Gündem

Meral Okay: Bana dinsiz Allah'sız dediler ama ben yara almam

Muhteşem Yüzyıl dizisinin senaristi Meral Okay, dizinin akıbetini ve tepkileri değerlendirdi.

29 Ocak 2011 02:00
T24 - Başbakan Erdoğan'dan tarihçilere, sanatçılardan toplumun her kesimine kadar herkes Kanuni Sultan Süleyman'ın hayatının anlatıldığı "Muhteşem Yüzyıl" dizisini tartışıyor. "Atalarımıza dil uzatılıyor" diye RTÜK'e rekor sayıda şikâyet dilekçesi gitti, ardından diziye uyarı geldi. Durumdan rahatsız olanlar, "Bizim atalarımız şarap içmez, kadın düşkünü değildir" diyerek dizinin senaristi Meral Okay'ı tehdit ettiği iddia edildi. Okay şu an korumayla dolaşıyor.

Okay, diziye yönelik tepkileri, dizinin akıbetini, tepkilerin dizi çalışanlarını nasıl etkilediğini ve kırgınlıklarını Radikal gazetesi muhabiri Ezgi Başaran'a anlattı.

Okay'ın Başaran'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

Son birkaç haftanız nasıl geçti?

En büyük sıkıntı suskunluktu.

Niye susmak zorunda kaldınız?

Çünkü o ateşin ortasına o üslupla düşmemek lazım. Tartışmanın şekli makul değildi. Her şey sürreel gelişti. Şirazesinden çıkmıştı her şey. Akıl, mantık, vicdan bağlamlarında koparılmış bir hezeyanla karşı karşıyasınız.

Şaşırdınız mı?

Oranının bu boyutta olacağını tahmin etmemiştim. Tabii ki eleştiri olacaktır çünkü tarihi dizi bugüne kadar içine girilmemiş bir alandı. Her yeni işin getireceği yaratacağı kadar bir tartışma olur, eleştirilere de cevap verilir diye düşünüyordum. Daha dizinin fragmanları dönerken gayet organize bir biçimde bir infial yaratıldı. Yani benim cehennemim aslında dizi daha yayına çıkmadan 10 gün evvel başlamıştı.

Nasıl bir cehennem?

Aralıksız telefonlar, faks, e-mail, yapımcıya ve bana yönelik tehditler…

Tehditlerin içeriği nedir?

Gururumuzla oynadınız, bizim atalarımız şarap içmez, kadın düşkünü değildir gibi. Böyle organize bir kampanya yürüdü.

Bu tehditler geldiğinde siz, yapım şirketi, oyuncular aranızda ne konuşuyorsunuz, ne oluyor?

Bir taraftan bunlar olurken öbür taraftan da 300 kişi işini yapmaya çalışıyor. Çünkü yayına çıkacak olan bir dizi var. Tehditlerden sonra arkadaşlarım güvenlik kordonu içerisinde iş yapmaya çalıştılar.

Durumun vahametine ekip olarak ne zaman vardınız?

Tabii onların vahamet eşiğiyle benimki farklı. O yüzden de bir sürü şeyi ne ben ne de yapımcımız ekibin geri kalanına yansıtmamaya çalıştık. Halbuki o sırada bana gelen hakaretlere dava açmakla meşguldum. Ne yapayım, kendimi korumak için hukuktan başka sığınacak yerim yoktu.

Bu arada RTÜK de halkın hassasiyetlerine uygun olmadığı gerekçesiyle ceza verdi değil mi?

RTÜK’e hiç kızmıyorum. Onlara daha dizi başlamadan 70 bin şikayet dilekçesi gelmiş, bir yılda aldıkları toplam şikayetten fazla. Uyarı vermekten başka çareleri yoktu. İşin tadı hedef gösterilmekle, vurun kahpeye statüsüne yükseltilmekle, çarmıha gerilmekle kaçıyor. Yani bana eski bir solcu olduğum için dinsiz, Allah’sız dediler, ancak Stalin’in hayatını dizi yaparsın sen dediler.

Kim diyor?

Televizyonlara çıkıp öfkeyle konuşan bir sürü gazeteci, tarihçi, kendini muhafazakar diye tanımlayan kişiler bu linç kampanyasını götürdüler. Ama bilmiyorlar ki ben oralardan yara almam.


Muhafazakârların dokunulmazı


Böyle bir lince maruz kalan bir insan ne hissediyor?

Önce donup kalıyor, dehşetle izliyorsunuz. Ben öyle kolay kolay korkmam ama memleketin siciline baktığımda da korkmamanın ahmaklık olacağına karar veriyorsunuz. Bu ülkede sabıkası olan hassas bir kalabalık var. Bunu bilip tedbirlerini alacaksınız. Bana bir şey olmaz dersen, bilhassa yaparlar. Bir akşam televizyonda çok makul olmayan bir tarikatın liderinin senin ölüm fermanını çıkarttığını duyuyorsun, yani ötesi var mı? O anda biraz içim cız etti ve hemen avukatı aradım.

Ne dediniz?

Avukatım önceden bana koruma talep etmemiz gerektiğini söylemişti, ben ancak o anda ikna oldum. “Uğur Mumcu da böyle işlerle uğraşmıştı, sonra ne olduğunu biliyoruz” cümlesini duyunca dedim ki tamam, artık koruma isteyelim.

Bütün bunların arasında bir de diziyi yazmaya nasıl devam ediyorsunuz?

Gel sen ne çektiğimi bir de bana sor! Ne telefonum duruyor, ne mail’ler… Bir taraftan 80 yaşında babam var. Panik içerisinde Ankara’dan arıyor “Evladım, orada bir şeyler oluyor, gelip başında durayım…” “Babacım aman merak etme” diye onu teskin etmeye çalışıyorum. Türkiye’yi gayet iyi tanıyan emekli asker, hukukçu bir adam bu yani.

Can Dündar da Atatürk’ü anlattığı ‘Mustafa’ filmi yüzünden linç edildiğini söylemişti. Bu tahammülsüzlüğün sebebi ne olabilir diye düşündünüz mü?

‘Yok öyle, burası Türkiye’ zihniyeti. ‘Muhteşem Yüzyıl’ın belli çevreleri rahatsız etmesinin altında neyin yattığını söyleyeyim: O kişiler üç tarihi kişiliği kendilerine referans alır: Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman ve Fatih Sultan Mehmet. Yavuz ve Kanuni üstelik halife. Yani onları dokunulmazlık alanından çıkarıp insana yaklaştırdığında problem çıkıyor. Yere indirmek, dünyevileştirmek meselesi.

‘Mustafa’ filminin tepki çekmesi de bu yüzden değil miydi? Atatürk karanlıktan korkmazdı diyenler olmuştu…

Korkar, korkmaz… O anlı şanlı tarihi kimlikler aynı zamanda insan. Buradaki dayatma şu: Herkes tarihi tarikatların ve muhafazakarların algısına uygun biçimde algılamak zorunda. Onların saygı duydukları, dokunulmazları ve ağız birliğiyle nefret ettikleri tarihi karakterler var. Ki bizim dokunduğumuz yok, bir şey anlatıyoruz orada.

Siz niye böyle bir dizi yapmak istediniz?

Çocukluğumdan beri tarih okurum. Biz babamla elimizde tarih kitapları simülasyon yapardık. Tarih bizim evin içinde hep konuşulan, tartışılan bir konuydu. Aklım devşirdikten sonra daha derin okumalar yapmaya başladım ve gördüm ki 16’ncı yüzyıl hem Avrupa hem de bizim için çok önemli. O dönemin aktörlerinin hikayelerini okuyan, Pargalı İbrahim’le, Hürrem’le, Kanuni’yle tanışan bir senaristin bundan etkilenmemesi mümkün değil.

Amacınız o karakterlerin insani taraflarını mı göstermekti?

Tabii. O yönleri okudukça büyülendim ve onlarla yolculuk etmek istedim. Çünkü bir büyük ‘power game’. Bir yandan Süleyman’ın çağdaşları da çok etkileyici. Şarlken, Henry Tudor, François… Rönesans patlamış, dünya değişiyor… Şimdi bunu nasıl yazmamazlık edersin.

Kadınsan iki misli katli vacip

Kadın olmanız da hikâyeye başka türlü bakmanıza sebep oldu mu? Kesin. Tarih erkeklerin yazdığı bir şey. O yüzden de haremle ilgili çok az şey biliyoruz çünkü Avrupa saraylarında olduğu gibi Osmanlı sarayında da hareme girebilen tek erkek padişahın kendisiydi. Elde çeşitli bilgiler var ama çoğunluğu ‘Olsa olsa şöyledir’ diye anlatıyor haremi. 16’ncı yüzyıl haremi ancak idealize edilerek anlatılabilir ama benim idealize ettiğim şeyle bir muhafazakâr erkeğinki birbirini tutmuyor.

Ne gibi?

Ben oradaki gündelik hayatı başka türlü kurguluyorum, onlar zannediyor ki beş vakit namazın üstüne beş daha kılınıyor, dualar ediliyor. Onlara göre orası büyük bir ilim ve irfan yuvası. Elbette eğitim de var haremde çünkü kızlar şehzade yetiştirecek bilgi ve görgüye sahip olmalı. Öbür taraftan da haremdekilerin ne sesi çıkabilir, ne hakları ne de hukukları var. Kadınları köle statüsüne indirgeyen bir sistem var. Ama bunları görmek istemiyorlar.

Bu linç kültürünün ardında bir erkek zihniyeti mi var?

Elbette. Bu diziyi yazanın bir kadın olması çifte hakaret, çifte öfke doğuruyor. Türkiye’de bir erkeğe hakaret etmenin bir raconu vardır. Söz konusu bir kadınsa ama atış serbest, sınır yok, ölçü ne gezer. Bir de tabii hâlâ ‘Elinin hamuruyla kutsal alana girdi’ mantığı var. Hele bir de bu kadının geçmişinde solculuk filan varsa oh ne âlâ. İki misli katli vacip hale geliveriyorsun bir anda.

Sadece harem ya da Kanuni’nin elindeki kadeh mi rahatsızlık kaynağı?

Hayır, kafalarındaki yüce varlık bir insan olarak tasvir edildiğinde başarıları kadar başarısızlıkları da sergilenecek. Bana “Kanuni’nin oğlu şehzade Mustafa’yı ne zaman öldüreceksin?” diye soruyorlar mesela.

Ne diyorsunuz?

“Mustafa beş yaşında henüz, Tanrı ve iktidar izin verirse iki sezon sonra” diyorum. Çok korkuyorlar bundan. Paranoyanın temelinde bunlar var. Evlatları Mustafa ve Beyazıt’ı öldüren adam olarak ekranda görmek istemiyorlar Kanuni’yi. Bunlar cici hareketler değil çünkü. Ulusal bir kanalda 20 milyon kişinin izlemesini istemiyorlar.

Reytingler iyi, değil mi?

Gayet güzel. Sayılar her bölüm artıyor. Normal şartlarda böyle bir dizi başarılı kabul edilir ve ekip keyfini sürer değil mi? Maalesef olmuyor.

Oyuncular tedirgin mi?

Hayır, o kadar profesyonel oyuncular ki hiç yansıtmıyorlar. Yönetmenler Durul ve Yağmur (Taylan) da öyle. Birbirimizin sırtına dokunup ‘Geçecek’ diyerek atlatmaya çalışıyoruz.

Sizce geçer mi? Bülent Arınç’ın Meclis’teki “Bu dizinin gereği yapılacaktır” sözleri bana biraz dizinin ölüm fermanı gibi gelmişti de...

Ayar vermeye çalıştı. Meclis’te MHP’li bir vekilin sorduğu tuzak soruyu yanıtladı aslında. Üstelik daha izlememişti de. Onunla irtibata geçildi, dizinin kopyaları gönderildi. Umarım izlemiştir.
Sezen’le ilişkime karıştırtmam

Cumhurbaşkanı Gül, “En azından tarih popüler oldu” dedi, bu tartışmanın faydaları da olmadı mı?

Evet, kitapçılarda Osmanlı dönemini anlatan kitaplar tükenmiş. Belki insanlar böylelikle daha çok saygı duyacaklar o tarihi kişiliklere.

Konuşulmak iyidir dediğiniz bir nokta oldu mu?

Burada ölçü çok kaçtı ama… Ya, üç hafta ‘Muhteşem Yüzyıl’dan başka hiç bir şey konuşulmadı. O arada tahliyeler oluyor, cayır cayır yasalar geçti, kimsenin umurunda değildi. Siyasetçilerin, hükümetin çok işine yaradı aslında.

Numan Kurtulmuş da öyle sitem etmiş, ‘Başka konu mu kalmadı?’ diye...

Ama kendi partisinin adamları Üsküdar Meydanı’nda kampanya yapıyordu, dizi kaldırılsın diye imza çadırları kurdular. Bu kampanya organize. Hangi dershanelerden hangi mesajların yollandığını da biliyorum ben. Hepsini savcılığa verdik.

Bütün bu tehditlerin kaynağı azgın bir azınlıktır diye umabilir miyiz?

Bilmiyorum. Valla televizyon son derece demokratik bir ortam, beğenmeyen çevirir kanalı olur biter. Ama anladığım kadarıyla beğenenler çoğunlukta. Bu arada artık bir diziye ceza vermek ya da yayından kaldırmak için RTÜK’e gerek kalmadı, Muhteşem Yüzyıl tartışılırken Meclis’ten Başbakan’a olağanüstü yetkiler veren bir yasa geçti. Milli menfaatlere aykırı gördüğü isterse senin yazını, benim dizimi, tek bir kelimeyle kaldırabilir.

Ama öyle bir durumda dava açabiliyorsunuz.

Evet ama önce kararı uygularlar. Sonra mahkemeye gidersin, yürütmeyi durdurma alırsın ama geçmiş olsun. Bitmiş gitmiştir. ‘Muhteşem Yüzyıl’a verilen tepkinin binde biri bu yasaya verilmedi.

Tartışmanın Sezen Aksu’nun niye sizi desteklemediğine, referandumda evet oyu vermesine kadar gelmesine ne diyorsunuz? ‘En yakın arkadaşının başına neler geldi, sen onu desteklemiyorsun’ dediler. Ne kadar ayıp şeyler bunlar. Ya benim kardeşlik ilişkime karışmak kimin haddine? Sezen benim her dakika beraber olduğum canımın içi kardeşim. Ona çakmak için bir de bu olayı kullandılar.

Dizi için ‘Aslında çok muhafazakâr, suya sabuna dokunmuyor’ diyenler de var?

E ama Kanuni iktidara çıkalı daha sekiz ay oldu. Önümüzde 46 yıl var. Saçma bir kalıp ifade var herkeste: ‘Ömrünün 46 yılını iktidarda geçirmiş, 13 büyük sefer yapmış, elinde kılıcı attan inmemiş adamı haremde gezdiriyorsun.’ E bir durun daha. Ayrıca da biz başka türlü bir zaman akışı izlemek durumundayız. Yeri gelir bir günü iki bölüm yaparız, yeri gelir dört senelik sıçramalar yaparsın. Ki benim elim hızlı, sekiz ayı dört bölümde geçirdim. Bu sezon sonuna kadar beş yıl geçecek.

Dokuz yıl sürmeyecek herhalde dizi?

Olur mu canım! Bu sezon Mohaç seferiyle bitecek, sonra olaylar hızlanıyor. Kırılma noktaları olan olayları ve kahramanlar üzerine etkilerine yoğunlaşacağız. Drama böyle bir şey.

Aynı dönemin başka yüzünü anlatan meşhur ‘Tudors’ dizisi İngiltere’de infial yaratmış mı?

Hayır. Henry Tudor’a 21’inci yüzyılın gözüyle bakan seksi, güçlü bir dizi. Tudor’un bir kadın uğruna kiliseyle kavgası filan konu ediliyor. Bizde mümkün değil.

Ne bu, tarihiyle barışmamış ülke insanının psikolojisi mi bizdeki?

Valla çözemedim. Ama bu konuda dizilerin, filmlerin de artacağını düşünüyorum. ‘Muhteşem Yüzyıl’ bir eşik.

Huzurum kaçmasaydı, başka konu yazsaydım diyor musunuz?

Hayır. Canımın yandığı şey, vah benim emeklerime noktasında başlamıyor. Sorumlu olduğum bir ekip, milyonlarca dolar riske atan bir yapımcı, yayıncı kanal var. Ya onlar üzülmesin diyorum.

Sizin başınıza gelenin benzerlerini yaşayan besteciler, yazarlar bu ülkeyi terk etti veya bunu düşündü. Onları anlıyorum ama ben hiçbir yere gitmiyorum. 12 Eylül’den sonra gitmemişim, şimdi mi gideceğim. Burası benim de ülkem. Beni küstüremezler çünkü arsızım. Arsızca seviyorum bu ülkeyi. Çok canımı yaksa bile. 50 yaşındayım, bu bir demokrasi mücadelesiyse bu ülkedeki kaçıncı sınavım. Bundan da geçerim. Sopamı yerim ama iki taşı da ben sektiririm. Yok öyle vazgeçmek.

En çok kırıldığınız şey neydi?

Valla kadın derneklerinin neredeyse tamamı aradı, ‘Meral Hanım yanınızdayız’ dedi. Üye olduğum MESAM ve MSG eve mektuplar, çiçekler gönderdi. Ama asıl bu mesleğin erbabı olanlardan, kurucularından da olduğum Senaryo Yazarları Derneği’nden çıt yok.

Nasıl?

Çıkıp da bir basın açıklaması, ‘Dernek olarak meslektaşımıza yapılanı protesto ediyoruz’ sözü yok. Ben loncanın, mesleğin onuruna inanırım, o yüzden bu süreçte beni en çok yaralayan meslektaşlarımın sessizliğiydi. Bu işler Taksim’de megafonla yürümekle olmuyor. Başbakan’a verilen yetkilerle gün gelecek sürelerini kısaltmak istediğiniz dizilerin hiçbirini yapamayacaksınız. Beni sevmek zorunda değilsiniz ama aynı mesleği yapıyoruz. Bu, temel hak ve özgürlüklerin savunulmasıdır.Beni hangi endişeyle yalnız bıraktıklarını anlıyorum ama saygı duymuyorum. Ben kendimi ve haysiyetimi bunca yıldır pekala korudum. Ama meslek ne olacak? Yönetmenler birliği, oyuncu birlikleri yoktular. Çünkü herkes verilen ayarı aldı. Bu kurşundan yara aldım ve kendime söz verdim: Meral, bunu unutmayacaksın. Unutturmayacağım kalbime. Benim bu sektörle kaçıncı yüzleşmemdir bu ya...


"O hanımefendinin ajandası başka "


Hanedan ailesini temsil ettiğini söyleyen Abdülhamit’in torunu Adile Osmanoğlu da pek memnun değil galiba diziden?

Benim işimin bir kısmı da satır arası okumaktır. O hanımefendiye dokunan şey, bir hanedan ailesiyle ilgili benim gibi bir serfin yazıp çizmesi. Haddime mi! Zannediyorum o hâlâ bir başka hayalin peşinde, ajandası farklı. Bir gün bu hanedanın iade-i itibarlarını alarak daha etkin bir konuma gelmesinin hayalini kuruyor. Ama diğer hanedan üyelerini tenzih ederim, onlardan bu konuda hiçbir şikayet olmadı. O hanımefendi muhafazakâr kanatta üzerime gelenlerle aynı kelimeleri kullandı konuşurken. Onun o kanattan bazılarıyla ortak hareket ettiğini de biliyorum. Organize işler bunlar.