HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, eski AKP milletvekili aday adayı Prof. Melih Bulu'nun Cumhurbaşkanı kararıyla Boğaziçi Üniversitesi'ne atanmasına ve ardından yaşananlara ilişkin olarak, “Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar bütün Türkiye’ye kayyım gerçeğinin ne anlama geldiğini net biçimde gösterdi. Kayyım politikası üniversiteleri de egemenliği altına alacak duruma gelmiştir. 12 Eylül döneminde yapılmayan, bu iktidar döneminde yapılıyor. Üniversitenin kapısına kelepçe vuruldu. Bu aslında bir gaf, basit bir tedbir alma telaşının yarattığı bir davranış değil; bu zihniyetin dışa vurumudur” dedi.
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, il eşbaşkanlarıyla online toplantıda yaptığı konuşmada gündeme dair değerlendirmelerde bulundu.
Sancar, “Pandemi, ülkemizde ağırlaşan baskı ve zulüm politikaları ile bölgedeki savaş politikaları hem dünyada hem de bölgede ciddi tahribatlar yarattı ve acılara yol açtı” dedi.
HDP’nin geride kalan yılda baskılara karşı geriletilemediğini ifade eden Sancar, “Bir yandan bizi tasfiye amaçlı yoğun baskılar, zulüm politikaları uygulanırken diğer yandan eşi görülmemiş bir direnişle karşılaştı bu politikalar. Bu direnişin mimarları yereldeki yöneticilerimizdir. Yöneticilerimizin birlikte hareket ettiği halkımızdır. Özellikle Kürt halkının sonuna kadar kendi iradesine sahip çıkma kararlılığıdır. Bu kadar yoğun baskıya rağmen HDP, bırakın zayıflatılmayı geriletilemedi bile. Tam tersine mücadeleyi yürüteceğimiz yeni politikalar üretmekten bir an bile geri durmadık” ifadelerini kullandı.
Sancar'ın açıklamasından satır başları şöyle:
"Bu kadar yoğun baskıya rağmen HDP, bırakın zayıflatılmayı geriletilemedi bile"
2020 yılında yaşanan baskılara ve saldırılara örnekler vermeye kalkarsak toplantının tümünü bunlara ayırmamız gerekir. Ancak sizler sahada zaten bunları tecrübe eden insanlar olarak tüm bunları biliyorsunuz. Bir yandan bizi tasfiye amaçlı yoğun baskılar, zulüm politikaları uygulanırken diğer yandan eşi görülmemiş bir direnişle karşılaştı bu politikalar. Bu direnişin mimarları yereldeki yöneticilerimizdir. Yöneticilerimizin birlikte hareket ettiği halkımızdır. Özellikle Kürt halkının sonuna kadar kendi iradesine sahip çıkma kararlılığıdır. Bu kadar yoğun baskıya rağmen HDP, bırakın zayıflatılmayı geriletilemedi bile. Tam tersine mücadeleyi yürüteceğimiz yeni politikalar üretmekten bir an bile geri durmadık.
"Bu iktidar hukuku kullanarak arkadaşlarımızı siyasi rehine olarak tutuyor"
Dokunulmazlıkların kaldırılması, bu dönemin başka bir aşamasıydı. 4 Kasım 2016 darbe operasyonu, siyasi soykırım operasyonu yeni bir dönemeci işaret ediyordu. O günden sonra da operasyonlar devam etti. Pek çok yerde çalışanlarımız, milletvekillerimiz, geçmiş dönem il eşbaşkanlarımız, belediye eşbaşkanlarımız gözaltına alındı, tutuklandı. Gözaltı, tutuklama; bu terimler gerçeği yansıtmaya yetmiyor. Ortada ne gözaltı ne tutuklama var. Siyaseten rehin alma var. Bu iktidar hukuku kullanarak arkadaşlarımızı siyasi rehine olarak tutuyor. Buna karşı mücadelemizi bir an bile durdurmadık, bir an bile geri çekilmedik, elimizdeki tüm imkanlarla bu operasyonlara karşı mücadelemizi yürüttük. En önemli sonuç; boyun eğmedik, tasfiye planlarını bozduk. Yereldeki bu büyük direncin ve inancın belirleyici bir payı vardır. İl eşbaşkanları olarak sizlerin ve sizlerden önce görev yapan arkadaşlarımızın fedakarca çalışmaları vardır.
"Belediyelerimize kayyım atandığında bunun ülkeyi kayyım cumhuriyetine dönüştürmenin hazırlığı olduğunu söylemiştik"
Bizler o günden bugüne bu tasfiye planının Türkiye’de faşizmi yerleştirme, diktatörlüğü kurumsallaştırma hazırlığı olduğunu hep söyledik. Kayyım politikaları da öyleydi. Özellikle kayyım politikalarının, bu cumhuriyeti yeni bir biçime büründürme amacı taşıdığını ısrarla vurguladık. 2016’dan beri başlayan kayyım politikaları, 2019 yerel seçimlerinden sonra da devam etti. Bugüne kadar 48 belediyemize kayyım atandı, 6'sının da mazbatalarına el konuldu. Dolayısıyla 2019 seçimlerinden sonra kazandığımız 65 belediyenin 54’ü iktidar eliyle gasp edildi. Bunun anlamı açıktır; bu irade gaspıdır ve bu haysiyete yönelik ağır bir saldırıdır. Kayyım politikası sadece Kürt belediyeleri ve HDP’li başkanlarla sınırlı kalmayacaktı, bunu biliyorduk. Bir yerde başlayan uygulamanın, baskıcı bir uygulamanın, zulüm politikasının orayla sınırlı kalması söz konusu olmaz. “Kayyım politikası sadece belediyelere yönelik kısmı bir uygulama değil” demiştik. “Bu, ülkeyi Kayyım Cumhuriyetine dönüştürmenin hazırlığı ve antrenmanıdır' demiştik. Zaten Türkiye’de hep böyle olmuştur. Bütün baskıcı ve kıyıcı pratikler önce Kürt şehirlerinde ve Kürt halkına karşı uygulanır. Orada olgunlaştığına kanaat getirilirse Türkiye’nin her yerine yaygınlanlaştırılır.
İktidar, kayyım politikasını egemen yönetim biçimi haline getirmenin adımlarını atıyor
Bakın kayyım tartışması uzun süre sadece belediyelerimizle sınırlı kaldı. Bu tartışmanın daha da geniş bir çerçevede ele alınması çabamız yeterince karşılık bulmadı. Fakat son zamanlarda, o zaman söylediğimiz şeyin nasıl gerçeğe dönüştüğünü adım adım daha görür hale geldik. Daha geçen geçenlerde bir kanunla bütün sivil toplum kuruluşlarına kayyım tayin etme yolu açıldı. Yani bu iktidar, kayyım politikasını bir rejim haline, ülkedeki egemen yönetim biçimi haline getirmenin adımlarını her aşamada atmaktan geri durmuyor. Tam tersine herhangi bir engel tanımayacağını, kendisini durduracak güçlü bir toplumsal irade ortaya çıkmadıkça bu politikaları sürdüreceğini gösteriyor.
"Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar Türkiye’ye kayyımın ne anlama geldiğini net biçimde gösterdi"
En son Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar bütün Türkiye’ye kayyım gerçeğinin ne anlama geldiğini net biçimde gösterdi. Kayyım politikası üniversiteleri de egemenliği altına alacak duruma gelmiştir. Bu rejim uzun süredir bütün değerleri, demokratik birikimi, toplumsal mücadelelerle kazanılmış bütün imkanları tasfiye etmek için her yöntemi deniyor. “Yeni rejim inşası söz konusudur” dediğimizde kastettiğimiz esas meselenin bu olduğunu da yeniden hatırlatalım.
"OHAL ve KHK’lerle birlikte üniversitelerde özerkliği, bilimselliği savunan akademisyenleri tasfiye ettiler"
Üniversitelere tahammülü yok çünkü özgür düşünceye tahammülü yok, çünkü bilime tahammülü yok; çünkü tek adama dayalı rantçı, kayırmacı, talana dayalı sömürücü bir zihniyete dayanıyor. Bu sistemi kurabilmek için de itiraz edebilecek tüm kesimleri bastırmak zorundalar. Farklı bir imkan olabilecek ve ses getirecek tüm politikaları bastırmak zorundalar. İşte iktidarın üniversite politikası da bundan bağımsız değildir. Özellikle 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL, çıkarılan KHK’ler bunun başlangıcı oldu. O korkunç tasfiye bunun başlangıcıydı. 2016’dan önce de denediler ama tam olarak başaramadılar. Üniversiteleri yönlendiremediler, kendilerine tabi kılamadılar. Elbette daha önce de üniversiteler güllük gülistanlık değildi, özerklik ve özgürlük hakim değildi. Ancak üniversitelerde özgürlüğü, özerkliği ve bilimselliği savunan aydınlar, öğrenciler, gençler çok daha fazlaydı. İşte bunları da tasfiye etmek için Kanun Hükmünde Kararnameyi devreye soktular. Barış Akademisyenlerini tasfiye ettiler, onlar dışında da binlerce akademisyeni devre dışı bıraktılar.
"İktidar tek parti döneminde, 12 Eylül'de yapılmayanı yaptı; üniversite kapısına kelepçe vurdu"
Böylece Türkiye tarihinde daha önce de bildiğimiz üniversite tasfiyelerine bir yenisi eklendi ama bu boyutta bir tasfiye tek parti döneminde bile yaşanmamıştı. Bu iktidar, sürekli tek parti döneminden bahsederek kendisini daha iyi göstermeye çalışsa da uygulamaları tek parti dönemini geride bırakmıştır. Bu iktidar, darbe sözünü ağzından düşürmüyor. Her itirazı her toplumsal tepkiyi bir darbe olarak karalıyor. Fakat bütün uygulamaları, darbeci bir zihniyetin devamıdır. Bakın 12 Eylül döneminde yapılmayan, bu iktidar döneminde yapılıyor. Üniversitenin kapısına kelepçe vuruldu. Bu aslında bir gaf, basit bir tedbir alma telaşının yarattığı bir davranış değil; bu zihniyetin dışa vurumudur.
"Tarih, halklar, vicdanlar üniversite kapısına kelepçe vurulmasını unutmayacaktır"
Üniversitenin kapısını kelepçe ile kapatma tavrı ve refleksi bu iktidarın kendi güvenlik aygıtına benimsettiği davranışın en çarpıcı göstergesi haline gelmiştir. Tarih bunu unutmayacaktır. Halklar bunu unutmayacaktır. Vicdanlar bunu unutmayacaktır. Bu iktidar için kara leke olarak kalacaktır. Ama özgürlük mücadelesinde kırılması gereken engellerin neler olduğunu da hepimize hatırlatacaktır.
"İktidara göre toplumun yarısından fazlası terörist"
Öğrenciler, “kayyım rektör istemiyoruz” diye itiraz ediyor, hemen devreye terörist yaftası sokuluyor. İtiraz eden herkes teröristtir. Bu iktidara bakarsanız herkes teröristtir.
Daha doğrusu kendilerine doğrudan bağlı olanlar dışında herkes teröristtir. Hatırlayın, 2018 seçimlerinden önce de kendilerine oy verenler dışında herkesi terörist olarak ilan etmişlerdi, hain olarak yaftalamışlardı. Bu iktidara göre toplumun yarısından fazlası teröristtir.
"Ömer Çelik’in ifadeleri kendi yönetimlerini tanımlama konusunda çarpıcı bir örnektir"
Terörist kelimesini ağızlarından düşürmeyenlerin zihinlerinin nereye denk düştüğünü belki AKP Sözcüsünün son açıklamasında bir kara mizah olarak gördük. O da bir gaf değildi o da bir dil sürçmesi değildi. Ömer Çelik'in o basın toplantısında hızını alamayıp sarf ettiği sözler bir tür zihin yansımasıydı. Kendi yönetimlerini tanımlamada belki de kullanılabilecek en çarpıcı ifadeyi kullandı. Bunu bizler sorgulamak, tartışmak ve buradan yola devam etmek zorundayız.
Bu zalim iktidarı durdurmanın yolu birlikte hareket etmektir
Bizim çağrımız tüm iyi insanlara, tüm demokrasi güçlerine, ezilenlere, sömürülenlere, haklarına el konulanlara, direnen kadınlara, direnen işçilere, doğasını savunmak için yollara düşen köylüleredir. Onuru için her türlü bedeli göze alan halklaradır, Kürt halkınadır. Birlikte mücadele mümkündür. Temel ilkeler etrafında bir araya gelmek mümkündür.
Biz bunu her aşamada göstermek için elimizden geleni yapıyoruz. Böyle zalim bir iktidarı, diktatörlük yolunda her türlü değeri ayaklar altına alan bir iktidarı durdurmanın yolu birlikte hareket etmektir. Güçlü bir demokrasi ittifakı bu ülkenin en büyük ihtiyacıdır. Hukuku ayaklar altına alan bu iktidara karşı hakkı ve adaleti etkili bir şekilde savunmanın yolu birlikte mücadele etmektir.
"AİHM kararı HDP’ye yönelik tasfiye politikalarının kanıtıdır"
Bu arada, hak ve hukukun ayaklar altına alınmasına ilişkin çarpıcı örnekler gelmeye devam ediyor. İktidar siciline sürekli yeni çarpıcı örnekler ekliyor. Son olarak AİHM’in önceki dönem Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş hakkında takındığı tutum bu çerçevede değerlendirilmelidir. Hukuksuzlukta, adaletsizlikte, ayrımcılıkta, keyfilikte nereye varıldığını bu karara karşı iktidarın gösterdiği tepkiden daha iyi anlayabiliriz. Bunu bizler biliyoruz ama şimdi bütün Türkiye halklarının da bütün demokrasi güçlerinin de daha açık görmesi mümkün hale gelmiştir. Ancak sadece görmek yetmiyor, bunu değiştirmenin imkanlarını yaratmak için daha güçlü olmak gerekiyor. AİHM kararı sıradan bir karar değildir. Selahattin Demirtaş kararı özellikle bir noktanın, bir gerçeğin altını kalın bir çizgi ile çiziyor, diyor ki “2016'dan bu yana HDP'ye yönelen operasyonların tamamı siyasidir. İktidar yargı ve hukuku kullanarak HDP’yi tasfiye etmek istemiştir. Ortada hukukla açıklanacak hiçbir durum yoktur, yapılan her şey siyasidir. Bu operasyonlar siyasi amaçlıdır. O nedenle AİHM sözleşmesinin ağır bir şekilde ihlal edilmesi sonucu doğurmuştur.”
"AİHM kararı bu devleti ve hükümeti bağlıyor"
"Ayrıntılara teknik yönlerine girmek istemiyoruz ama AİHS’nin 18’inci maddesinin ihlal edildiğini söylemek çok çok önemlidir. Bu sadece hukuken değil, siyaseten de önemli sonuçlar doğuracaktır. İktidar, “bu karar bizi bağlamaz” diyor ama gerçeği söylemiyor. Halkı kandırıyor. Bu karar iktidarı bağlıyor. Eğer gerçekten, tırnak içinde söylüyorum, kadın arkadaşlarımız bunu bir erkek diline kayma olarak değerlendirmesinler, bu iktidar kendisini kabadayı olarak lanse ediyor ya, eğer gerçekten kabadayı iseniz söyleyeceğiniz şudur: "Bu karar bizi bağlıyor çünkü sözleşmede imzamız var. Biz bu kararı uygulamayacağız gerekirse sözleşmeden çıkarız." Ama bunu söylemiyorlar.
Bu karar bu devleti, bu hükümeti bağlıyor. Bu devlet ve hükümet bu kararın gereğini yerine getirmezse bunun siyasi ve hukuku sonuçları olacaktır. Bu sonuçlar kendi kendine ortaya çıkmayacaktır. Bizim bu sonuçların ortaya çıkması için çok yönlü mücadele yürütmemiz gerekiyor. Hep birlikte AİHM'in tespit ettiği ihlallerin giderilmesi ve orada bizlerin hakkı olarak teslim edilen şeylerin hayata geçirilmesi için mücadele etmemiz gerekiyor. MYK’da aldığımız kararlar var, yaptığımız hazırlıklar var, bunları toplantının ilerleyen bölümlerinde sizlere ayrıntılı aktaracağız. Bu karar çerçevesinde ve bu karardan hareketle hem içeride hem uluslararası alanda neler yapacağımızı ayrıntılı olarak aktaracağız.
Burada da yine mücadelenin yükü ağırlıklı olarak sizlerin ve yereldeki bütün parti emekçilerinin omuzlarındadır. Birlikte bu mücadeleyi sonuca ulaştıracağımızdan şüphemiz yok. Başarıya ulaştığımızdan hiçbir zaman şüphe etmedik. Kazanacağız dedik, mutlaka kazanacağız dedik.
"Kapatma tehdidi iktidarın acizliğinin göstergesidir, her türlü saldırıya güçlü bir şekilde karşı koyacağız"
"Son nokta olarak şunu söyleyeyim, ortalıkta parti kapatma söylentileri dolaşıyor. Bunları ciddiye almayın. İktidar, acizliğini siyasi mühendislik yoluyla ortadan kaldırmak için kapatma tehdidini kullanmaktadır. Bunun ilk hedefi bizleri, kitlemizi, çalışanlarımızı tereddütlere sevk etmek olabilir. Buna karşı en güçlü cevap asla ve asla tereddüde kapılmamak, en ufak bir soru işaretini bile zihinlerde taşımamaktadır. Bizim her türlü operasyona karşı tedbirimiz vardır. İster hukuku kullanarak bize yönelsinler, ister fiilen bizi kuşatsınlar, bugüne kadar nasıl etkili bir yöntemlerle karşı koyduysak bundan sonra da aynen öyle yapacağız. HDP bir fikriyattır, HDP ruhtur, HDP halktır. HDP kapatılamaz. HDP’yi kapatmak Türkiye’de demokrasi umudunu, Türkiye’de tüm halkların gelecek umudunu kelepçeye vurma çabasıdır. "