İnan Ketenciler
25 Ocak 2011’de 30 yıllık Hüsnü Mübarek rejimi devrildiğinde, tüm dünya Mısır halkını ayakta alkışlıyordu. Arap uyanışı Tunus’ta başlamıştı ama Mısır’da rejimin uyguladığı şiddete karşı gösterilen sivil direniş, Tahrir Meydanı’nı ‘Arap Baharı’nın simgesi yapmıştı.
Mübarek sonrası sürecin sancılı olacağı kuşkusuzdu. Ordunun yönetime el koymasının ardından gidilen seçimlerde Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi sandıktan zaferle çıktı. Dünya bir kez daha tarihindeki ilk demokratik seçime giden Mısır’ı selamlıyordu. Ancak aradan geçen 1 yılın sonunda Mısır için işler hiç de iyi gitmedi.
Mursi yönetimine yönelik tepkiler sokağa taştı ve Tahrir bir kez daha değişim için milyonlarca insanla doldu. Ordu bir kez daha devreye girdi ve Mursi’ye muhaliflerle uzlaşması için 48 saat süre verdi. Geri adım atmayan Mursi, verilen sürenin dolmasının ardından askeri müdahaleyle devrildi.
Kimilerine göre, darbe ‘halkın zaferine’ vurulmuştu. Kimilerine göreyse, Mursi’nin iç savaş çağrısı karşısında daha fazla kan dökülmesini engellemenin tek yolu askeri müdahaleydi.
Mısır’da son 1 yılda yaşananların perde arkasını gazeteci/belgeselci Sedat Aral’la konuştuk.
Başta Mısır olmak üzere, Kuzey Afrika’dan tüm Ortadoğu’ya kadar Müslüman Kardeşler’in faaliyetlerini yakından izlemiş bir isim Sedat Aral…
İşte neredeyse dünyanın her yerinde onlarca savaşa tanıklık etmiş, en kanlı devrimlerin ve darbelerin günlüğünü tutmuş bir savaş muhabirinin gözüyle Mısır’da yaşananlar:
- Muhammed Mursi, sadece 370 gün önce bölge standartlarıyla kıyaslandığında demokratik sayılabilecek bir seçimle, oyların yüzde 51’ini alarak iktidara geldi. Bir yıl önce seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak selamlanan Mursi, bugün neden devrik bir lidere dönüştü?
Hatırlanacağı gibi Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden sonra ordu yönetime el koydu. Güç devrinden sonra özellikle Mursi’nin tavrı, ABD’nin de desteğiyle değişti, burada ordunun da tavrı çok önemliydi. Mısır’da seçim yapıldığında seküler muhalefetin çoğu bu seçimi boykot etti. Seçime katılım oranı yüzde 50’lerde kaldı. Muhammed Mursi, yüzde 50’nin yüzde 51’inin oyunu aldı. Müslüman Kardeşler devrimde, Tahrir Meydanı’ndaki seküler insanlardan rol çaldı. Buna ABD de destek verdi, İsrail’in de parmağı vardı. Baas, İsrail için her zaman daha tehlikeliydi Müslüman Kardeşler’den… Çünkü Baas rejimleri İsrail’in politikalarını sürekli işgal ediyordu.
-Araya girerek sormak istiyorum, Müslüman Kardeşler’in İsrail’e yönelik söylemleri Baas’tan daha sert olmadı mı her zaman?
Bu Hamas ile İsrail arasında yaşanan sertliğe benziyor. Hamas’ın kuruluşuna bakıldığı zaman, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) bölmek için Eritre gibi ülkelerde eğitim gören kişilerce kurulmuş bir örgüttür. O sertlik, Baas’ın gösterdiği gibi bir sertlik değil. Örneğin bugün, İsrail’in Filistin’e baskısı olduğu Baas sayesinde biliniyor. Müslüman Kardeşler, Filistin meselesi adına uluslararası arenada bir hamle yapmıyor. Suudi Arabistan petrol fiyatları biraz olsun artsın diye Hamas’ı İsrail’e saldırtabiliyordu. Seküler bir Mısır, İsrail’e her zaman daha büyük problemler yaşatıyordu. Müslüman Kardeşler, Baas kadar problemli bir yapılanma olmadı. Çünkü varlığı ve diplomasisi hep ABD’ye bağlıydı.
- Mısır’da yaşananlar Mursi tarafından daha önce görülemedi mi? Kriz nasıl ordunun müdahalesini gerektirecek noktaya geldi?
Kahire’de halk orduya göz kırpıyor diye eleştiriliyor. Ancak son bir yıldır Mısır’da büyük şehirlerin hepsinde, elektrik, su ve doğalgaz kesintili olarak veriliyor. Ülkenin gelirleri Müslüman Kardeşler tarafından yağmalanıyor. Mursi’nin “Hatalar yaptım” derken bahsettiği aslında bu… İlk günden itibaren çıkardığı yasalar, yaptığı hatalardan dolayı kendisini korumaya yönelik yasalar. Ayrıca bunun üstünü örtmek için sekteryan bir tavır da aldı. Siyasetçi olarak bocalamalarının üstesinden gelmek için Koptik Hıristiyanlara ve Şiilere karşı böyle bir yol seçti. Mursi’nin bir şansı vardı; bir hafta önce muhalefetin çağrısına kulak verip erken seçim kararı alabilirdi. Televizyonlara çıkıp, kendi taraftarlarına meşruiyet uğruna ölmeleri için emir veriyor, ancak seçime gidildiği takdirde yeniden Cumhurbaşkanı seçilebilmesi ihtimaline güvenmiyor. Böyle bir demokrasinin yaşama şansı zaten fazla değildi. 80 milyonluk Mısır’ın iç savaşa gitmesi demek krizin tüm Ortadoğu’ya yayılması demek. Müslüman Kardeşler, dünya için de tehlikeli bir hale gelmeye başladı. Kimse Ortadoğu’da böylesi bir kriz riskini almaz. Kaldı ki, yaşananların ekonomik boyutu da var. Süveyş Kanalı kapandığı anda petrol fiyatları bir anda yüzde 50 artıyor.
- Siyasi kriz ordunun müdahalesi olmadan çözülemez miydi?
Müslüman Kardeşler son bir yıldır zaten silahlanıyordu. Bahsedilen ülke bir Avrupa ülkesi, sözgelimi İngiltere olsaydı, Mısır’daki gibi 20 milyon değil, 5 milyon kişi sokağa çıkıp protesto ettiğinde, Başbakan David Cameron ertesi gün erken seçim kararı almak zorunda kalırdı. Erken seçim demokrasilerin sübabıdır. Avrupa’da darbe olmamasının sebebi bu… Belçika’da tam 4 sene hükümet kurulamadı, teknokratları vardı, demokrasi işliyordu ve sistem çalışıyordu. Sorun şu: Mısır’da Müslüman Kardeşler’in yöntemleriyle demokrasi bir arada yürümüyor. Din kardeşliği adaletin önüne geçiyor. Mursi sadece ‘kendinden’ olanları düşündü.
Müslüman Kardeşler’in altı kazındığı zaman, birçok suikastın altından çıkar. Müslüman Kardeşler kökleri itibariyle paramiliter bir örgüttür. Devrimi çalan bir paramiliter örgütü, başka bir paramiliter örgüt durdurdu. Toplanan halk, Mursi’nin ne yapacağıyla zaten artık çok fazla ilgilenmiyordu çünkü ölümden korkmuyorlardı. Bir yılda Müslüman Kardeşler sempatizanları tarafından güney Mısır’da linç edilen insanların sayısı o kadar fazla ki… Biz sadece yukarı Mısır’ı Kahire ve İskenderiye’de olan bitenleri biliyoruz. 1997’de 67 turistin öldürüldüğü katliamı planlayan Adil el-Hayat’ı Luxor Valisi yaptı. Vahim bir durumdan bahsediyoruz. Hiçbir demokraside, liderler “Ben hata yaptım” dediği zaman o koltukta oturmaz. Demokrasi bunu gerektirir. Dünyanın her tarafında beklenti Mursi’nin “Hatalarım oldu” dediğinin ertesi günü görevini bırakmasıydı. Bu demokrasi ahlakıyla ilgili bir tutum… Mısır’da da Suriye’de de, diğer yerlerde de böyle. Bulundukları dönemi kriminalize edip, o koltuktan indiklerinde yargılanırlar diye korkuyorlar. Aynı durum İsveç ya da İngiltere’de yaşansa yine darbe olur. Londra’ya 1 yıl boyunca elektriğin ve suyun kesintili verildiğini düşünelim, sonra Başbakan çıkıp “Ben seçilmiştim zaten” desin. Düşünebiliyor musun? Mümkün değil. Dünya böyle bir yer, demokrasi de böyle bir sistem, hata yapan gider.
- Peki, Mısır’da sırada ne var? Ordunun açıkladığı yol haritası rayında gider mi? Müslüman Kardeşler, yenilgiyi bu kadar kolay kabul edecek mi?
Dünya, “İslamofobiyi yenebilir miyiz?” gibi iyi niyetli bir düşünceyle Müslüman Kardeşler’e Mısır’da bir şans tanıdı, ancak yaşanan gelişmeler siyasi İslam’ın çöktüğünü gösteriyor. Avrupa’nın yarısı kraliyetlerden oluşur, monarşilerden oluşur. Hangi birinde duyarız ki bu monarşiler insanlara acı çektiriyor, ya da bir krala dava açılmış da adam mahkemeyi etkilemiş diye… Büyük bir ihtimalle iç savaş artık Mısır’ın kapısına dayanmış durumda. Yine büyük ihtimalle Müslüman Kardeşler artık 60’lar ve 70’lerdeki yapılanmasına, yani yeraltı örgütü haline dönecek. Uluslararası siyaset arenasından çıkacaklar. Ancak Mısırlılara terörü yaşatacaklar. Uzun sürecek bir iç savaş ve terörizm tehlikesi var.
Örgüt yapısı aşılamadı
Bu tip örgütler siyasete girdiğinde davranış biçimleri örgütsel kalıyor. Müslüman Kardeşler’in Mısır’da neredeyse bütün ofislerinde silah var. Davranışları siyasi parti kıvamına uymuyor. İkincisi, bunu ihraç etmeye çalışıyorlar. Örneğin, son olarak Bingazi’de öldürülen ABD’li diplomatın suikastının ardında Müslüman Kardeşler’in olduğu söyleniyor. Örgütün altyapısı hiçbir zaman değişmiyor, köklerinde radikal bir örgüt. FKÖ gibi askeri birimi ve siyasi birimi ayrı oluşturulmadı. FKÖ siyasi devlet sistemine çok rahat geçti çünkü siyasi bir yapısı vardı. FKÖ’nün ulaştığı başarıya hiçbir Arap örgütü ulaşamadı. Bir tarafta son derece karizmatik siyasi figürleri vardı, bir tarafta silahlı bir FKÖ vardı. Müslüman Kardeşler bu ayrımı yapamadı ve iktidara gelince bu girift yapı daha can yakıcı bir hal aldı. Örneğin, barışçıl gösterilerde polisin su sıktığı eylemcilere Müslüman Kardeşler’in ofislerinden ateş açıldı. Bunu kimse dünyaya demokrasi diye sunamaz.
Dünyaya baktığında, 12 Eylül darbesinde Türkiye’ye verilen uluslararası tepki bugün Mısır’a yok. Yaklaşık 4 aydır, muhalefet “Erken seçim kararı al, böyle devlet yönetilmez” diyor. Bu süreçte Mursi, iç savaş çağrısı yaptı. İç savaş çağrısı yapan bir adama karşı halk nasıl direnebilir? 20 bin Müslüman Kardeşler milisi Tahrir’e girip, 5 bin 6 bin kişiyi öldürdüğünde Mursi’yi kim nasıl durduracak? Mısır’da bir tür çılgınlık yaşanıyor. Acı çekenlerse sıradan seküler insanlar. Öğretmenler, avukatlar, doktorlar… Polisler bile göstericilere katılıyor. Mursi’nin getirdiği üçüncü yasa, kadınların işe girerken bekaret kontrolü yapılması üzerineydi, 9 yaşındaki kızlarla evlenme izni üzerineydi. Bu yasalardan sonra kendini korumak için 20’ye yakın yasa koymaya çalıştı, firavun yasaları olarak adlandırıldı ve sonunda halk patladı. Mısır, büyük bir ülke. Bir cumhuriyet ve seküler bir tarihi var, ciddi bir aydın kitlesi ve yüzde 60-70 civarı okuma yazma oranı var. Sonuç olarak, halk artık bıktı.
- Batılı liderler, askeri müdahale karşısında ağız birliği etmişçesine sert tepki vermedi. Mısır’da 25 Ocak devrimine daha sıkı angaje olan batının tavrı neden kaynaklandı?
Dünya artık radikal motiflerle bezeli, her an terör üretecek büyük bir sistem istemiyor. Zaten küçük örgütlerle başı dertte… Buna 80 milyonluk Mısır’ın eklendiğini düşünebiliyor musun? Ramallah ile İsrail bir takım görüşmeler yapıyor; ancak Müslüman Kardeşler ve Türkiye, 67 sınırlarına her nedense sıcak bakmıyor. Hizbullah, FKÖ, İran ve ABD buna sıcak bakar. Ortada ciddi bir problem var çünkü dini siyasete alet eden çevrelerde diplomasi yok. O yüzden o gün El-Ezer’in şeyhi ne derse, dinleyen o hale geliyor. Örneğin İngiltere’de Protestan Kilisesi’nin başı Canterbury’de bir manastırda yaşar. Nadiren konuşur, söyledikleri haber de olmaz. İkinci Körfez Savaşı’nda ‘Irak Savaşı’na girmeyin” diye bir söylemi olmuştu. Bütün gazeteler, “Sen önce Haçlı seferlerinin bedelini öde, ondan sonra konuşursun” manşetiyle çıktı. Sonuçta kimse artık dindarları siyasi sistemin içine sokmak istemiyor. Bunun vahameti biliniyor. 14. ve 15. yüzyılda Avrupa’daki sekteryan savaşlara, Ortadoğu’da sekteryan savaşlara bakıldığı zaman o dönemki savaşlarda dünya nüfusunun neredeyse yarısı yok oluyor. Bu savaşların ne kadar şiddetli geçtiğini herkes biliyor artık. Bir sistem hala bunun üzerine siyaset yapıyorsa, o sistemin bir şekilde gitmesi gerekiyor.
- The Guardian’da, Gezi protestoları ile Mısır ve Brezilya’daki eylemlerin birbirini tetiklediği yönünde bir analiz yapıldı. Bu analize katılıyor musun?
Ben savaş muhabiriyim. 20’ye yakın iç savaş, 8 uluslararası savaş gördüm. The Guardian’daki yazıyı ben de okudum. O analizi son derece yanlış buldum. Suyun kırılma noktası vardır. Bir bardak vardır elinde. Ağzına kadar doludur; bir damla daha damlar ve her tarafından akmaya başlar. Suyun üzerindeki kısım kırılmıştır ve su akar. Toplumlar da böyledir, bir sürü şeyi yüklersin ve son damla çöküntüye yol açar. Ana gerekçe son 1 yıldır Mısır’da var olan ve son 3 yıldır Brezilya’da var olan problemler. Sao Paolo’da gece 4’ten sonra kimse sokaklarda yürüyemiyor. Örneğin Mısır’da Mübarek döneminde senin evinde suyun akıyor. Demokrasi geliyor ve akmıyor suyun artık. Bir bakıyorsun, senin işin daha fazla namaz kılan birisine verilmiş…