Habertürk yazarı Murat Bardakçı, Lozan Antlaşması’nın 95. yıldönümü nedeniyle köşesinden, "Lozan’a hakaretten vazgeçin beyler; ayıptır ve günahtır!" çağrısında bulundu.
Okumaya değil, kulaktan dolma bilgilere önem veren bir millet olduğumuzu belirten Bardakçı, Lozan hakkındaki atıp-tutmaların ciddiye alındığını yazdı. Lozan'ın bazı çevreler tarafından gelir elde etmek amacıyla kullanıldığını aktaran yazar, para kazanma merakının Lozan’ı yerden yere vurmakla, “yenilgi” olduğunu söylemekle yapıldığına dikkat çekerken, '"Kurtuluş Savaşı diye bir harp hiç olmadı, yaşanmadı' diyen çatlaklar bile çıkıyor!" dedi.
12 Ada Lozan’da elden çıktı; ancak...
Lozan anlaşmasıyla anılan 12 ada meselesine değinen Murat Bardakçı, adaların 24 Temmuz 1923’teki antlaşmayla değil, İtalya ile 1912’de imzalanmak zorunda kalınan “ilk” Lozan Antlaşması ile elden çıktığını açıkladı. Yazar, tarihte “Uşi Antlaşması” diye bilinen anlaşmanın resmî adının “Lozan Antlaşması” yani "Birinci Lozan" olduğunu bildirdi.
Yazar Bardakçı'nın "Türk tarihinin en şerefli andlaşması..." başlığıyla bugün (25.07.2018) yayımlanan yazısı şöyle:
"24 Temmuz Türkiye için son derece önemli olan bir hadisenin, Lozan Andlaşması’nın imzalanmasının yıldönümüdür…
Bu andlaşma hakkında daha önce de defalarca yazdığım ve TV’lerde de söylediğim kanaatimi burada, yazının başında tekrar ifade edeyim: Lozan, Türk tarihinin en şerefli andlaşmasıdır! Zira sınırları kat kat genişleten büyük bir fethin neticesinde diz çöktürülen devletlerle değil, yaşadığımız çok büyük bir mağlûbiyetin, yani Birinci Dünya Harbi’nin ardından giriştiğimiz İstiklâl Mücadelesi’nin ardından imzalanmıştır.
Türkiye’de Lozan konusunda yapılan tartışmaların tuhaf bir tarafı var: Lozan, bugün bazı çevreler için gelir elde etme vasıtasıdır ve bu para kazanma merakı Lozan’ı yerden yere vurmakla, “hezimet”, yani “yenilgi” olduğunu söylemekle yapılıyor! Adamlar üstelik sadece Lozan’a verip veriştirmekle kalmıyor, onun hayata geçirilmesini sağlayan İstiklâl Savaşı’na da veryansın etmekle meşguller, hattâ arada bir “Kurtuluş Savaşı diye bir harp hiç olmadı, yaşanmadı” diyen çatlaklar bile çıkıyor!
Üstelik bu işte başarılı da oluyorlar, çünkü okumaya değil, kulaktan dolma bilgilere önem ve öncelik veren bir millet olduğumuz için söylediklerini, Lozan hakkındaki atıp-tutmalarını bir hayli ciddiye alan var!
Son senelerde ortaya yeni bir iddia daha atıldı: Hani ders kitaplarında Sevr Andlaşması’ndan bahsedilirken Türkiye’nin taksimi projesini gösteren bir harita vardır ya, işte o haritanın çok sonraları yapıldığını ve aslında mevcut bulunmadığını söylüyorlar.
Sevr Andlaşması’nın Paris’te muhafaza edilen orijinalinin sonunda bazı askerî haritalar vardır ve bizdeki yayınlara göre çok daha ayrıntılı şekilde çizilmiş olan bu haritalarda hangi toprağımızın kime peşkeş çekildiği açık şekilde gösterilir…
Bugün burada yayınladığım belgeler arasında sözünü etiğim haritalardan birini, Sevr’e göre Boğazlar’ın, Trakya’nın ve Ege bölgesinin taksimatını görüyorsunuz.
Lozan ama hangi lozan ?
Lozan’a yüklenen eksiklerin başında Misak-ı Millî hudutları içerisinde bulunan Musul’u bize vermemeleri ve Boğazlar’daki hâkimiyetimizi andlaşma masasında değil, seneler sonra, 1936’da elde etmiş olmamız gelir.
Unutmayalım: Misak-ı Millî milletlerarası bir andlaşma değil, bir temennî belgesi idi; Dünya Harbi’nde yaşadığmız mağlûbiyetlerin ardından Osmanlı Meclisi’nin kâğıda döktüğü temenniyatından ibaretti, o kadar!
Dolayısı ile, Misak-ı Millî’nin milletlerarası alanda bir hükmü yoktu, olmamıştı, bizim arzularımızdan ibaretti ve tam olarak gerçekleşmemesinin, meselâ Musul’u elde edemememizin sebebi de siyasî yahut diplomatik beceriksizliğimiz değil, askerî konjonktürün buna müsait olmaması, yani daha ileri bir harekât yapma imkânına sahip bulunmamamız idi.
Boğazlar bahsinde de vaziyet aynıydı ve mesele andlaşmanın imzalanmasından 13 sene sonra, 1936’da Montrö’de kısmen çözülebildi…
Lozan’a verip veriştirmeyi ekmek kapısı hâline getirenler ortaya 12 Ada hakkında da iddialar atar, hattâ sadece Adalar ile kalmaz, iddialarına Mısır’ı da ilâve eder ve Lozan’da elimizden çıktığını söylerler.
Yine defalarca söylediğim bir hakikati tekrar edeyim: 12 Ada gerçi Lozan’da elimizden çıkmıştır ama bildiğimiz Lozan ile, yani 24 Temmuz 1923’teki andlaşmayla değil, İtalya ile 1912’de imzalamak zorunda kaldığımız “ilk” Lozan Andlaşması ile… İsviçre’deki Lozan semtinin sahil semti Ouchy’de, 15 Ekim 1912’de imzaladığımız bu metin tarihlerimizde “Uşi Andlaşması” diye geçer ise de resmî adı “Lozan Andlaşması”dır, hattâ 1930’lu senelere kadar “Birinci Lozan” denmiştir.
Kıbrıs ise daha önce, 4 Haziran 1878’de Sultan Abdülhamid’in iktidarı zamanında İngiltere ile imzaladığımız andlaşma ile elimizden çıkmıştır ve Adalar meselesi ile Kıbrıs’tan 1923’teki Lozan’da da bahsedilmesinin sebebi, daha önce uğradığımız kayıplarımızın kabulünden ibarettir.
Musul'u verdiler de almadık mı ?
Mustafa Kemal Paşa’nın Musul’u, 12 Ada’yı, Batı Trakya’yı ve eskiden bize ait olan daha başka toprakları yeniden elde etmeyi arzulamadığını mı zannediyorsunuz?
Ama arzusunu hayata geçirmesinin inkânı yoktu, zira son gücümüze kadar muharebe etmiştik ve bir adım daha ileri gittiğimiz anda kurtardığımız toprakların da elimizden gitme ihtimali mevcuttu. Mustafa Kemal Paşa’nın, hemen tamamı gençlik arkadaşı olan diğer İttihadçılar’dan farkı da zaten nerede durması gerektiğini mükemmelen bilmesi idi.
Şayet bir yerde rastlarsanız dikkatlice bakın: 1918’den itibaren işgal altında bulunan İstanbul’a Mudanya Mütarekesi’nin ardından dört sene aradan sonra giren Selâhaddin Âdil Paşa’nın kumandasındaki 81. Alay’a mensup askerlerimiz, kırık-dökük kum gözlükleri takmışlardır…
Bu gözlükler İstanbul’da o zamana kadar rastlanmamış olan muhtemel bir kum fırtınasına karşı alınmış tedbir değil, sevinç gözyaşlarını göstermemek içindir!
Cehaletten para kazanmak !
Lozan bahsinde ne yazsam, bir kesimi ikna edemeyeceğimi gayet iyi biliyorum; zira böyle bir ihtimalin bulunmadığına senelerden buyana gördüklerim ve yaşadıklarımla bizzat şahidim.
Bir tarafta Lozan’ı yerin dibine sokmaktan beslenen, nesilleri cahil bırakma bahâsına küplerini tepeleme dolduran, hattâ son senelerde ortaya bir de “Lozan’ın gizli maddeleri” masalını atan “üstâd” havalarına bürünmüş bir tüccar güruhu, diğer tarafta da gerçekleri okuyup öğrenmek yerine kulaktan dolma palavraları bilgi zannedip “Gücün yetiyorsa birşeyler öğretmeye çalış ama öğrenmeyeceğiiiiz” inadından asla geri adım atmayan bir çevre mevcut olduğu müddetçe bu iş mümkün değildir ve böyle sürüp gider!
Lozan histerisinin kaynağı, mâlûm: Andlaşmayı imzalayan üç murahhastan biri olan ama akıl zaafına uğradığı sonraki senelerde yazdığı “Hayat ve Hâtırâtım” isimli hezeyannâmesinde Lozan’ın aleyhine demediğini bırakmayan Dr. Rıza Nur! Lozan’ın tâcirinin de, cahilinin de sermayesi Rıza Nur’dur ama “Adamın dilinden düşürmediği prensiplerin, dürüstlüğü ve namusu hani, nerede? Tamamına karşı olduğu andlaşmayı neden imzaladı?” diye sormak kimsenin aklına gelmez.
Daha önce yaptığım çağrıyı bu yıldönümünde de tekrar edeceğim: Lozan’a hakaretten vazgeçin beyler; ayıptır ve günahtır! O günlerin şartlarında bu kadar sene yürürlükte kalabilmiş güçlü bir andlaşma yapabilmiş olanların hayırla yâdedilmeleri gerekir!"