Habertürk gazetesi yazarı Murat Bardakçı, Kut'ül Amare Zaferi komutanı Halil Paşa'nın "Mezarıma rakı dökün" vasiyetiyle ilgili olarak, "Kut zaferi Türkiye’de tam bir asır sonra bile ilk defa bu sene olması gerektiği şekilde kutlandı ya. Çoktaaan yapılması gereken bu kutlamayı bile siyasî kamplaşma vasıtası hâline getirenler nasıl ettilerse ettiler ve Paşa’nın nev-i şahsına mahsus vasiyetini bile lâikliğe bağlamaya muvaffak oldular. Halil Paşa rakı içermiş, mezarına rakı dökülmesini vasiyet etmiş, dolayısı ile lâikmiş ve lâik kalacakmış!" dedi. "Alâkasız iki konu arasında bu şekilde münasebet tesisini başarabilmiş zihinlerin yanında Kant, Descartes, Nietzsche, Marx, Schopenhauer, Heiddeger, Comte, Weber, Habermas vesaire başta olmak üzere gelmiş geçmiş meşhur ve önemli ne kadar filozof yahut sosyolog varsa hepsi haltetmişlerdir!" diyen Bardakçı, “Kafayı çekiyorum, o halde lâikim”dir!" ifadesini kullandı.
Murat Bardakçı'nın, "Kafayı çekiyorum, o halde lâikim!" başlığıyla yayımlanan (2 Mayıs 2016) yazısı şöyle:
Gazetelerde ve bazı internet sitelerinde “Kutülâmare konusunda ortaya yeni çıkan bilinmeyen gerçek” yahut “Bu bilgi sizi çok şaşırtacak”gibisinden başlıklarla verilmiş bir haber: Kut kahramanı Halil Paşa’nın manevî oğlu gibi olan Dr. Necdet Özgelen, bir TV programında Paşa’nın “mezarına rakı dökülmesini vasiyet ettiğini” söylemiş...
Kut zaferi Türkiye’de tam bir asır sonra bile ilk defa bu sene olması gerektiği şekilde kutlandı ya... Çoktaaan yapılması gereken bu kutlamayı bile siyasî kamplaşma vasıtası hâline getirenler nasıl ettilerse ettiler ve Paşa’nın nev-i şahsına mahsus vasiyetini bile lâikliğe bağlamaya muvaffak oldular. Halil Paşarakı içermiş, mezarına rakı dökülmesini vasiyet etmiş, dolayısı ile lâikmiş ve lâik kalacakmış!
Önce, haberlerde sözü edilen “Bir TV programı”nın hangisi olduğunu söyleyeyim: “Tarihin Arka Odası”, yani Prof. Erhan Afyoncu ile Habertürk’te birkaç ay öncesine kadar seneler boyu yaptığımız program! Dr. Necdet Özgelenmalûm rakı vasiyetini bundan iki sene önce bu programda bize söylemiş ve anlattıkları birkaç gün boyunca konuşulmuştu. Ama hafızamız şimdilerde en fazla bir-iki gün öncesine uzanabildiği ve basınımızda “kaynak göstermek”gibisinden bir âdet de artık tamamen bir tarafa bırakıldığı için programın ismini vermek gereksiz görülüyordu!
Merak edenler için haber vereyim: Halil Paşa’yı sevenler vasiyetini geçenlerde yerine getirmişler...
Filozoflar haltetmişler
Burada asıl mesele, Kut kahramanı Halil Paşa’nın rakısı ile lâiklik arasında kurulan bağlantıdır.
Alâkasız iki konu arasında bu şekilde münasebet tesisini başarabilmiş zihinlerin yanında Kant, Descartes, Nietzsche, Marx, Schopenhauer, Heiddeger, Comte, Weber, Habermas vesaire başta olmak üzere gelmiş geçmiş meşhur ve önemli ne kadar filozof yahut sosyolog varsa hepsi haltetmişlerdir! Zira hiçbiri “Kafayı çekiyorum, o halde lâikim” şeklindeki pırıl pırıl bir önermeyi düşünememiş, boş işlerle uğraşmışlar, hattâ “akıl dini” denen ve Fransız İhtilâli’nden sonra bir aralar zorla uygulanan komedinin sahiplerinden olan Jacques-René Hébert’in hatırına bile böyle bir abukluk gelmemiştir.
Lâiklik ve içki! İşte, “laiklik” kavramının Türkiye’de getirildiği son nokta!
Doğru dürüst içmeyi zaten pek bilmeyen, alkolü entellektüelliğin şartlarından zanneden, içkinin “statü sembolü” ve hattâ “sistemin sigortası” olduğuna inanan bir kesim, şimdi alkol ile rejim arasında böyle tuhaf bir bağlantı kuruyor ve neticede Halil Paşa da rakıya olan düşkünlüğü sayesinde lâik mi lâik bir asker oluveriyor!
Düşünceki fukaralığa bakın!
Bir vecize yumurtladım
“İçiyorum, o halde lâikim” gibisinden önerme taklidi ucuzluktan, “alkol olmazsa sistem de elden gider, lâiklik de” endişesinden ve C2H6O’nun, yani içkilerde kullanılan etanolün rejimin teminatı hâline getirilmesinden hareketle, geçmişin namlı içkicilerini devirlerinin önde gelen lâik düşünürleri arasında sayabiliriz...
Meselâ, 17. asırda yaşadığı zannedilen ve şarapçılığı ile meşhur Bekrî Mustafa, bu zihniyete göre, Osmanlı Tarihi’nin en önde gelen lâik şahsiyeti olur.
Neyzen Tevfik de öyle... Gerçi “Merhamet kıl derdime her şey’e âgâhım Alî / Var mı senden başka söyle ilticagâhım Alî” gibi derinden de öte mısralar yazmıştır ama rakısız neredeyse bir gün bile geçirmediği, hattâ rakıyı kâseye koyup içerisine ekmek doğradıktan sonra kaşıkla çorba niyetine yudumladığı için hem Osmanlı’nın son, hem de Cumhuriyet’in ilk senelerinin büyük lâikidir!
Bazı çevrelerde pek bir rağbette “İçiyorum, o halde lâikim” zihniyeti bana her nedense ilham verdi; bu hem tuhaf, hem de akıl ve idrak dışı zırvayı vecize hâline getirmek istedim ve gençlik senelerimde merak saldığım kırıkdökük Lâtincemi kullanarak şöyle buyurdum:
“Ego bibo, ergo sum saecularium!”. Yumurtladığım işbu vecizenin Türkçesi,“Kafayı çekiyorum, o halde lâikim”dir!