Gündem

Murat Belge: Erdoğan, Kürtlerin garanti talebini savaş isteği olarak sunmaya çalışıyor

'Tayyip Erdoğan çözüm süreci dışında başka birçok şey de başlattı ve şimdi bütün bu işlerin üzerinde tepiniyor'

28 Mart 2015 13:07

Taraf gazetesi yazarı, Prof. Murat Belge, “Tayyip Erdoğan yıllarca sürmüş silâhlı mücadelenin Kürt halkı üstünde yarattığı ağır yorgunluğu biliyor. Bu halkın bu işin bitmesine nasıl bir umutla sarıldığını biliyor ve onların kendi cephelerinde yaratacağını umduğu basınca güvenerek bu işin içinden herhangi bir hak tanımadan sıyrılmayı hesaplıyor. Ama bunca iniş çıkış ve bunca acıdan sonra, Kürtler de, işin ucunu bırakmaya hevesli değiller" dedi.

Belge, "Onların bu garanti talebini Erdoğan ve çevresi, topluma, özellikle de Kürt halkına, onların savaşmak istediklerinin kanıtı olarak sunmaya çalışıyor. Kürtler’in yapması gereken tek bir şey var, onların bu yaklaşımına göre: silâhlarını bırakmak ve çekip gitmek” görüşünü dile getirdi.

Prof. Belge, yazısında “Sonra ne olacak? Sonra Tayyip Erdoğan bakacak, karar verecek, bir kere ‘Kürt sorunu’ diye bir şey var mı, yok mu? Bu Kürtler’e şimdiye kadar tanınmış haklardan başka tanınabilecek bir hak var mı, böyle bir şey gerekiyor mu, gerekmiyor mu? ‘Cumhur’un Başkanı bunlara karar verecek. Ama şimdilik bunlara da vakit var. Hele şu seçimleri kazanalım; hele şu HDP’nin ‘baraj aşma’ sevdası son bulsun; hele şu MHP’ye oy kayması dursun, onların da sırası gelecektir, yavaş yavaş, aceleye mahal yok” ifadelerine yer verdi.

Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (28 Mart 2015) nüshasında yayımlanan, “Her şey başkanlığa ipotekli” başlıklı yazısı şöyle:

“Başkanlık” Tayyip Erdoğan’ın zihnini baştan aşağı kaplamış olan konu. Yaklaşan seçim, artık bildik bir parlamento seçimi olmaktan çıktı: Erdoğan’ın “başkanlık sistemi”ni yapacak olan parlamentonun seçimi haline geldi. Geldi ama, bunu gerçekleştirecek oy oranına erişmek de AKP için gitgide güçleşiyor.

Hedef güçleştikçe Erdoğan ölçüsüzleşiyor. Bülent Arınç’ın tepkisine yol açan ve daha çok “Barış Süreci”nin gidişatı üzerinde yoğunlaşan, “Haber vermediler. Bilmiyorum. Gördüğümü de onaylamıyorum” çıkışı, “Beni konu mankeni yapmak istiyorlar” garabeti, “İki başlılığı kaldırmalıyız” inadı bu ölçüsüzleşmenin çeşitli görünümleri. Tayyip Erdoğan’ın zihninde “hak”, Tayyip Erdoğan’a yapışık bir şey. Tayyip Erdoğan neredeyse hak da orada. O Başbakan’ken Cumhurbaşkanı Gül hoşuna gitmeyen bir şey söylediğinde “Devlet yönetiminde iki başlılık olmaz” diyor; kendisi Cumhurbaşkanı olduğunda her şeye müdahale etme hakkı gene onda. Çünkü, halk onu seçmiş. “Ben bu cumhur’un başkanıyım” diyor; “Sen kimsin ya?..” nöbetlerinden birinde. İyi ama anayasa bildik anayasa ve sen henüz ortada olmayan, “mutasavver” bir anayasaya göre davranıyorsun. Bu nasıl iş? Bu, “Ben yaptım oldu” tarzında bir iş. 17 Aralık’tan beri Türkiye’de geçerli kılınan bir yöntem.

Söylenenler doğruysa MHP’ye doğru bir oy kayması Erdoğan’ı tasalandıran ve telâşlandıran etkenler arasında. Buna karşı çare olarak, kendi adlandırdığı Barış Süreci’ni –“şimdilik” ya da her neyse– durdurmaya karar verdi. Belli ki bu son krizin temelinde bu sorun yatıyor.

Geçenlerde bir tartışma programında birkaç kişinin söylediği gibi, çeşitli anketlerden gelen sonuçların bir ortalamasına göre, Türkiye’de ahalinin şöyle yüzde altmış beşi (belki daha fazlası ama ihtiyatlı rakamlarla konuşalım) Kürt sorununun barışçı bir biçimde çözüme götürülmesini onaylıyor, böyle bir politikayı destekliyor.

Buna şiddetle muhalefet eden MHP var. Onlardaki yükseliş de –Erdoğan’ın telâşa kapılmasına yol açan yükseliş– yüzde 18’e varıyor.

Şu halde barışa yüklenip yüzde 65’i yükseltme ve bunu kendi oyuna katma yolu tutulamaz mı? O yüzde 18’den yüzde 2’sini, 3’ünü kolundan yakalayıp “Ben de sizden yanayım” demektense?

Anlaşılan, hayır.

Gezi direnişinden bu yana Erdoğan şunu yaptı, bunu yaptı, ama bunları “içinden gelen ses”e kulak vererek yaptı. Öyle anlaşılıyor ki bu tarihlerden başlayarak, daha önce yaptıklarını, söylediklerini tersine çevirirken aslında çelişkiye düşmüyordu; birtakım nedenlerle düştüğü çelişkileri düzeltiyordu. Şimdi bu “Barışçı Çözüm” konusunda da Tayyip Erdoğan “içinden gelen ses”e uygun davranıyor.

Yakınları, “Hiç öyle şey olur mu? Bu sürecin mimarı odur. Neleri göze alarak birçok somut adım attı. Şimdi hiç durdurur mu, gelinmiş yerlerden geri gider mi?” diyorlar. Başlattığı doğru. Çok hayırlı bir iş oldu, eyvallah!

Ama Tayyip Erdoğan başka birçok şey de başlattı ve şimdi bütün bu işlerin üzerinde tepiniyor. Cemaat’le ittifak bugün ne durumda, kefil olduğu savcılarla ilişkisi ne oldu, Ergenekonlar’la, darbe girişimleriyle nereden başlayıp nereye geldi?

Tayyip Erdoğan yıllarca sürmüş silâhlı mücadelenin Kürt halkı üstünde yarattığı ağır yorgunluğu biliyor. Bu halkın bu işin bitmesine nasıl bir umutla sarıldığını biliyor ve onların kendi cephelerinde yaratacağını umduğu basınca güvenerek bu işin içinden herhangi bir hak tanımadan sıyrılmayı hesaplıyor.

Ama bunca iniş çıkış ve bunca acıdan sonra, Kürtler de, işin ucunu bırakmaya hevesli değiller. Onların bu garanti talebini Erdoğan ve çevresi, topluma, özellikle de Kürt halkına, onların savaşmak istediklerinin kanıtı olarak sunmaya çalışıyor. Kürtler’in yapması gereken tek bir şey var, onların bu yaklaşımına göre: silâhlarını bırakmak ve çekip gitmek.

Sonra ne olacak?

Sonra Tayyip Erdoğan bakacak, karar verecek, bir kere “Kürt sorunu” diye bir şey var mı, yok mu? Bu Kürtler’e şimdiye kadar tanınmış haklardan başka tanınabilecek bir hak var mı, böyle bir şey gerekiyor mu, gerekmiyor mu? “Cumhur”un Başkanı bunlara karar verecek.

Ama şimdilik bunlara da vakit var. Hele şu seçimleri kazanalım; hele şu HDP’nin “baraj aşma” sevdası son bulsun; hele şu MHP’ye oy kayması dursun, onların da sırası gelecektir, yavaş yavaş, aceleye mahal yok.