Gündem

Murat Belge: Katı Kemalistlerin beklediği darbe olamayınca Erdoğan kendi diktası için kolları sıvadı

"Demokratikleşmeye katkıda bulunduğu sürece AKP'yi destekledim, çizgisini terkedince tavır aldım"

07 Kasım 2015 17:43

Taraf yazarı Murat Belge, AKP’nin iktidara geldiği dönemde ‘katı Kemalist’ olarak nitelediği kesimlerin bir darbe beklentisi içine girdiğini ifade ederek, “Beklenen darbe olamayınca, son analizde bu ülkenin siyasi kültüründe yetişmiş biri olarak Tayyip Erdoğan kendi diktasını kurmak üzere kollarını sıvadı” ifadesini kullandı.

Belge, Bugün gazetesinden Hüseyin Keleş’e verdiği söyleşide Akil İnsanlar Heyeti’de görev aldığı dönem için kullandığı “kendimi kandırılmış hissediyorum. Daha önce bizim desteklediğimiz, doğru işler yapan adam uydurma bir Tayyip Erdoğan’mış” sözlerine ilişkin olarak “anlaşıldığı şekilde 'kandırılmış' filan değilim. Tayyip Erdoğan komutasında AKP’nin siyasetini, Türkiye’de demokratik gelişmeye olumlu katkıda bulunduğu sürece ve o ölçüde destekledim. AKP bu çizgiyi terkedince ben de buna göre tavır aldım” dedi.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinde ‘Kandırılmak’ başlığıyla yayımlanan (7 Kasım 2015) yazısı şöyle:

Bugün gazetesi kayyum eline düşmezden önce benimle uzun bir mülâkat yapmıştı. Bu “gazetecilik” tuhaf bir meslek! O uzun konuşma içinde hiç önemi olmayan bir kavram, “kandırılma”, çarpıcı göründüğü için mi, Tayyip Erdoğan’ın durmadan kandırılmasına (“Cemaat” kandırdı, “Kürtler” kandırdı, muhtemelen “IŞİD” de kandırdı) “paralel” düştüğü için mi, her nedense, manşete çıkınca, ortaya benim anlatmaya çalıştığım şeyden çok farklı bir durum çıktı. Bunun anlaşıldığı şekilde “kandırılmış” filan değilim. Bu ülkede “İslâmcı” denilecek siyaset üstüne yıllardır düşündüğüm düşüncelere uygun davrandım. Tayyip Erdoğan komutasında AKP’nin siyasetini, Türkiye’de demokratik gelişmeye olumlu katkıda bulunduğu sürece ve o ölçüde destekledim. AKP bu çizgiyi terkedince ben de buna göre tavır aldım.

Ortada bir “kanma/ kandırılma” durumundan çok, Tayyip Erdoğan komutasında AKP’nin aniden ve çarpıcı bir biçimde yön değiştirmesi olgusu var. Dolayısıyla, bunun getirdiği bir şaşkınlık varsa, bu herkesi içeren bir şaşkınlık. Basit bir örnek: Obama başkan seçildi, ilk yurtdışı gezisinde buraya geldi, olumlu şeyler söyledi vb. O dönemde, demokratik kurumlarla kavgası olmayan, AB değerlerini ciddiye alan bir AKP ve bir Tayyip Erdoğan vardı. Obama, bugünkü Tayyip Erdoğan’ı o gün görmüş olsa, herhalde ziyaret etmek üzere başka bir ülkeyi seçerdi.

Evet, bir de “kanmayanlar” var: onlar, 2002’de AKP birinci parti olarak çıkınca “Felâket başladı!” dediler ve bugüne kadar da başka bir şey söylemediler. Ama zaten 2002’den çok önce bunu söylemeye başlamışlardı. Aşağı yukarı yüz yıldır aynı şeyi söylüyorlar: “Bunlar ‘gerici’dir; bunlardan hiçbir hayır gelmez” vb.

“Gerici” midir, nedir, onun tartışmasına girmeyelim, ama böyle bir tavırla “politika yapmak” mümkün değildir. Çünkü kendine bir “hasım” seçmişsin; onun bazı özelliklere sahip olduğunu ve bu özelliklerin hiç değişmeyeceğini iddia ediyorsun. Yani, tesbit ettiğin o özellikler “tarihî” değil, dolayısıyla “değişebilir” değil (koşullara göre), “öze ilişkin”, dolayısıyla koşullar ne olursa olsun değişmeyecek şeyler. Hasmını böyle tanımladığına göre, elinde güç, imkân olduğunda onu ortadan kaldırmaktan başka bir stratejin, düşüncen, projen olamaz. Ama bir yandan da, hasmının o değişmez özelliklerinin başında, bu tür kör bir bağnazlığın geldiğini söylüyorsun. Nedir farkınız? İnandığınız şeyler, tamam, farklı. Ama inanma biçiminiz hiç de farklı değil.

Bunları düşünen ve söyleyenler, kestirmeden giderek adlandıracak olursak, katı Kemalistler’dir. Yani, 1923’te kurulan bu Cumhuriyet’in “sahipleri”. 1923’te kurulan bu Cumhuriyet’te bugün yüzde kırk dokuz oy oranıyla iktidara (geri) gelmiş bir AKP var. Bu durum, bu zihniyette bazı eksiklikler ya da yanlışlar olduğunu işaret ediyor olabilir mi? Çünkü bunca yıldır bu zihniyet iktidardaydı. İktidarda fiilen olmadığı zamanlarda yapılanları beğenmezse darbe yapıp geliyor, asıp kesiyor, istediği yasayı, anayasayı yapıyor, toplumu hizaya sokuyordu.

Zaten 2002’de AKP seçim kazanıp iktidar olunca, sözkonusu kesim, gene bu durumların “klasik çözüm”üne dört elle sarıldı. 28 Şubat da bu adamlara hanhayı konyayı öğretmemiş. Gelin bir daha aynı şeyi yapın, ama biraz daha haşin bir biçimde yapın ki, yeniden toparlanamasınlar.

Ne var ki, dünya değişmişti; Türkiye de değişmişti. Beklenen darbe bir türlü ete kemiğe bürünemedi.

Beklenen darbe olamayınca, son analizde bu ülkenin siyasi kültüründe yetişmiş biri olarak Tayyip Erdoğan kendi diktasını kurmak üzere kollarını sıvadı. Özellikle son seçimden sonra bu yolda ciddi mesafe kazandığını görüyoruz. Türkiye’nin demokratikleşmesi diye bir proje –vardıysa eğer– gene beş on yıl ertelendi herhalde. Ama böyle bir proje, en azından bazılarımızda, hâlâ varsa, bunun yolu önceki “seçkinler yönetimi”ni restore etmekten geçmiyor.

Şu yakınlarda, yeniden biçimlenen Türkiye’de, siyasi kutuplaşma gitgide “demokrasi/ demokrasi yokluğu” eksenine doğru kayıyor. Hangi partiyi desteklediğimiz değil, hangi demokratik adımı desteklediğimiz önem kazanıyor. Beğenmediğimiz “parti” böyle bir adım atabilir, kendi partimiz buna engel çıkarabilir. Bunlar zaten fiilen oluyor, olmakta.