Taraf yazarı Prof. Murat Belge, 91 yaşında hayatını kaybeden 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Türkiye tarihinde önemli bir rol oynadığını belirterek “Demirel’vari bir hesapla, bıraktığı bilançoya baktığımızda, hesaba kitaba daha kolay gelir, barajdı, fabrikaydı, o alanda bilançonun bir hayli olumlu olduğu söylenebilir sanıyorum. Ama üç devrimci genci idama göndermekten şiddetli anti- komünizmine, Milliyetçi Cepheleri’ne, ‘milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz’ine, pek olumlu bir manzara çıkmıyor ortaya” dedi.
Belge yazısında, Sovyet lider Nikita Kruşçev’in siyah beyaz anıt mezarından örnek vererek, “Bu, anıtı yapan sanatçının ‘Kruşçev nasıl bir önderdi’ sorusuna verdiği simgesel cevaptı. Bir mezar anıtı için herhalde özgün bir buluş; ama bir siyaset adamının değerlendirilmesi çerçevesinde baktığınızda hiç özgün sayılmayabilir. Siyah- beyaz olmayan siyaset adamı kaç tane sayabiliriz. Kapkara olanını muhtemelen bulursunuz; bembeyaz olanı yoktur –Gandhi’si, Abraham Lincoln’u dahil. Süleyman Demirel’in de sicili siyah- beyazdır” görüşünü dile getirdi.
Murat Belge’nin Taraf gazetesinin bugünkü (20 Haziran 2015) nüshasında, “Demirel” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
Türkiye tarihinde önemli bir rol oynadı Süleyman Demirel. “Önemli” olduğu pek tartışılmaz, ama “olumlu” mu? Orası çok tartışma götürür.
Bir “hesap adamı” olduğu sık sık söylenmiştir. Demirel’vari bir hesapla, bıraktığı bilançoya baktığımızda, hesaba kitaba daha kolay gelir, barajdı, fabrikaydı, o alanda bilançonun bir hayli olumlu olduğu söylenebilir sanıyorum. Ama üç devrimci genci idama göndermekten şiddetli anti- komünizmine, Milliyetçi Cepheleri’ne, “milliyetçiler suç işliyor dedirtemezsiniz”ine, pek olumlu bir manzara çıkmıyor ortaya.
Moskova’da (Nazım’ın da gömülü olduğu mezarlıkta), Kruşçev’in mezarını görmüştüm: yarısı beyaz, yarısı siyah mermerden yapılmış bir anıt vardı. Bu, anıtı yapan sanatçının “Kruşçev nasıl bir önderdi” sorusuna verdiği simgesel cevaptı. Bir mezar anıtı için herhalde özgün bir buluş; ama bir siyaset adamının değerlendirilmesi çerçevesinde baktığınızda hiç özgün sayılmayabilir. Siyah- beyaz olmayan siyaset adamı kaç tane sayabiliriz. Kapkara olanını muhtemelen bulursunuz; bembeyaz olanı yoktur –Gandhi’si, Abraham Lincoln’u dahil.
Süleyman Demirel’in de sicili siyah- beyazdır.
Süleyman Demirel Türkiye’de Başbakan olduğunda, dünyada, dünya ekonomisinde yeni sayılır bir çığır vardı: ithal ikamesine dayalı sanayileşme. Birtakım tüketim mallarını ithal etmek için kullandığınız kaynağı onları kendi ülkenizde üretmeye kanalize ediyorsunuz. Süleyman Demirel bunu kolay kavradı. Herhalde Amerika’da okurken böyle bir sürecin farkına varmıştı. Kendi ekonomik programını bu temele oturttu. Böylece, sanayileşen bir Türkiye’nin başmimarı oldu. Demir- Döküm’lerin, Arçelik’lerin ve daha birçoklarının Türkiye’si kuruluyordu. Buralarda tutunan DİSK biçimleniyordu.
“Türk Solu”nun teorisyenleri ise “komprador kapitalizmi” diyor, “ambalaj” ve “montaj” sanayiinden dem vuruyor, tepeden tırnağa “feodal” bir Türkiye anlatarak genç ve vatanperver Türk subaylarını tamamlanmamış 27 Mayıs “Devrimi”ni tamamlamaya çağırıyordu.
Böylece 12 Mart’a gelindi. Burada Süleyman Demirel’in de, partisinin de, başarılı bir performans çıkardığı söylenemez. İdam oylaması elbette ki bir yüz karasıdır. Ama Demirel’in 1973 seçim yenilgisinden sonraki performansı bence çok daha kötüdür. Öte yandan, onun için söylenecekler çok da ona özgü değildir: ekonomide başarı ve gelişme, siyasette ise faşizan bir darkafalılık, Türkiye sağının genel karakteristiğidir.
Süleyman Demirel yetmişlerde değil ama seksenlerde göreli bir olgunlaşma sürecine girebildi. Bu, Yeni Gündem’i çıkardığımız ve Demirel’le oldukça düzenli bir ilişki kurduğumuz dönemdi. Tanıklık ettiği üçüncü askerî darbeden sonra Süleyman Demirel Türkiye tarihini bu sorunsal çerçevesinde yeniden gözden geçirmeye başlamış, dünyada demokrasinin nasıl işlediğini incelemiş, epey bir ders çıkarmıştı. Zeki adamdı, doğal bir nüktedanlığı vardır. Üçüncü darbeden sonra bunlara siyasi bir geniş görüşlülüğü eklemeye başlamıştı. O zamana kadar düşman gördüğü solda kendisi kadar ya da daha fazla demokrat kişiler olduğunu görüyordu.
Ancak bu yıllarda dünyanın ekonomik gidişatı gene değişmişti. “İthal ikamesi” politikaları eski geçerliliğini kaybetmişti. Bunları, dünyada neler olduğunu Demirel’den daha iyi anlayan kişi de Turgut Özal’dı. Ama Demirel’i iktidardan itekleyen generallerle ilişkisi ve Demirel’in iteklenmiş olmasından yararlanmakta tereddüt etmeyişiyle Turgut Özal, Demirel’in bu dönemdeki baş düşmanıydı.
Bu yıllarda Süleyman Demirel siyasette varlık olmaya devam etti, Cumhurbaşkanlığı konumuna da geldi. Bu konumda, 28 Şubat’la işbirliğine girmekten kaçınmadı. Böylece, “cihet-i askeriye”ye, “Siz bana şunları şunları yaptınız ama, ben işte böyle adamım” dediğini sanıyorum.
“Varlık olmaya devam etti” ama altmışlarda olduğu gibi belirleyici bir rol oynamadı. Doksanların ikinci yarısı zaten genel olarak Türkiye’nin boşa gitmiş yıllardır –12 Eylül’ün kısmen bugün de devam eden sonuçları, aklî bir kısırlaşma.
Yani, kısacası, Demirel’in kişisel tarihi, Türkiye’nin genel tarihi ile yalnızca iç içe geçmemiştir; biraz da onun bir resmi gibidir; erdemleriyle, ama kusurlarıyla da.