Özel Dosya

Murat Belge: İktidar elinde sopa olmadan da iktidar olunabileceğini anlamıyor

Türkiye’de muhafazakar olmayan bir ideoloji neredeyse yok. Peki neyi muhafaza etmişiz diye baktığımızda kentler, binalara bakıyoruz. Bugün Türkiye’de nereye giderseniz hep aynı kenti görüyorsunuz

13 Şubat 2014 02:30

Niras /BBC Media Action ortaklığıyla düzenlenen Objective Araştırmacı Gazetecilik Programı kapsamında T24’te yayınlanmaya başlanan ‘Türkiye’de Kültür Çatışması ve Son 10 Yılda Kültür-Sanat Politikası’ başlıklı yazı dizisinin dün yayınlanan bölümünde yayıncı, yazar Tanıl Bora muhafazakarların kültür sanat alanında iktidar olamamaktan rahatsız olduklarına işaret etmişti.  Yazar, akademisyenMurat Belge ise, Türkiye’de kültürel anlamda adeta birbirine değmeden var olan iki ayrı millet olarak yaşayan bir yapıya işaret ediyor. Belge, AK Parti’nin bir kültür yaratamayacağı; ancak var olan konformizmi besleyeceği görüşünde. 

 

 ‘Muhafazakar sanat’ kavramına dair geçen yıl süren tartışmalar epey bir kutuplaşma yaratmıştı hatırlayacak olursak.  Gezi olayları sonrasında ise sanki daha çatışmalı bir topluma dönüştük. Sizin bu tartışmaya ilişkin saptamalarınızla başlayabilir miyiz?

Her şeyden önce sanatın kendisi muhafazakar olamaz. İdeoloji muhafazakar olur. Muhafazakar ideolojileri olan insanlar sanatla ilgilenebilir ve gayet iyi ürünler verebilir ama sanat muhafazakar olmaz.

Tarih diye bir şey var, durmadan değişiyor. Bilgilerimiz değişiyor. Değiştikçe, yeni şeyler keşfettikçe eski bakış açılarımız değişiyor. Sanat da bütün bunlardan kopuk değil. Sanat, insanın evreni, hayatı bilme biçimlerinden biri. Bilgi, kendini tekrarlamak değil, kendini aşmak demektir. Dolayısıyla değişmeyen bir sanat olmaz.

Muhafaza etmek hayatın temel bir ihtiyacı çünkü değişim var. Bu böyle bir diyalektik. Türkiye’de muhafazakar ideoloji deyince İslamcı, Müslüman bakış açısı bir muhafazakarlık biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Milliyetçiliğe veya Atatürkçülüğe baktığımızda onların da gayet muhafazakar olduklarını görüyoruz. Türkiye’de muhafazakar olmayan bir ideoloji neredeyse yok. Peki neyi muhafaza etmişiz diye baktığımızda kentler, binalara bakıyoruz.

Bugün Türkiye’de nereye giderseniz sizi eski Adana, eski Eskişehir diye küçük bir yere götürüyorlar. Nasılsa kendini koruyabilmiş küçük bir alan var. Karakteri kendine özgü. Eskinin kalmadığı yerler ise her tarafa yayılmış durumda. Onun dışında Türkiye’de bir tane kent var. İstanbul’dan çıkıp Kars’a kadar hep bu aynı kentten geçerek gidiyorsunuz.

Şu anda Osmanlı geçmişine hayli sempatiyle baktığı anlaşılan bir siyasi iktidar var. Sanatta muhafazakarlık deyince öncelikle bunu konuşmak gerekebilir. Bu kesim benimsenmiş ideoloji olarak bir Osmanlı nostaljisinden söz ediyor. Tuhaf olan şu; bu tür nostaljileri duyan insanlar neden bahsettiklerinin en az farkında olanlar. Bir kere anlattıkları oldukça palavra bir tarih. Edirne’de eski camileri restore etmişler. Çok iyi tabii. Ama caminin köşesinde iki tane aplik var. Tam bir pavyon dekorasyonu. Söke’de hatırlıyorum, bir camide neonlarla ‘Hoş geldin Ramazan’ süslemesi yazılmıştı.  Herhangi bir arabesk şarkıcının tanıtımından farkı yok bunun. Bunu oraya yapan adam ‘Bu güzel’ diye bunu görmüş.  Ciddi bir zevk kopukluğu yaşanıyor.

 

Bahsettiğiniz zevk kopukluğunun nedeni bilgi eksikliği mi?

Bu anlattığımız manzara, o insanların kabahati de değil. Bu tür Batılılaşmayı yaratan herkesten çok Atatürk’tür. Osmanlı Batılılaşmaya başladığında, Tanzimat’ta örneğin, temkinli bir gidiş vardı. Cumhuriyet’te bu gidiş terk edildi. Zaman kazanmak için travmatik bir sürece girildi. Şimdi ise bir ‘dediğim dediklik’ söz konusu. Üstelik bu para meseleleriyle, inşaat işleriyle yakından alakalı.

Benim hep verdiğim bir örnek vardır: Mimar Vedat Dalokay’ın Kocatepe Camii projesi. Bu projeyi kabul etmediler. Pakistan gibi bir ülke aldı ve bu camiyi yaptı. Onun yerine Edirne’de Selimiye örneğini aldılar. Betonarme ile Selimiye’yi yapmanın ne sanatla ne mimariyle hiçbir alakası yoktur.

Konya’da genç biriyle konuşmuştum. Biraz militan yanı da olan İslamcı bir gençti. Mimar Sinan, Selimiye’deki kubbelerde Ayasofya’yı geçememiş. Matematikçi Cahit Arf hesaplamıştı ve ‘Çok daha büyük kubbeler yapabilirdi’ demişti. Şimdi senin elinde betonarme var. İlle kubbe yapacaksan 100 metre de yaparsın ama 100 metre yapacağına önce o kubbeye nasıl şekil vereceğini düşünürsün. Kubbe aslında belirli koşullarda belli mekanların nasıl örtüleceğine dair verilen bir cevaptır. Biz bunlar üzerine  konuşurken o genç adam ‘Yok o işler öyle değil, atalarımız vaktiyle en mükemmel formu bulmuş, biz bu formu yapacağız’ dedi. İşte size muhafazakar sanat. Bitti. Şimdi Çamlıca için yapacakları da herhalde onun daha büyüğü olacak.

 

Sanat ve kültür alanında ‘ithal’ isimler

 

Muhafazakar kesimde sanat adına ciddi ve nitelikli bir üretim görüyor musunuz?

Edebiyatta birkaç isim var. Fakat uzunca bir zaman Müslüman şair deyince İsmet Özel’den iyisi yoktu. Besteci deyince Yalçın Tura’dan iyisi yoktu. Kendilerinden olmayan, hayata öyle başlamamış ama bir nedenle Müslüman olmaya karar vermiş isimlerin eski birikimlerinden yararlandıkları ve Müslüman sanat yaptıkları bir dönem oldu.

Lale Devri’nde de Kumbaracı Ahmet Paşa ve İbrahim Müteferrika, ki biri Fransız biri Macar’dır, vardır örneğin. Yapmak istediğini yapacak adam olmayınca dışardan adam ithal edersin. Bizim “muhafazakarlar”ın da böyle bir dönemleri oldu. Ama şimdi ‘Size ihtiyacımız yok, kendimiz yapabiliriz’ diyecek hale geldiklerini sanıyorlar. Ama gelmediler, yanılıyorlar.

 

‘Muhafazakarlar Kemalist ideolojiyi toplum mühendisliği olarak eleştiriyor fakat aynı toplum mühendisliğini günümüzde hükümet de yapıyor’ görüşü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Devlet denilen alet, iktidar olup devlet denilen mekanizmayı kendi istediği görüşlerle harekete geçirerek, kendi istediği toplumu yaratmak için yapılmış. Birileri senin adına bunu hep kullanmış ve hakkını gasp etmişler. Şimdiki zihniyet ise ‘Hak yerini buldu, bu aleti şimdi biz ele alacağız ve toplumu saptırıldığı yerden olması gereken yere döndüreceğiz’zihniyeti.  Daha iyimser bir şey söylemek isterdim ama mümkün değil. Kendileri böyle bir imkan bırakmadılar.

 

Peki ne değişti sizce? Başbakan köprüleri neden şimdi attı?

Kendine güven geldi. Bazı insanlar başarıya dayanamazlar, o da başarısıyla başa çıkamadı.

 

Kültürel çatışma AKP iktidarı döneminde yoğunlaştı demek mümkün mü ?

Bu çatışma hep vardı. Bunun önemli ve çok sınıfsal bir temeli de var üstelik. Türkiye’de sınıf farkının Batı’da olduğu gibi sınıflarla değil, eğitimle oluştuğunu söylerler. Doğrudur bence. En zengin kesim ile en fakir kesimin arabesk müziği sevmekte buluşmasında bu bellidir. Yani sınıf farkını esas çıkarabileceğin yerde bir bakarsın sınıf farkı yoktur. Mahalle bekçisinin oğludur, ama okula gitmiştir, üniversite bitirmiştir. Şimdi de Schubert dinler.

Bu, hep iki ayrı millet gibi yaşayan bir millettir aslında. Ben İstanbul’u gezdiren bir adam olarak o çerçevede gayet iyi hatırlarım. Balat’a eski bir sokağa gideriz, benimle tura gelen beyaz Türkler o sokakları hayatlarında ilk defa görüyordur.  O sokakta İmrozlu Rumların yaptırdığı bir kilise olduğundan haberdar değildirler. Ama orada yaşayan siyah Türkler de o semtte aradığımız  bir yeri sorduğumuzda tarif edemezler, çünkü bilmezler. Çocuklar koşar gelir yanımıza, “Hello! Good-bye!” diye bağırışlar. Daha büyükleri şimdilerde İngilizce küfretmeyi öğrenmiş! Acıklı!

 

Muhafazakar iktidar kalıcı, iz bırakıcı bir kültür anlayışı yaratabilir mi?

AKP bir kültür yaratamaz ama var olan bir kültürü perçinleyebilir. İki millet olarak yaşamaktan bahsediyoruz ama o iki milletin de ‘aman bana değmesin’ şeklinde kabul edilmiş bir yaşama şekli var. Bu bir tür konformizm. Duruma göre birey olmak, çıkarını korumak, duruma göre sesini çıkarmamak, kalabalığa uymak gibi tarif edilebilecek bir hayat felsefesi. Bir Anadolu kentinde katıldığım bir yemekte bir işadamı ‘’Tamam Ermeni soykırımı oldu kabul edelim ama kabul etmenin Türkiye’ye ne faydası olacak’ diyordu. İşte AKP bu bakış açısı ve ideoloji üzerine oturur ve bu ideolojiyi perçinler. Zaten olanı kabul eder, besler. Aşmak için uğraşmaz.

Ancak bu hareket sonuç olarak genç bir hareket. Bir model, bir siyasi parti olarak yeni sayılabilir. Bu yeni partide bütün bu başarıları kazanmış olan bir tek Erdoğan var. Bu partide tabandaki kimsenin bu adam için ‘yanlış yapıyor’ diyecek hali yok. Ama bu AKP’nin çıkarabileceği tek adam, tek politika budur anlamına da gelmiyor. Türkiye’deki İslamcı hareketin tek temsilcisi Erdoğan’dır demeyi yanlış buluyorum.

 

AKP, Demirel’den de Ecevit’ten de fazla iktidar oldu

 

 ‘Kızlı erkekli yaşam’ gibi hayat tarzı odaklı tartışmaları düşünecek olursak, bu tür müdahaleler AKPnin iktidar olup da hala muktedir olamaması olarak yourmlanmıştı…

Buna güç yani iktidar olma düzeyinden bakarsak daha önce benzer sözler Ecevit için de, Demirel için de söylenmiştir. Çünkü Türkiye’de ordu iktidardır. Geleneksel olarak Türkiye’nin yapısı böyle kurulmuştur, harcı böyle karılmıştır. Hükümet hedefinden şaştığında, devlet askeri kanadın da marifetiyle hedefi düzeltmiştir. Ancak AKP, Ecevit veya Demirel iktidarları ile kıyaslandığında daha fazla iktidar oldu. Hiç kimsenin olmadığı kadar iktidar oldu.

Peki Silahlı Kuvvetler’e karşı kahramanca savaştığı için mi daha fazla iktidar oldu? Hayır, bu da yine dünya konjonktürüyle açıklanabilir bir durum. Eskiden Türkiye’ye değil daha çok ordusuna ihtiyaç vardı. Soğuk Savaş bittikten sonra darbeye ihtiyaç kalmayınca ‘’Artık ben sana darbe için destek olmam’denildi Türkiye’ye.  Ama askeri vesayet meselesinde AKP dik durmayı bildi.  Dolayısıyla Süleyman Demirel’den daha fazla iktidar sahibi oldu.

Fakat iktidar olmak bir topluma yön vermek, toplum denilen orkestrayı uyumlu bir şekilde çaldırmak ise orada durun. Gezi olayları ile birlikte, Erdoğan’ın şu anda etrafında duran ve sesini çıkarmayan adamlar şimdilerde ‘Galiba biz bu işi beceremiyoruz’ dediler bence. Ama bunu içlerinden söylediler. Hâlâ da öyle. Dudaklarını kımıldatmadan söylüyorlar. Yani elinde kamçı, sopa olmadan iktidar olmak diye bir şey var. İşte onu olamadıklarını anladılar.