Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Taksim’deki Gezi Parkı, oraya o tarihi eseri inşa edeceğiz. Eğer tarihimize sahip çıkacaksak orada tarihi bir eser vardı, o tarihi eseri oraya yeniden kurduracağız. Ve adı bunun ister tarih müzesi olur, ister şehir müzesi olur. Bunu orada yapmamız lazım” sözlerine ilişkin olarak, “Gezi Parkı’nın betonlaştırılması. AKM’nin yıkılarak yerine başka bir kompleks yapılması bütün tarihi meydanın rant anlayışına kurban edilmesi demektir. Asıl istekleri, cumhuriyet, emek ve demokrasi simgesi olan Gezi Parkı ve Taksim Meydanı’nın toplum hafızasından silinmesidir" görüşünü dile getirdi. Muhçu, "Bu yorum ve isteğin, şehircilik, mimarlık açısından tartışılabilir bir niteliği yok ve böyle bir öneriye en fazla gülerler. Kimse ciddiye almaz" ifadesini kullandı.
Taraf'tan Berrak Güngör'e değerlendirmelerde bulunan Muhçu'nun açıklamaları şöyle:
Tarihi eserin inşası gibi bir şey mimarlık literatüründe sözkonusu olamaz. Bu yalnızca, yeni bir tartışma açmak amacıyla ortaya atılmış, bilimsellikten uzak bir ifade. Asıl amaç, kentin önemli bir parçası olan tarihi Taksim Meydanı’nın yerine rant alanı inşa etmek. Tarihi eserin belirli nitelikleri vardır.
Geçmişte var olan yapıların ihya yoluyla yeniden yapılması çalışması, merkezi hükümet, kamu kurumları ve yerel yönetimler aracılığıyla yapılıyor. Mutlak yapı yasağı ve imarlaşmanın mümkün olmadığı yerlerde bu yöntemle bir takım yapılaşmaların önü açıldı ve açılmakta. Ancak bu durum hukuka aykırı.
Gezi Parkı’nın olduğu yerde daha evvel Topçu Kışlası vardı. Kışla, yıkıntı halindeydi ve 1939 yılında yapılan Prost Planı’yla yerine park yapılmıştı. 1939’dan bu yana kentsel bellek açısından çok önemli bir yer taşıyan Gezi Parkı, doğal ve kültürel miras olarak tescilli. Gezi Parkı ve bunun gibi yapıları ortadan kaldırarak, artık varolmayan tarihi eserleri ihya yoluyla inşa etmek, uluslararası koruma mevzuatı ve Türkiye’nin koruma hukukuna ters düşmekte. Gezi Parkı, kültürel varlık sınıfına girer ve tarihi eserdir, bu yüzden Türkiye’nin kendi iç hukuku ve uluslararası sözleşmeler gereği de korunması gerekir.
Cumhurbaşkanı’nın tarihi eseri yeniden inşa etme yorumuyla hareket edecek olursak, İstanbul’da var olan tüm meydan ve caddelerin yıkılması hatta yeni yapılaşmaların da aynı şekilde ortadan kaldırılması ve eskiden olan tüm eserlerin yeniden inşa edilmesi gerekir. Böyle bir durum fiilen mümkün olmadığı gibi gereksizdir. Erdoğan’ın önerdiği mantık doğrultusunda baktığımızda, Gezi Parkı’nın olduğu alanda Topçu Kışlası yerine mezarlıkların olması, şu anda sahil yolunun kapanması, yerine de yıkılan kültür varlıklarının yeniden yapılması, kimi saray bahçelerindeki vaktiyle yıkılan binaların tekrar inşa edilmesi ve şu anda var olan pek çok yapının ortadan kaldırılarak geçmiş dönem kültür varlıklarının tekrar hayata döndürülmesi gerekir ki bu mümkün değil. Bu yorum ve isteğin, şehircilik, mimarlık açısından tartışılabilir bir niteliği yok ve böyle bir öneriye en fazla gülerler. Kimse ciddiye almaz.
Bir tarihin eserin yeniden inşa edilmesi kaygısı taşımadıklarını biliyoruz. İstanbul ve Türkiye genelinde kültür varlıkları sistemli bir şekilde zaten kendileri tarafından yok ediliyor. Tarihi eserler, merkez hükümet tarafından yakılmakta, yıkılmakta, yerlerine AVM ve rant alanına çevirmek amacıyla yapılar yapılmakta. Bunlara bir sürü örnek verebiliriz mesela, Emek Sineması, Şan Tiyatrosu, Tarlabaşı’nın bir bütün olarak yerlebir edilmesi, Sulukule’nin yok edilmesi, Tarihi Yarımada üzerinde birinci grup arkeolojik alanların otel vb foknsiyonlar taşıyan yapılarla işgal edilmesi bu duruma örnek. Sivil kültür varlıklarının yıkılarak otopark yapılması ve daha nicesi merkezi hükümet ve yerel yönetimler tarafından işbirliği içerisinde gerçekleştirilmekte. Ne yazık ki Türkiye çok kısa zamanda kültürel zenginlikler bakımından ciddi kayıplara uğradı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu cümlesini doğru anlamak gerekir. Asıl istenilen şey bir tarihi eserin inşası değil, Taksim Meydanı’nın değerleriyle birlikte yok edilmesi ve bu bölgenin ranta açılmasıdır.
Koruma altında oldukları tecsilli olan yerlerin üzerine yeni yapılar yapılabilmesinin önünü torba yasa vb. biçimlerle hukuku yok sayarak açmaktalar. Gezi Parkı hem yargı hem de Koruma Kurulu kararlarıyla güvence altında. Atatürk Kültür Merkezi de tescilli bir kültür varlığı. En fazla aslına uygun restorasyonun gerçekleşeceği bu gibi yerlerde öngörülen ve yapılmak istenen uygulamalar kesinlikle hukuk dışıdır.
Taksim meydanı, Cumhuriyet, Emek ve Demokrasi meydanı olarak toplum belleğinde yerini almış önemli simgelerdendir. Bahsettiğimiz rant beklentisi dışında bir de bu simge ve algının toplumsal bellekten silinmesi istenmekte. Bu aynı zamanda muhaliflere karşı bir meydan okumadır. İktidarın her açıdan; gerek iç, gerek dış politikada sıkışmış olduğu bu süreçte gelen açıklamalar bize iktidarın, provakasyon ve hesaplaşma ihtiyacını Gezi üzerinden giderdiğini gösteriyor. Bu açıklamaların satır aralarında şiddetin yeniden meşrulaştırılması yoluyla başkanlık sisteminin tek seçenek gibi sunulması planını okuyabiliriz.
Hukuku savunan yargıçlar sürgün edilmekte, doğal kültürel varlıklar ve kamusal değerlere yönelik yaygın bir yağma söz konusu bütün bunlar suç teşkil ediyor. Bu ve bunun gibi suçları anayasal güvenceye kavuşturmak için yeni bir anayasa hazırlıklarına giriştiler. Biz 12 Eylül anayasasına karşı çıkarken bugün fiili diktatörlük uygulamalarıyla karşı karışıyayız. Anayasalaştırma süreci de diktatörlük koşullarıyla devam ediyor.
Yıldız Sarayı Dış Karakol Binası’na hukuk dışı bir baskın gerçekleştirildi. Bunula ilgili yargıdan çıkan yürütmeyi durdurma kararına rağmen bir operasyonla bulunduğumuz bina tahliye edildi. Operasyon sırasında odaya ait, arşiv, dokümanlar, belgeler, kitaplar İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin zabıta Müdürlüğü’nün bir deposuna kaldırıldı ve akıbetleri meçhul. Bu belge ve arşivler zarar görmüş ve kaybolmuş olabilir. Bununla ilgili çalışmalarımız ve geçmişte açtığımız dava şu anda devam ediyor.