Mehmet Altan*
Boris Johnson'un "önlenemez yükselişinin" her aşamasında Türk Basını'nda Ali Kemal gündeme gelir.
Londra Belediye Başkanı seçildiği zaman da böyle olmuştu.
On bir yıl önce Star Gazetesi'nde bu konuda bir yazı yazmıştım. İzninizle o yazıyı bugün bir daha yayınlıyorum.
Bakalım Türk Basını'nda bir değişiklik olmuş mu?
***
Londra'dan geliyor olmasam, Londra'daki bizim yetkililerden duymasam, İngiltere'de yer gök Londra Belediye Başkanlığı'nı kazanan Boris Johnson'un 'Türklüğü' ve dedesi 'Ali Kemal' ile inliyor sanacağım.
Abartma konusunda maharetliyiz doğrusu. Sadece abartma mı? Saptırmada fena mı sayılırız?
Dün, Boris Johnson nedeniyle özetlenen Ali Kemal biyografilerine baktım:
"Kurtuluş Savaşı'na karşı çıktığı için İstanbul'dan Teşkilatı Mahsusa ajanları tarafından İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmak üzere kaçırılan, ancak İzmit'te linç edilen gazeteci ve siyasetçi Ali Kemal'in..."
Resmî tarih bize Ali Kemal'in halk tarafından 'linç edildiğini' söyler durur.
***
Wikipedia, Ali Kemal için şunları yazıyor:
"Ali Kemal (1869-1922), İkinci Meşrutiyet ve Mütareke döneminde İttihat ve Terakki karşıtı görüşleriyle tanınmış Osmanlı yazar, gazeteci ve siyaset adamı.
"Damat Ferit Paşa hükümetlerinde Maarif ve Dahiliye nazırlığı yapmış, bu esnada Milli Mücadele aleyhine sert tutumlar göstermiştir.
"Kurtuluş Savaşı'nın zaferinden sonra İstanbul'da tutuklanarak İzmit'te Nurettin Paşa'ya bağlı askeri birliklerce linç edilmiştir."
Teşkilatı Mahsusa ajanları tarafından kaçırılan ve 'İzmit'te linç edilen gazeteci ve siyasetçi ' tanımına Wikipedia yeni bir boyut daha getiriyor:
"...Nurettin Paşa'ya bağlı askerî birliklerce linç edilmiştir"
Nasıl?
Ayrıntıları okuyalım:
"6 Kasım 1922 günü, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu birkaç kişi Ali Kemal'i Tokatlıyan Otelinde gittiği berber dükkânından kaçırarak İstiklal Mahkemesi'ne çıkarılmak üzere Ankara'ya götüreceklerini bildirdiler.
"Gerçekte ise Ali Kemal, İzmit'te bölge kumandanı Sakallı Nurettin Paşa'ya teslim edildi. Nurettin Paşa ile görüştükten sonra dışarı çıkarken kumandanlık karargâhı önünde bekleyen askerler tarafından linç edildi (6 Kasım 1922). Kafası çekiçlerle ve taşlarla kırılarak katledildi."
***
Can Dündar, 2 Mart 2002 tarihli "Peki sonra ne oldu Ali Kemal'e?" başlıklı yazısında, olup bitenin 'gerçek yüzü' ile 'resmi tarih yalanları' arasındaki farkı belgelere dayanarak yazmıştı:
"Zaferden sonra Ankara hükümeti, İstanbul polisinden Ali Kemal'in tutuklanıp yargılanmak üzere Ankara'ya gönderilmesini istedi.
"4 polis, 6 Kasım 1922 günü onu Beyoğlu'nda tıraş olduğu berberde kıstırdılar, kaçmaya çalışırken yakalayıp İzmit'e götürdüler.
"Sonra neler olduğunu, emekli Kurmay Albay Rahmi Apak'ın anılarından ('Yetmişlik Bir Subayın Hatıraları', TTK, 1988) öğrendik.
"O dönem Haberalma Şubesi Başkanı olan Rahmi Bey, ifadesini aldırdıktan sonra Ali Kemal'i Nurettin Paşa'nın odasına çıkarıyor.
"Paşa, 'Artin Kemal dedikleri sen misin' diye soruyor. 'Hayır, ben Ali Kemal'im' yanıtını alıyor. 'Onu mahkemede anlatırsın. Çık dışarı' diye kovuyor. İşte buradan itibaren işin rengi değişiyor.
"Nurettin Paşa, Rahmi Bey'i çağırıp 'Sokaktan birkaç yüz kişi topla. Kapıdan çıkarken Ali Kemal'i linç etsinler' diyor. Rahmi Bey, Ali Kemal'in ölümü hak ettiğine inanmakla birlikte böyle yasa dışı bir yola gidilmesini içine sindiremiyor. Emri yardımcısına yönlendiriyor.
"Az sonra Ali Kemal'i kapıdan çıkarıyorlar. Dışarıda eli taşlı, bıçaklı bir kalabalık bekliyor. 'Ahali bir kara bulut gibi çullanıyor' Ali Kemal'in üzerine... Yumruklar, taşlar... Derken arkadan beline saplanan bir bıçak...
"Acıyla yere yıkılıyor Ali Kemal... Ahali taş ve tekmelerle 'hainin başını eziyor'. Doymuyorlar.
"Ali Kemal'i parmağındaki yüzüğe kadar soyup ayaklarına ip bağlayarak sürüklüyorlar.
"Sonra da cesedini, Lozan Konferansı'na giderken trenle İzmit'ten geçecek olan İsmet Paşa görsün diye istasyonda bir sehpaya asıyorlar."
***
Can Dündar yazısına şöyle devam eder:
"Ali Kemal yanılmış mıydı?
Evet.
'Ömrüm' adıyla yayımlanan anılarında bunu kendisi de teslim eder. (İSİS, 1985, s.188)
Peki böylesi bir finali hak etmiş miydi?
Herhalde her insaf sahibi kabul edecektir ki, hayır."
***
Öykünün sonunu bağlamayı Falih Rıfkı'ya bırakalım (Çankaya, 1984, s.342):
"Lozan'a gitmekte olan İsmet Paşa, meşalelerle aydınlanan korkunç sehpayı uzaktan görünce yüzünü asmış, başını eğmiş ve hiç bakmayarak binaya girmiş. Orada Nurettin Paşa'ya söylemediğini bırakmamış. Mustafa Kemal de bu vakadan tiksinerek bahsederdi."
***
Bıkmadan... Usanmadan... Saptırılmış resmî tarih yalanlarını üretmeye devam eden zihniyetten...
Nurettin Paşa'nın askerlerine katlettirdiği siyasetçiyi kamuoyuna hâlâ 'linç edilen' diye anlatan resmî anlayıştan...
Bu ülkeye hayır gelir mi?
Bu sorunun cevabı herhalde ikinci bir sorunun cevabında saklı:
"Yalandan fayda sağlamış bir toplum var mı?"