Milat yazarı Prof. Dr. İsmet Emre, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Genel Başkanlığını yürüttüğü AKP'ye yönelttiği "metal yorgunluğu" eleştirisine ilişkin olarak "Cumhurbaşkanından eminiz, çevresindeki birkaç kişiden de… Halktan da emin olduğumuza göre niye işler yolunda gitmiyor, niye kaygı duyuyoruz, niye iyi hissedemiyoruz bir türlü? Neden her gece diken üstünde uyuyup her sabah korkuyla gözlerimizi açıyoruz; özellikle bizler, biz muhafazakarlar?" dedi. "Metal yorgunluk sadece siyasete mi özgü Sayın Cumhurbaşkanım?" ifadesini kullanan "Bürokratlar yorulmadı mı? FETÖ meselesinde, darbe gününe kadar onlara göz yuman, onlarla toplantı yapan, resim çektiren bürokratlar yorulmuş sayılmaz mı? Onlar oldukları yerde, kaldıkları yerden devam mı edecekler?" diye yazdı.
İsmet Emre'nin "Metal yorgunluk sadece siyasette mi var?" başlığıyla yayımlanan (31 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Bu yaz tatilimi, neredeyse bütünüyle Avusturyalı yazar Stefan Zweig'in eserlerini okumaya ayırdım. Doğrusu, bizimkilerin yazdıklarını hatmettiğim için son üç yılımın yazlarını hepten Batılı büyük yazarları okumaya hasrettim: Geçen yılı Vlademir Nabokov'a, ondan önceki yılı Dostoyevski'ye, bir öncekini de Tolstoy'a ayırarak geçirmiştim. Sözü uzatmaya ne gerek var, iş okumaya gelince çoğunlukla Batılı yazarları tercih ediyoruz. Milli Eğitim müfredatı malum, ÖSYM'deki soru hazırlama bünyesinde bile yüzde doksan Batılı metinler var. 2011 senesinde, oraya, Necip Fazıl, Cemil Meriç, Sezai Karakoç metinlerini taşımak için nasıl bir cendereden geçtiğimi Allah bilir!
Doğruluğu yanlışlığı tartışılır ama bu, üzerimize giydiğimiz pantolonun modasından tutun da yediğimiz içtiklerimize, evimizde kullandığımız beyaz eşyadan tutun da günlük hayatımızı dolduran her türden ritüele, düğün merasimlerinden toplantılarımıza, Milli Eğitimin ders kitaplarından yüz temel eserdeki Batı klasikleri etkisine kadar neredeyse her şeyde böyle. Batılı doğmuyorsak bile Batılı yaşıyor, Batılı davranıyor, hatta belki Batılı ölüyoruz. Bence asıl sorgulanması gereken bu…
Zweig'a tekrar dönersek, artık sonuncu kitabına geldim. Elimde, Dünün Dünyası var ve o bitince, en azından Türkçeye çevrilmiş bütün metinlerini okumuş olacağım. Tam sona yaklaştım derken, Viyana şehrini anlattığı şöyle bir cümleyle karşılaştım: “Büyük saray, nesiller boyu nice imparatorun oturduğu Schönbrunn, koca Napoleon'u görmüş, Avrupa'nın Türklerden kurtarılmasının borçluluk duası için Hristiyanlık dünyasının birleşmiş prensleri Stefan katedralinde diz çökmüşler, üniversitenin duvarları arkasında bilim dünyasının sayısız ışıkları parlamıştı.” Avrupa'nın Türklerden (Müslümanlardan) kurtarılmasının borçluluk duası… Bu nasıl bir iç dünya Allah aşkına?
Zweig Avusturyalı bir Yahudi. İkinci dünya savaşının tam ortasında, Avrupa değerlerinin insanlığı uçuruma sürüklediği gerçeğini görmekten mustarip intihar etmiş bir edebiyatçı. Ölmeden hemen önce, kaleminin şiddet yönünü soykırıma uğradığı tarafa değil, İslam'a çevirmiş olması ilginç... Önceki metinlerinde de satır arasında hep aynı söylem gizliydi: Kitabı mukaddese karşı ötekileştirilen İslam. Birbirlerinin soyunu kurutuyorlar ama suçlu yine de İslam. Bu hiç değişmiyor. Bizi sevmiyorlar. Sevmediler ve sevmeyecekler. Ama biz onların kitaplarını okuyoruz, onların değerlerini okullarımıza taşıyor, onların filmlerini seyrediyoruz ve ne Kültür Bakanlığı ne Milli Eğitim ne de güncel yaşamı domine eden kültürel kurumsal yapıların hiçbiri buna dair bir önlem almanın, alternatif geliştirmenin telaşında değil. Sonuna kadar donanımlı, liyakatli olsa bile yerli ve milli değerleri gözeten bürokratlar sevilmiyor, gücün kıyısına bile yaklaştırılmıyor; daha başlangıç aşamasında geri püskürtülüyor. Güç; Batılı değerlerle donanmış, Batılı dünya görüşünün kölesi görünümündeki bürokratların eline veriliyor. Sonrası malum: Gücünü sürdürmek için her yol mübah…
AK Parti on beş yıldır iktidar. Cumhurbaşkanından eminiz, çevresindeki birkaç kişiden de… Halktan da emin olduğumuza göre niye işler yolunda gitmiyor, niye kaygı duyuyoruz, niye iyi hissedemiyoruz bir türlü? Neden her gece diken üstünde uyuyup her sabah korkuyla gözlerimizi açıyoruz; özellikle bizler, biz muhafazakarlar?.. Acaba, birinciler ile üçüncüler arasındaki yürek temasını zedeleyen ikinci bir kategori mi var? Acaba bu ikisi arasında, sevinci hüzne, idealizmi pragmatizme dönüştüren başka elemanlar mı var? Metal yorgunluk sadece siyasete mi özgü Sayın Cumhurbaşkanım? Bürokratlar yorulmadı mı? FETÖ meselesinde, darbe gününe kadar onlara göz yuman, onlarla toplantı yapan, resim çektiren bürokratlar yorulmuş sayılmaz mı? Onlar oldukları yerde, kaldıkları yerden devam mı edecekler?
Öyleyse tetikte durmaya devam et ey halkım; huzurlu, derin uykular haram sana…