Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) İdlib’e yönelik başlattığı operasyonu değerlendiren güvenlik uzmanı Metin Gürcan, “İdlib içindeki unsurların yüzde 65-70 oranında Ankara’yla müzakereye açıklar. Kendilerine bildirilen şartları kabul etme eğilimindeler. Ancak İdlib içinde tahrik edici açıklamalar yapan gruplar da mevcut. Operasyonun ilk günlerinde büyük bir çatışma beklemiyorum. Bu radikal unsurlar da, direnişi seçenler de halk içinde buharlaşacaklar ve terör saldırılarıyla uzun soluklu ve düşük yoğunluklu bir mücadeleyle varlıklarını hissettirmeye çalışacaklar” dedi. Operasyonla ilgili “Öncelikle bu yeni bir bir Fırat Kalkanı operasyonu değil” görüşünü dile getiren T24 yazarı Metin Gürcan, “Türk askeri Astana sürecinin bir sonucu olarak bu operasyonu yürütüyor. Bu nedenle başarı kriteri Fırat batısında çatışmanın artmasından ziyade, çatışmasızlığın devamı ve sürdürülebilir kılınması. Yani öncelikle askeri unsurlarımızın bölgeye çatışmak için değil, çatışmamak için girdiğini bilmek lazım” diye konuştu.
Metin Gürcan, şunları söyledi:
Burada öncelikle üç sabit şey var. Birincisi bu operasyon sürpriz değil. Operasyon Astana sürecinin bir sonucu. İkincisi operasyon Türkiye’nin tek taraflı askeri hamlesi değil. Rusya ve İran’la görüşüldü, hatta İdlib ve civarındaki radikal Selefi / cihatçı gruplarla mücadelede ABD’nin de desteklediği bir askeri hareketlilik diyebiliriz. Üçüncüsü, Türkiye’deki medya yorumlarında genelde İdlib ve Afrin ön plana çıkarılıyor ama Fırat’ın batısında hava sahası hakimiyeti açısından patron olan Rusya ve Astana sürecinin ortağı İran ile bölgedeki diğer önemli aktör ABD’nin de pozisyonlarını dikkate alarak bu operasyonu değerlendirmek lazım.
“Yeni Fırat Kalkanı değil”
Öncelikle bu yeni bir Fırat Kalkanı operasyonu değil. Yapılmak istenen şu, Rusya bunu zaten 1,5 senedir düşünüyordu. Rusya geçen sene Halep operasyonunda kuşatma savaşı yani ‘siege warfare’ denen şeyi denedi. Halep’in tamamını kuşatarak radikal unsurları yok etmeye çalıştılar. Ancak bunun işe yaramadığını, Suriye’de bu tarz kuşatma operasyonlarının pahalı ve uzun süreli olduğunu gördükten sonra vazgeçtiler. İdlib’de cihadi motivasyonları olan Sünni silahlı örgütlerden bahsediyoruz. Bunlardan radikal olanları ılımlılardan ayırmak gerekiyor. Bu örgütlere artık “Artık tarafınızı seçin” denerek son bir şans veriliyor. İdlib çok kritik bir yer. Lazkiye’yi domine eden bir yer. Suriye’nin Doğu Akdeniz sınırları burası ve Rusya’nın varlığı, limanı ve askeri üssü bulunuyor. Alevi ağırlıklı, Esad’a yakın grupların hakimiyeti açısından İdlib’in Selefi cihatçı merkezi olmaması lazım. Rusya’nın temel amacı İdlib’dekilere iki şans sunmak. 50-60 bin kişilik bir cihatçı gruptan söz ediyoruz. Aileleriyle birlikte 150 – 170 bin kişilik bir nüfus çıkıyor. Bunlara ne olacak? Astana’da iki alternatif sunuldu:
“Ya silah bırakacaksınız, sivil hayata geçiş yapacaksınız. O zaman buralarda kalabilirsiniz. Ya da silahlarınızı bırakmak istemiyorsanız ılımlılaşacak ve ÖSO’ya katılacaksınız.”
Bu iki teklifi kabul etmezlerse bunların tamamı terörist sayılacak. İşte burada ılımlıların (iyilerin) radikallerden (kötülerden) ayrılabilmesi için ara bulucu olarak yerel bir aktöre ihtiyaç var. Bu rolü oynamak için de Ankara çıkıyor karşımıza. Ancak Ankara radikal unsurların, ılımlılardan ayrılması sürecinde büyük de bir risk alıyor. Bu Ankara’nın yürüteceği birçok müzakere ve askeri risk anlamına geliyor. Bunun karşılığında arabulucu işi sahada sonuç doğurursa Afrin’in tamamı olmasa bile Rusya onayıyla Fırat Kalkanı cebinin batıya doğru genişlemesi söz konusu olabilir. Tam da bu nedenle Türkiye, Afrin güneyini kuşatacak şekilde Cilvegözü Mare hattında 14 tane geçici askeri gözlem üssü oluşturmayı planlıyor. Bu amaç için Sünni silahlı gruplarla müzakereler yapılıyor.
“İdlib’dekilerin yüzde 65-70’i müzakereye açık”
Ancak hatırlanması gereken bir gerçek de Afrin’in içinde hâlâ Rusların askeri unsurları var. Rusya buradaki unsurlarını çekmedikçe, Suriye hava sahasını bize açmadıkça Ankara’nın Afrin’e yönelik Fırat’ın batısına yönelik büyük bir askeri hareketlilik başlatamayacağını düşünüyorum.
İdlib içindeki unsurların yüzde 65-70 oranında Ankara’yla müzakereye açıklar. Kendilerine bildirilen şartları kabul etme eğilimindeler. Ancak İdlib içinde tahrik edici açıklamalar yapan gruplar da mevcut. Operasyonun ilk günlerinde büyük bir çatışma beklemiyorum. Bu radikal unsurlar da, direnişi seçenler de halk içinde buharlaşacaklar ve terör saldırılarıyla uzun soluklu ve düşük yoğunluklu bir mücadeleyle varlıklarını hissettirmeye çalışacaklar.
İdlib’deki askeri varlığımıza yönelik, sadece YPG ya da PKK’dan kaynaklanan değil, bu unsurlardan da tehdit gelebilir. İdlib, Fırat Kalkanı gibi kısa sürede sonuç alınacak bir operasyon gibi değil. Düşük yoğunluklu çatışma ortamına dönüşebilir. Bu riski yönetmek çok önemli. Ne Rus askerleri, ne ABD askerleri, İran’ın milisleri dışındaki unsurlar sahaya inmek istemiyor.
Türk askeri Astana sürecinin bir sonucu olarak bu operasyonu yürütüyor. Bu nedenle başarı kriteri Fırat batısında çatışmanın artmasından ziyade, çatışmasızlığın devamı ve sürdürülebilir kılınması. Yani öncelikle askeri unsurlarımızın bölgeye çatışmak için değil, çatışmamak için girdiğini bilmek lazım. Bizim basında kopartılan fırtınanın aksine Afrin’e yönelik büyük bir askeri müdahalesinin olamayacağını, Rusya’nın izin vermeyeceğini düşünüyorum..
Fırat Kalkanı cebi yüzde 20-25 batıya doğru genişleyebilir. Afrin’in yüzde 20-25 gibi bir bölümünün Fırat Kalkanı cebine dahli düşünülüyorsa YPG unsurlarıyla da pazarlık yapılıyor demektir. Bu bölgeyi Esad güçlerinin devralması söz konusu olabilir. Suriye ordusunun yükselecek bir profili olacağını düşünüyorum. YPG güçlerinin geleceğini Esad kozuyla garantiye aldıktan sonra Afrin’e doğru Fırat Kalkanı’nın genişlemesine izin verilir gibi geliyor bana. Burada temel aktör Rusya. Rus kaynaklarında büyük bir sessizlik var. Ya İdlib’in Afrin’in neye evrileceğini çok iyi biliyorlar ya da hiçbir fikirler yok.