Dünya

Mülteci krizinde bir yıl: Almanya algısı değişti

Mülteci krizinin doruk noktasına ulaşıp Almanya'nın kapılarını sığınmacılara açmasının üzerinden bir yıl geçti. Merkel'in mülteci politikası, uluslararası alanda Almanya ve Avrupa algısında çok şey değiştirdi.

29 Ağustos 2016 18:02


Almanya Başbakanı Angela Merkel'in yüz binlerce sığınmacıya kapıları açma kararının üzerinden tam bir yıl geçti. Mülteci krizindeki açık kapı politikası için unutulmayan "Biz bunu başarırız!" (Wir schaffen das!) sözlerini sarf etmesinin üzerinden de. Ancak Merkel, bu politikası yüzünden ülke içinde yoğun eleştirilere maruz kaldı ve Merkel'e yönelik eleştirilerin dozu giderek arttı. Birçok kişi Merkel'e "sığınmacı akınının" ülkenin kabul kapasitesini aştığı, aşırı sağcı şiddeti tetiklediği ve radikal İslamcı terörü Almanya içine de taşıdığı gerekçeleri ile karşı çıkıyor.

Oysa Merkel'in sığınmacı politikası yurt dışında pozitif tepkilere yol açmıştı. O güne dek ekonomik gücü, Batılı NATO ortaklarına sarsılmaz sadakati ve karanlık geçmişi ile bağlantılı olarak gündeme gelen Almanya, birçok ülkede bir anda büyük itibar kazanmıştı.

Avrupalılar uzun yıllar sığınmacı krizinin nasıl tırmandığına seyirci kalmıştı. Yakın- ve Ortadoğu'daki, Afrika'daki çatışmalara, insanların acil yardım çağrılarına, Avrupa kıtasına güvenli bir kaçış için ülkelerine sırt dönmelerine seyirci kalınmıştı. Bu kriz, 2015 yazında doruk noktasına ulaştı. Avrupa'ya ulaşmaya çalışırken Ege ve Akdeniz'de boğularak yaşamını yitiren sığınmacılar, tıklım tıklım dolu mülteci kampları ve Macar sınır görevlilerinin mültecilere yönelik şiddet görüntüleri her geçen gün arttı. Bu durum Almanya ve Avusturya'nın 2015 yılının Ağustos ayında Dublin II. Anlaşması'nı askıya almasına ve sınırlarını mültecilere açmasına neden oldu. Bu gelişme ise sadece Suriyeli sığınmacılar için değil, diğer ülkelerdekiler için de bir neredeyse bir davetiye olarak algılandı.

Avrupa'ya riyakârlık suçlamaları

Katar Uluslararası ve Bölgesel Araştırmalar Merkezi Direktörü Mehran Kamrava, DW'ye verdiği röportajda bu gelişmelerin Almanya'nın saygınlığını tüm Ortadoğu'da arttığını kaydediyor. Zira Kamrava'ya göre Ortadoğu'da Avrupa ülkeleri genelde rikayakar olarak görülüyor: İnsan haklarına yönelik öğütler veren ama mülteci sorununa el atmayan ülkeler olarak. Kamrava, oysa mültecilere kapılarını açmanın bu riyakârlık suçlamasını -en azından Almanya bazında- anlamsız kıldığını kaydediyor.

Almanya, birçok sığınmacının geldiği Afrika ülkelerinde de büyük saygınlık kazandı. Güney Afrika'daki Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nden Liesl Low-Vaudran, Almanya'nın mülteci politikasının kitlesel Avrupa algısını da değiştirdiği görüşünde. Low-Vaudran, II. Dünya Savaşı'nda Alman işgalindeki Avrupa bölgeleri için kullanılan bir nitelemeye atıfta bulunarak " 'Avrupa'nın kalesi' (fortress Europe) fikri, mültecileri uzak tutmak için her şeyin yapılması anlamına geliyordu" diye hatırlatıyor. Low-Vaudran "Böylece, Avrupa'nın mülteci politikasına yönelik o güne dek hâkim anlayışta bir değişim söz konusu olmaya başladı" diye konuşuyor. Avrupa içerisindeki sınırların kısmen yeniden kapatılmış olmasını eleştiren Low-Vaudran, özellikle bir zamanların sömürgeci güçleri olan Avrupa ülkelerinin uzun yıllardır talep edilen Avrupa'ya organize bir göçü mümkün kılmak için çok daha çaba göstermeleri gerektiğini kaydediyor.

İstikrarı sağlayan Almanya

Almanya kapılarını mültecilere açarak, dış politikadaki en önemli ortakları arasında da prestijini artırdı. Almanya bu insani jesti ile bir yandan ahlaki otoritesinin altını çizerken bir yandan da AB içerisinde bir liderlik rolü üstlendi. Bunun olumlu bir gelişme olarak görülüp görülmediği Avrupa'da ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor.

ABD Başkanı Barack Obama için Almanya bu adımı ile mülteci politikalarında bir kez daha güvenilir bir Avrupa ülkesi olduğunu kanıtladı. Harvard Üniversitesi'nden Dış politika uzmanı Cathryn Clüver, Obama'nın tam da böyle bir zamanda "Hâlihazırda acil alınması gereken politik kararları destekleyebilmek için Batı'nın birlikteliğine ihtiyacı olduğunu" belirtiyor. Merkel'in jesti, sadece Obama'dan değil, ABD halkının büyük çoğunluğundan da büyük övgü topladı. Buna karşın ABD'nin genelinde Türkiye ile varılan mülteci anlaşmasına yönelik daha ziyade bir şüphe hâkim.

Aynı şekilde Çin'de de Merkel'in mülteci politikasına yönelik bir ikilem söz konusu: Bonn'daki Küresel Araştırmalar Merkezi'nden Prof. Dr. Xeuwu Gu'ya göre; kapıların mültecilere açılması, Çin'de bir yandan belli bir hayranlık uyandırırken diğer yandan Türkiye ile yapılan mülteci anlaşması "akılsızca" olarak değerlendiriliyor.

Merkel'in AB'deki liderlik rolü tartışmaları

Angela Merkel, küresel çapta birçok ülkede Almanya ile eş anlamlı hale geldi. Merkel, kimileri için sakin, vicdan sahibi bir rahip kızı ve titiz bir fizikçi olarak hayranlık uyandıran bir politikacı. Ama kimileri içinse soğuk, menfaatçi ve iktidar hırslı "Avrupa'nın İmparatoriçesi".

Merkel'in üç dönemlik iktidarı, Almanya'nın AB içindeki algılanışında kuşkusuz etkili olmuştur. Almanya'da 2017 yılında yapılacak genel seçimler, sığınmacı krizindeki gelişmelere bağlı olarak Merkel'in üçüncü Başbakanlık döneminin yargılayıcısı olabilir. Özellikle son dönemde patlak veren göç, terör tehlikesi, sağ partilerin yükselişi ve Brexit gibi büyük konular, Merkel'i çok yönlü kriz yöneticiliğine teşvik etti. Bu durum kimilerini sevindirdi kimilerinde ise büyük bir hoşnutsuzluğa yol açtı.

Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'nden ekonomi profesörü Anne-Laure Delatte, AB'nin Almanya merkezli bir gelişme yönünde ilerlediğini belirtiyor. Çeşitli krizlere yönelik kıtada Merkel'e yönelik büyük bir eleştirel tutum olduğuna dikkat çeken Delatte "Kesinlikle Almanya'nın Avrupa için kararlar aldığından değil aksine bir devletler grubunun, kendileri için kararlar aldığından bahsetmeliyiz" diye konuşuyor.