Mehmet Altan*
Gazeteci mebuslar hükümetin değişken politikasını hızlı dönüşlerle destekledi. Muhalif basına yine gazeteci mebuslar cevap verdi.
İkinci Dünya Savaşı’nın gidişatına göre değişen hükümet politikaları, doğrudan basına da yansıdı. Dış politikaya muhalefet eden basına asla hayat hakkı tanınmadı.
Savaşın başlamasından sonra, ülkede “ulusal birliği” sağlamak ve Türkiye’nin iç ve dış güvenliği meseleleri hakkında basının “çizgiyi aşmasını” önlemek için , hükümetlere basını kontrol etme, bazen de susturma yetkisi veren 1931 Tarihli Matbuat Kanunu’na, 24 Nisan 1940 tarihinde, iki madde daha eklendi.
“Türklerin ulusal duygularını inciten ve tarihini yanlış gösteren yazılar ile ülkenin güvenliği ile ilgili meseleler hakkında yapılmakta olan soruşturmalardan ve yine güvenlik bakımından alınan önlemlerden söz eden yazıların yayınlanması yasaklanmıştır.”
25 Mayıs 1940 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Örfî İdare Kanunu’nun 3. maddesi ile de Sıkıyönetim komutanlarına, belirli süre ile veya tamamen gazeteleri ve matbaalarını kapatma ve basına sansür koyma yetkisi verildi .
***
İktidarın savaş boyunca basını denetleme ve yönlendirme faaliyetinde, aracı olarak kullandığı en önemli kurum Matbuat Umum Müdürlüğü oldu.
Matbuat Umum Müdürlüğü, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, 22 Mayıs 1940’ta yeni bir teşkilat kanunu ile başbakanlığa bağlandı.
Bu kararın nedeni, savaş dolayısı ile önemi iyice artan yayın faaliyetlerini, doğrudan başbakanlığa bağlı bir kurum ile sıkı denetim altında tutma isteğiydi.
İktidarın tercihine ve uygulamalarına ters düşen dış politika değerlendirmelerinin yer aldığı yayın organları, gerek Matbuat Kanunu’nun 50. maddesi, gerekse Örfî İdare Kanunu’nun 3. maddesine dayanılarak kapatıldı.
Savaş sürecinde izlenen zikzaklı politikaya gazeteler de uymuşlardı.
İktidar dış politika yorumlarında yazarların tutumunun nasıl olması gerektiğini, Matbuat Umum Müdürlüğü ya da başka yollar aracılığı ile yayın organlarına bildiriyordu.
***
Çıkarılan kanunların dışında, kontrol mekanizmalarından biri de gazeteci mebuslar olmuştu.
Tek Parti rejiminde milletvekilliği yapan bu kişiler ülkenin önde gelen yayın organlarında savaş boyunca kamuoyunu yönlendirdiler.
Meclis üyeliği ile gazeteciliği birlikte yürüten bazı gazeteci mebuslar, başyazarı oldukları gazetenin aynı zamanda sahibiydiler.
1939 yılından itibaren sahibi partili olan yayın organlarına, rejimi ve iktidarı meşrulaştırma yönünde faaliyette bulunma görevi resmen verildi.
CHP’nin 1939 tarihli nizamnamesine eklenen bir maddeye göre iktidar, gazeteci mebusların sahibi olduğu yayın organlarını parti yayını olarak kabul etti.
Söz konusu madde “Sahibi partili olan gazete ve mecmuaların yazıları ile parti azalarının neşriyatı parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur. Partili gazeteciler, mecmua sahipleri ve muharrirlerle bu yolda görüş birliğine yarayacak temas ve toplantılar yaparlar. Partililer sermayesiyle alakalı ve idaresinde müessir bulundukları gazete, mecmua ve matbualarda parti program ve nizamnamesine, iç ve dış siyasetin ana hatlarıyla, yüksek devlet menfaatlerine aykırı düşen yazılar neşrettiremezler” diyordu.
Savaşın başlamasından sonra, ülkede “ulusal birliği” sağlamak ve Türkiye’nin iç ve dış güvenliği meseleleri hakkında basının “çizgiyi aşmasını” önlemek için , hükümetlere basını kontrol etme, bazen de susturma yetkisi veren 1931 Tarihli Matbuat Kanunu’na, 24 Nisan 1940 tarihinde, iki madde daha eklendi.
“Türklerin ulusal duygularını inciten ve tarihini yanlış gösteren yazılar ile ülkenin güvenliği ile ilgili meseleler hakkında yapılmakta olan soruşturmalardan ve yine güvenlik bakımından alınan önlemlerden söz eden yazıların yayınlanması yasaklanmıştır.”
25 Mayıs 1940 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Örfî İdare Kanunu’nun 3. maddesi ile de Sıkıyönetim komutanlarına, belirli süre ile veya tamamen gazeteleri ve matbaalarını kapatma ve basına sansür koyma yetkisi verildi .
***
İktidarın savaş boyunca basını denetleme ve yönlendirme faaliyetinde, aracı olarak kullandığı en önemli kurum Matbuat Umum Müdürlüğü oldu.
Matbuat Umum Müdürlüğü, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra, 22 Mayıs 1940’ta yeni bir teşkilat kanunu ile başbakanlığa bağlandı.
Bu kararın nedeni, savaş dolayısı ile önemi iyice artan yayın faaliyetlerini, doğrudan başbakanlığa bağlı bir kurum ile sıkı denetim altında tutma isteğiydi.
İktidarın tercihine ve uygulamalarına ters düşen dış politika değerlendirmelerinin yer aldığı yayın organları, gerek Matbuat Kanunu’nun 50. maddesi, gerekse Örfî İdare Kanunu’nun 3. maddesine dayanılarak kapatıldı.
Savaş sürecinde izlenen zikzaklı politikaya gazeteler de uymuşlardı.
İktidar dış politika yorumlarında yazarların tutumunun nasıl olması gerektiğini, Matbuat Umum Müdürlüğü ya da başka yollar aracılığı ile yayın organlarına bildiriyordu.
***
Çıkarılan kanunların dışında, kontrol mekanizmalarından biri de gazeteci mebuslar olmuştu.
Tek Parti rejiminde milletvekilliği yapan bu kişiler ülkenin önde gelen yayın organlarında savaş boyunca kamuoyunu yönlendirdiler.
Meclis üyeliği ile gazeteciliği birlikte yürüten bazı gazeteci mebuslar, başyazarı oldukları gazetenin aynı zamanda sahibiydiler.
1939 yılından itibaren sahibi partili olan yayın organlarına, rejimi ve iktidarı meşrulaştırma yönünde faaliyette bulunma görevi resmen verildi.
CHP’nin 1939 tarihli nizamnamesine eklenen bir maddeye göre iktidar, gazeteci mebusların sahibi olduğu yayın organlarını parti yayını olarak kabul etti.
Söz konusu madde “Sahibi partili olan gazete ve mecmuaların yazıları ile parti azalarının neşriyatı parti prensipleri bakımından göz önünde tutulur. Partili gazeteciler, mecmua sahipleri ve muharrirlerle bu yolda görüş birliğine yarayacak temas ve toplantılar yaparlar. Partililer sermayesiyle alakalı ve idaresinde müessir bulundukları gazete, mecmua ve matbualarda parti program ve nizamnamesine, iç ve dış siyasetin ana hatlarıyla, yüksek devlet menfaatlerine aykırı düşen yazılar neşrettiremezler” diyordu.
***
Gazeteci mebuslar hükümetin değişken politikasını hızlı dönüşlerle desteklediler.
Hükümet politikalarına muhalif olan basın organlarına da yine bu gazeteci mebuslar cevap verdiler.
İkinci Dünya Savaşı’nda, gazeteci mebuslar, hükümet politikalarını kendi düşünceleri şeklinde ortaya koyarak, bu politikaları meşrulaştırmaya çalıştılar.
Mihver üstünlüğü döneminde Almanlara yakın bir politika izlenmiş, bu politika gazeteci mebusların yazılarına da yansımıştı. Müttefiklerin üstünlüğü ele geçirmeye başlamasından sonra ise, yine gazeteci mebusların yazılarına yansıyan Müttefik yanlısı politikaydı.
Türk hükümeti Almanya’nın 1941 yılı Mart ayından itibaren güçlenmesi üzerine, 1944 yılı başına kadar bu ülkeye karşı dostça bir tutum takınmıştı.
1944 yılındaki savaşın gidişatına yönelik gelişmeler, hükümetin izlediği politikayı da etkiledi.
Bu tarihten itibaren, tamamen Müttefiklere yaklaşan politikası gereği, Almanlardan uzaklaştı. Müttefiklerin baskıları sonucu Almanya’ya krom sevkiyatını durdurdu.
Almanya’ya krom sevkiyatının durdurulmasından sonra Alman basını bu kararı eleştiren yazılar yazdı.
Bu yazılara cevap gazeteci mebus Hüseyin Cahit Yalçın’dan geldi.
Yalçın, Türkiye’nin krom sevkiyatını durdurmasından sonra hemen ses vermeyen Almanların yavaş yavaş mırıldanmağa başladıklarını, Alman resmî makamlarının bu kararı beklenmedik mahiyette bulduklarını aktardıktan sonra şöyle devam etmişti: “Bütün dünya ve aynı zamanda Türkiye hakkında bir tehlike olduğuna inandığımız Nazilerin hatırı için müttefiklerimizle bozuşacak, Nazilerin kuvvetlenmesine hizmet mi edecektik?”
***
2 Ağustos 1944’te Almanya ile her türlü ekonomik ve siyasal ilişkilerini kesmesinin hemen ertesinde, hükümetin bu kararı tüm gazetelerin başmakalelerinde desteklenirken yine; İngiltere ve ABD’nin isteği üzerine, 6 Ocak 1945 gece yarısından geçerli olmak üzere, Japonya ile ekonomik ve siyasal ilişkilerini kesme kararını aldığı zaman, CHP’nin önde gelen gazeteci mebuslar müttefiklerden yana tutum alarak bu yönde yazılarına ağırlık vermeye koyuldular.
İkinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, ortaya çıkan Soğuk Savaş sürecinde, yine basın hükümet politikalarına göre hareket etti.
ABD yanlısı bir politika izlenirken, Sovyet Rusya ve onun ideolojisine karşı tavır alındı, bu da basının tutumuna yansıdı.
Tek Parti Hükümeti’nin sözcüsü sayılan Falih Rıfkı Atay, 4 Ocak 1945 günkü makalesinde şöyle demekteydi: “Bugünkü insanlığın gerçek menfaatini, harbin demokrasiler zaferi ile mümkün olduğu kadar çabuk bitmesinde gören Türkiye için, bu uğurda, kudret ve imkânları içine giren herhangi bir yardıma koşmak, yalnız politikası gereklerinden değil, aynı zamanda ahlak borçlarındandır.”
Bir başka gazeteci mebus olan Asım Us ise 5 Ocak 1945 günkü yazısında; “Harbin başladığı sıralarda İngiltere ve Fransa ile yaptığımız ittifak, İkinci Dünya Harbinin daha ilk gününde Müttefikler safına yaklaştırmış bulunuyordu. Türkiye, tarafsız bir siyaset güder gibi görünmüştür. ‘
***
Savaş boyunca hükümetin politikalarını onaylayan, muhalif seslere karşı çıkan gazeteci mebuslar, bu yazılarını meşrulaştırabilmek için, bu dönemde basının özgür olduğunu ispat etmeye çalıştılar.
1942 yılı Nisan ayında İkdam gazetesi başyazarı ve İstanbul Milletvekili Abidin Daver, Başbakan Refik Saydam’ın gazeteciler ile yaptığı toplantıdan sonra şu satırları kaleme aldı; “Türkiye’de matbuat hürriyeti vardır; İsmet İnönü devrinde bu hürriyet, en büyük hürmeti görmektedir. Başvekilimiz, matbuat hürriyetine riayet hususunda eşsiz bir devlet adamı, bir hükümet reisi olduğunu her vesile ile göstermiştir. Örfî idare mıntıkası olan İstanbul’da bile, matbuat hürriyetine en geniş tesamüh gösteriliyor. Dahilî işlerimize ait tenkitlerde bilerek bilmeyerek ileri gittiğimiz zaman dahi, matbuat hürriyeti prensibine hürmet edilerek yazılarımız tesamühle karşılanıyor."
Temmuz 1943’te Kütahya Milletvekili ve Vakit gazetesi yazarı Sadri Ertem, Basın Yayın Umum Müdürlüğü’nün kuruluşu ile ilgili olarak kaleme aldığı yazısında; Türkiye’de basının, diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, özgür olduğunu ileri sürdü.
“Türkiye’de basın ile devletin münasebeti daima rejimlerin nüansına göre şekillenmiştir. İstibdat devrinde, meşrutiyette, Cumhuriyet’te zaman zaman basını devlet zaviyesinden tetkik eden bir müessese mevcut olmuştur. İstibdat zamanında onun adı matbuat müdürlüğü idi. Fakat hakikatte o bir sansür dairesi idi. Meşrutiyet devrinde o, sadece bir tescil bürosu halini aldı. Harp sonrası rejimlerinden biri olan Cumhuriyet Türkiye’sinde devletin basın hakkındaki görüşü ne liberalizmin ne de totaliter rejimlerin prensiplerine benzer. Cumhuriyet devrinde muhtelif zamanlarda kurulan basın idareleri bir yandan devletin hukuki bünyesini, bir yandan da dünya basın bürolarının geçirdiği istihaleleri takip etmiştir. Sovyet, faşist, Nazi, matbuat rejimleri meydandadır. Buna mukabil Türkiye’de harbin en şiddetli zamanında bile sansür usulü kabul edilmiş değildir.”
***
İkinci Dünya Savaşı sırasında Türk Basını üzerine geniş kapsamlı bir okuma ve araştırma yaparken bir koca dönemi de derli toplu yeniden gözden geçirmiş oldum. Görüp okuduklarımın titiz bir dökümüne de genç bir akademisyen olan Ahmet Çelik’in “İkinci Dünya Savaşı’nda Hükümet-Basın İlişkileri ve Gazeteci Mebuslar” makalesinde rastladım.
***
İkinci Dünya Savaşı 1945 yılında bitti. Aradan 74 yıl geçti.
Bunca zamanda neyin değişip neyin değişmediğini siz bulun, sonuca ulaşmak çok zor olmayacaktır ama eğlenceli olacaktır.
Eğlenebilirseniz tabii.
*Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.