Önce Esad, ayrıca PYD/PKK ile mücadele” şartını öne sürüyordu.

7 Haziran seçimleri sadece Erdoğan’ın Başkanlık projesine fren koymadı aynı zamanda AK Parti’nin Türkiye’yi savaşın içine sürükleyen, daha doğrusu komşudaki iç savaşı Türkiye’ye taşıyan Suriye politikasına da fren koydu.

Ankara seçimi takiben Suriye politikasında ince ayar manevralarına başladı. Gelen ABD heyetinin muhatabı Dışişleri Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu oldu.

***

Dahası, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel yönetimin PYD’nin ilerleyişi karşısında Suriye’ye müdahale planlarına fren koydu. “PYD IŞİD’ten tehlikeli” kara propagandası rafa kaldırıldı.

MGK’de IŞİD Türkiye’ye tehdit sayıldı ve hemen ardından polis eliyle koymuş gibi IŞİD hücrelerine baskın yapmaya başladı. Asker sınırı geçerken yakalananların listelerini açıklamaya başladı.

Ardından Kobani’deki IŞİD hasarını tamir etmek amacıyla Suruç’ta buluşan bu ülkenin gençleri, Başbakan’ın ihtiyat payıyla açıkladığı üzere, aralarına sızan bir intihar eylemcisinin üzerindeki bombayı patlatmasıyla vahşice öldürüldü.

***

Ama bakın o gençlerin Suruç’a yola çıktığı 19 Temmuz günü Suriyeli bir muhalif grup Hatay’ın (2013’te 52 kişinin bombalı eylemle katledildiği) Reyhanlı ilçesinde askeri komite toplantısı yapmış.

Yani bütün bu yaşananlara rağmen Ankara hâlâ Suriye iç savaşına gereğinden fazla dâhil oluyor.

***

İşte Davutoğlu’nu gerçekten üzülmüş, alt üst olmuş bir ifadeyle saldırıyı kınarken dahi Türkiye’nin IŞİD ile ilgisi olmadığı savunmasını vermesi, kendisini bu suçlamayı reddetmek zorunda hissetmesine neden olan resim budur.

Üstelik Ankara’da hâlâ IŞİD’i Suriye ve Irak’taki diğer cihatçı –bunu deyince de alınıyorlar, mücahit- gruplardan ayrı tutmak suretiyle diğerlerini makbul göstermeye çalışanlar var.

Efendim silahlar, yardımlar IŞİD’e gitmemiş de Türkmen mücahitlere gitmiş, Ahrar eş-Şam’a gitmiş, adlarını yarın kendilerinin bile hatırlayamayacağı uyduruk örgütlere gitmiş.

***

Bu sözleri sarf edenler bilmeli ki ne içeride, ne dışarıda, kendisini ciddiye alan hiç kimse bu sözleri ciddiye almıyor, inandırıcı bulmuyor.

Sorun ne sadece AK Parti hükümetine karşı IŞİD’e göz yumduğu yolundaki “algı operasyonu”, ne de sadece IŞİD.

Türkiye’nin Suriye’de desteklediği mücahit grupların çoğu IŞİD’den pek farklı değil.

Yapılması gereken, komşudaki iç savaşı Türkiye’ye taşıyan mevcut Suriye politikasının derhal terk edilmesi, dış politikanın “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine göre güncellenmesi olmalı.