Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi, Ramazan’da gördüklerinden rahatsızlık duyduğunu söyleyerek, “İslam ahlakına aykırı şeyler yaşandığı için sokağa çıkmanın Müslümanlara azap verdiğini” belirtti. “Birtakım kadınlar, kızlar, tahrik edici çok açık ve dekolte kıyafetler giyiyor” diyen Eygi, "bu manzaraların bir İslam şehrine yakışmadığını" savundu.
“Şimdi hâkim olan iffetsizlik, arsızlık, edepsizliktir” diyen Milli Gazete yazarı, “Şu mübarek Ramazan günlerinde yiyenin içenin haddi hesabı yok” ifadesini kullandı.
Mehmed Şevket Eygi’nin Milli Gazete’de “Sokağa çıkmaktan korkuyorum” başlığıyla yayımlanan (23 Temmuz 2014) yazısı şöyle:
Artık birçok yerde, sokağa çıkmak Müslümana azap veriyor. İslam ahlakına, terbiyesine aykırı her şey açıkta işleniyor, görülüyor.
Şu mübarek Ramazan günlerinde yiyenin içenin haddi hesabı yok. Çocukluğumda kibar gayr-i Müslim vatandaşlarımızdan nicesi, onları üzmemek için, Müslüman komşularına gösterecek şekilde açıkta yiyip içmezlerdi.
Birtakım kadınlar kızlar, tahrik edici çok açık ve dekolte kıyafetler giyiyor. Geçenlerde Kilyos’a gitmiştim, çarşıda mayolu kadınlar ve erkekler gördüm. Bir İslam şehrine yakışmayan bir manzara.
Böyle şeyler ehl-i dünya Müslümanların daha doğrusu Süslümanların umurunda değil. Zaten onların nicesinin tesettürü, açık kıyafetlerden ziyade göze batıyor, bana bak diyor.
Eski ahlak değerlerimizden iffet gün geçtikçe unutuluyor. Şimdi hâkim olan iffetsizlik, arsızlık, edebsizliktir.
Ahlaksızlıklardan, terbiyesizliklerden, görgüsüzlüklerden maalesef Müslüman kesim de nasibini aldı.
İslam’ın farzlarından biri de emr-i mâruf ve nehy-i münkerdir. Bu bir farz-ı kifayedir ama yapması gerekenler bunu yapmazlarsa bütün Ümmet sorumlu ve günahkâr olur.
Şu otuz milyon nüfusu aşan İstanbul, bunca göçmeni kaldıramadı ve şehrin kültürü, ahlakı, görgüsü, nezaketi büyük yaralar aldı.
Taşradan gelenler, keşke geldikleri yerlerin ahlakını taşıyıp korumuş olabilselerdi. Maalesef o da, nadir istisnalar dışında olmadı.
Mürüvvet kelimesini bilen kalmadı. Mürüvvet gidince kabalık, hoyratlık, gılzet aldı yürüdü.
Yılışıklık, şımarıklık, sululuk ayyuka çıkmış vaziyette. On gün kadar önce Sultanahmet’te bir lokantada iftar ediyordum. On kişilik bir grup o kadar şamata ettiler, kahkaha ile güldüler, bağırarak konuştular ki, beynime ağrılar girdi.
Toplu iftarlardaki bazı manzaralardan da çok rahatsız oluyorum.
Camilerimizde İstanbul terbiye ve ahlakına aykırı çok işler yapılıyor.
Hutbe dinlerken köpek oturuşu ile oturmak…
Yine hutbe esnasında cep telefonuna bakmak, mesaj okumak, mesaj yazmak…
Yanındaki ile gevezelik ve zevzeklik etmek…
Namaz kılanın önünden (zaruret olmadığı halde) geçmek…
Sabahleyin sekiz kişilik cemaate imamlık eden zatın önünde sabit bir mikrofon var, o yetişmiyormuş gibi yakasına bir de mandallısını takıyor.
Hoparlör çılgınlığı… Tek minareye sekiz hoparlör koymuşlar. Ezan okunurken avaz avaz madenî sesler çıkıyor. Koymuşken yuvarlak hesap niçin on tane yerleştirmemişler. Yer kalmamış da ondan…
Bayramdan sonra inşaallah kırlara ormanlara gideceğim. Yeşillikler, kuşlar, ağustos böcekleri, mavi gökte bulutlar, çam kokuları taşıyan rüzgar… Belki büyük bir ağaçta daldan dala atlayan kızıl renkli bir sincap da görürüm. Ya karşıma bir ayı çıkarsa? Şehirdeki ayılardan korktuğum kadar ondan korkmam. Otomobile girerim, kapıları camları kapatırım, inşaallah bir şey yapmaz.