Mehmet Altan: AKP'ye yakın gazeteler siyasi baskıyla ilan topluyor
Atkaya'nın "Mehmet Altan niye işinden oldu?" başlığıyla yayımlanan bugünkü (31 Ocak 2012) yazısı şöyle:
YAKIN dönemde, kamuoyunda AKP hükümetini desteklediği düşünülen iki medya ünlüsü işinden oldu.
Muhalif kimliğiyle tanınan televizyon ve gazetecilerin (Banu Güven, Ruşen Çakır vb.) başlarına bu tür işlerin gelmesi “normal”(!) kabul ediliyor.
Peki ya Mehmet Altan ve Yiğit Bulut?
* * *
Yiğit Bulut görevden ayrılmasından sonra kısa bir açıklama yapmakla yetindi.
Bir ara Başbakan’a danışmanlık yapacağı söylentisi yayıldı ancak söylenti düzeyinde kaldı.
Mehmet Altan ise, Star’dan uzaklaştırılmasının ardından seri şekilde röportajlar veriyor ve sesini duyurmaya çalışıyor.
Mehtap TV’de AKP’ye oy verdiklerini duyurmuş olan, “liberal” kimlikleriyle tanınan Şahin Alpay ve Eser Karakaş’la yaptığı “Akıl Defteri” adlı programda da ayrılma sürecini özet olarak anlattı.
* * *
Mehmet Altan’ın Star’daki işini kaybetmesi yazdıklarını ve konuşmalarını yakından takip eden biri olarak benim açımdan sürpriz olmadı.
Daha önce de Mehmet Altan’ın Akıl Defteri’ndeki hükümet eleştirilerinden bu sütunda bahsetmişliğim var.
AKP’yi destekleyen yazarların çoğundan (belki hepsinden) farklı olarak can acıtabilecek, can sıkabilecek noktalara dokunuyordu.
Mesela “Niye 2010 yılı haziran ayı itibariyle, lojman sayısı 2009 yılının aynı dönemine göre 6 bin 392 adet arttı?” diye soruyordu.
Mesela “Japonya’da 10 bin, Fransa’da 9 bin makam aracı varken niye Türkiye’de 83 bin küsur araç var?” sorusunu yöneltiyordu.
Mesela “AKP Ankaralılaştı” eleştirisini getiriyordu.
Muhalif kabul edilen bir yazarın kaleme alması durumunda Başbakan’ın “Salı fırçası”ndan payına düşeni alacağı (kaldı ki kardeşi Ahmet Altan hem bu fırçalardan hem de tazminat davalarından payına düşenle mücadele ediyor) eleştirilerinin dozu ve sıklığı artıyordu.
Söyledikleri doğru olmasa bu kadar rahatsızlık yaratmazdı herhalde.
* * *
Peki niye işinden, köşesinden uzaklaştırıldı Mehmet Altan?
Bir talimatla mı?
ANF’ye verdiği röportaj yüzünden mi?
Star hakkında söyledikleri, yazılarının azaltılması veya başyazarlık payesinin Fehmi Koru’ya doğru uzatılmasından mı?
Belki biri, belki hepsi...
Bu soruya en iyi cevabı yine Mehmet Altan verebilir.
Vermiş de zaten.
Bağımsız internet gazetesi t24’den (www.t24.com.tr) Hazal Özvarış’a verdiği röportajdan satırlar “cımbızlıyorum”.
Cımbızlamadığım kısımları da bir şekilde okumanızı tavsiye ederim.
Bir dönemin, bir medya fotoğrafının kafanızda netleşmesi bakımından...
* * *
“Çizgilerin başında, eleştiri yapmamak geliyor. Dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi. Ayrıca, yapılan olumlu icraatları alkışlamak da yetmiyor.”
“Bu zeminde konular ikiye ayrılıyor; ya CHP’yi ağır bir şekilde topa tutabilirsin ya da eskisi kadar olmamakla birlikte, askeriyeyi eleştirmeye devam edebilirsin.”
(“Neler yazılamıyor?” sorusu üzerine) “Örneğin, Şike Yasası... Van’da 70 bin kişi hâlâ bu soğukta çadırlarda yaşıyor... Mesela Deniz Feneri bir tabudur... Hrant Dink cinayetinin 5 yıl süren dava seyri, bu konuda üstünde şüphe olan bütün bürokratların terfi ettirilmesi ya da iktidar partisinden siyasete atılması... Bunların üzerine gidilmesini istemeyen bir ileri demokrasi olabilir mi?”
Uludere gibi Türkiye tarihinin en trajik olaylarından birini medya görmezden gelebildi. Bu çok ürkütücü bir şey. Belli ki birisi düğmeye bastı. Demek ki biri, Türkiye medyası için düğmeye basabiliyor. O zaman, bunun tek parti rejiminden ne farkı var?
(“’Siyasi baskıyla ilan toplamak’ ifadesini açar mısınız?” sorusu üzerine) “Bir medya mecrasına normalde ilan vermeyecek olanların ya da iktidarın manyetik alanında olanların mecburen verdiği ilanları kastediyorum. Ziyan, böylece finanse ediliyor?”
“Mesela, Deniz Feneri hakkında bir haber bulacak olursanız eğer, bu ancak savunma düzeyinde bir yazı olur, haber olmaz. Bu konu, Uludere ve şike gibi bir tabudur. Hükümet neye kızıyorsa, oraya otosansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine ‘hükümet buna kızar, buna kızmaz’ anlayışı devreye giriyor...”
(“Müdahale nasıl gerçekleşiyor?” sorusu üzerine) “Birisi komiserlik yapmaya başladığı vakit yaşanıyor.”
“Genelkurmay Başkanı size karşı değilse, MİT kontrol altındaysa, o zaman ‘Niye kıpraşacağız, bize biat var’ anlayışı büyük tehlike doğuracak bir anlayış. Buna ister köpürsünler, ister köpürmesinler. Ben, rövanşist bir anlayış görüyorum. Çünkü temel mevzuat, 12 Eylül rejiminin yapısal konumu değişmiyor.”
Mustafa Mutlu: Para duvarı yıkıldı; yandaş başyazar bir numaralı muhalif oldu!
Yıllardır iktidarın tüm politikalarını neredeyse kayıtsız şartsız destekleyen...
İslamcı-liberal ittifakının yılmaz savunuculuğunu kimselere bırakmayan...
Yargının, iktidarın kontrolüne devredilmesini sağlayan 12 Eylül 2010 referandumuna, “Yetmez ama evet” diyerek destek veren...
Meşhur İkinci Cumhuriyet’in fikir babası Prof. Dr. Mehmet Altan Star Gazetesi’nden atıldı ya...
Şimdi, “demokrasi kahramanı, ilkeli mazlum gazeteci”yi oynamaya soyundu!
***
Onlarca köşe yazarının o ya da bu yöntemle susturulduğu...
Yüzlerce gazetecinin işsiz bırakıldığı...
Yüze yakın yazarın, muhabirin ve gazete yöneticisinin zorlama gerekçelerle tutuklandığı...
Gazetelerin başına gazetecilerin değil, parti sözcülerinin oturtulduğu...
Oto sansürün, sansürün, yasağın ayyuka çıktığı günlerde, “basın özgürlüğü” konusunda ağzını açmayan...
İktidar yandaşı gazetesinden ayrı, televizyonlardan ayrı, üniversiteden ayrı, rapor yazdığı iş adamı örgütlerinden ayrı maaşa bağlanan bu arkadaş; artık bulduğu her mikrofona konuşuyor ve “bir numaralı basın özgürlüğü savaşçısı” pozlarına bürünüyor!
***
Son olarak da T24 isimli internet sitesine röportaj vermiş ve bir iki aykırı çıkış dışında düne kadar önünde “secde ettiği” iktidarı topa tutmuş...
Ne yalan söyleyeyim; bayağı da sıkı eleştirmiş... İşte o sözlerden bir demet:
“Hükümet biat istiyor... Sapına kadar sansür var... Dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi... Gazete yönetimine siyasetçiye biat edenler geliyor... Siyasi baskıyla ilan toplanıyor, gerçek tirajlar saklanıyor... Bunu yaz, bunu yazma diyorlar... Hükümet neye kızıyorsa, oraya oto-sansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine, ‘Hükümet buna kızar, buna kızmaz’ anlayışı devreye giriyor... Başlığa kadar her şeye karışılıyor, eleştirel bakanlar işten atılıyor!”
***
İyi de koca Profesör Mehmet
Altan...
Tüm bunlar, “sen işten atıldıktan sonra” mı oldu? Türk basını son on yıldır zaten bu halde değil mi? Ve biz, yani birkaç kişi... Tüm bunları, “işsiz kalmak, hatta tutuklanmak pahasına” anlatırken, sen yandaş gazetenin başyazarlık koltuğunda “özgürlüklerden ve ileri demokrasi”den dem vurmuyor muydun?
Bugüne kadar işten atılan, tutuklanan hangi gazetecinin arkasından tek satır “basın özgürlüğü” yazısı yazdın?
Katıldığın ya da yönettiğin hangi televizyon programında bu zulmü eleştirdin?
Yoksa o günlerde; gerçeklerle senin arana giren şey, “kalın tomarlardan oluşan bir para duvarı” mıydı?
Şimdi o “para duvarı” yıkıldığı için mi gerçekleri görmeye ve bağırmaya başladın?
***
Sözü uzatmaya hiç gerek yok:
Bu arkadaşların b.kunda boncuk olmalı ki; ne yaparlarsa yapsınlar hep “en” olmayı başarıyorlar...
Mehmet Altan şu günlerde “kıvırma sanatı”nın yeni bir örneğini sergiliyor ve “en mağdur ve en mazlum gazeteci”yi inanılmaz bir başarıyla oynuyor!
Yirmi gün önceye kadar “yandaşlıkta en önde”ydi, şimdi “en muhalif yazar ve en korkusuz kalem” oluverdi!
Bu arkadaşa çok kolay iki sorum var:
Yeniden iktidarı desteklemen, yani gerçekleri görmezden gelmen için kaç dolarlık bir “para duvarı” gerekiyor?
Eğer o para duvarını bulursan; yine bildiğimiz, “Yetmez ama evet”çi Mehmet Altan olacak mısın?
Ezgi Başaran: Kafa sallayıp yazı yazana gazeteci denmez
‘Senden bir duvarı kızıla boyamanı istiyorum. Çocukluğumda dedemden dinlediğim bir Mehmet Akif şiirine gönderme olarak.’
‘Nasıl bir kızıl olsun?’
‘Yani biraz turuncuya çalan bir kızıl. Çok da düzgün boyama ki, dalgalı bir deniz gibi görünsün.’
‘Şiiri o duvara mı yerleştirmemi istersiniz?’
‘Hayır şiir, duvarın yanında ayrı bir şövalede, açıklama gibi dursun.’
‘Ne kadar büyüklükte bir duvarı boyayacağım?’
‘Şiirde 8 arşından söz edilir ama biz çok daha büyük bir duvarı boyamalıyız.’
**
Bu diyalog koleksiyoner Saruhan Doğan ve sanatçı Burak Delier arasında geçiyor. Doğan, terziye talimat verir gibi bir sanat eseri ısmarlıyor, Delier de terzi gibi önündeki deftere not alıyor.
Biz bu diyaloğa en ince ayrıntısına kadar nasıl vakıf oluyoruz derseniz… Videoya çekilmiş ve Sıraselviler’deki Pilot sanat galerisinde ‘Koleksiyonerin Dileği’ başlığıyla sergilenmişti geçen ay. Anlayacağınız gibi iş, kızıl duvar değil, kızıl duvarın bir sanat eseri olarak sanatçıya ısmarlanmasıydı. Koleksiyoner ve sanatçı arasındaki bu abes ilişkiydi. Sanat piyasasındaki çarpıklıklardı.
**
Star gazetesindeki köşesinden olan Mehmet Altan’ın dün T24 sitesine verdiği röportajı okudum. Basında ne türden sansürler var sorusuna, şöyle cevap veriyordu Altan: ‘Başlığa kadar her şeye karışılması, eleştirel bakanların da nihayetinde işten atılması... Niye karışıyorsunuz? Özgürlük, fikir değil midir? Niye fikri istediğiniz gibi yayımlamak istiyorsunuz? Başlığını, içeriğini atıyorsun, "Bunu yaz, bunu yazma" diyorsun. Yazar olma vasfıyla çalıştırdığın insana ayar verirsen, o artık yazar sayılmaz. İç içe geçmiş kuklaya dönüşür.’
**
Altan’ın bu sözlerini okuduğumda, Burak Delier’in herşeyi özetleyen harika videosu aklıma geldi. Nasıl ki, sanatçı ve koleksiyoner arasında böyle bir ilişki abesten öte, sanatın ruhuna aykırıysa, gazeteci ve kamu gücünü elinde bulunduranlar arasındaki benzer bir ilişki de mesleği işlevsiz hale getirir. Nasıl ki, o kızıl duvarın aslında hiç bir manası ve değeri yoksa… Nasıl ki, koleksiyonerin talimatlarını motomot not alan birine sanatçı denemezse, kafa sallayıp yazı yazana da gazeteci denmez. Koleksiyonerler ve güç sahipleri ‘dilerler’, gayet normal. Anormal olan, ruhları kirleten, bu dilekleri emir telakki edenlerdir.
Melih Aşık: Yandaş dedikleri!
Star gazetesi kısa süre önce başyazarı Mehmet Altan ile yollarını ayırdı. Görüşlerine katılmasak da hiçbir meslektaşımızın gazetesinden uzaklaştırılmasını kabullenemeyiz. Umarız en kısa sürede sütununa kavuşur.
Mehmet Altan, T24 internet sitesinde Hazal Özvarış’ın sorularını yanıtlarken ilginç açıklamalarda bulunuyor... Mesela:
“Hükümet basın ilişkisinin kırmızı çizgileri neler?”
“Çizgilerin başında, eleştiri yapmamak geliyor. Dostane eleştiri dahi kabul edilemez hale geldi. Ayrıca, yapılan olumlu icraatları alkışlamak da yetmiyor.”
Ne mi gerekiyormuş? Şu tonda yazacaksınız:
“Ne yapılıyorsa ilk defa yapılıyor; bu yapılanlar yeni bir Türkiye yaratıyor; bu sayede dünya bize hayran kalıyor.”
Rahatça yazılan konular yok mu? Varmış:
“Ya CHP’yi ağır bir şekilde topa tutabilirsin ya da eskisi kadar olmamakla birlikte, askeriyeyi eleştirmeye devam edebilirsin.”
Mehmet Altan, Şike Yasası, Uludere, Deniz Feneri, Van’a yardımların ulaşmaması, Hrant Dink cinayetinde şüpheli bürokratların terfi ettirilmesi gibi konuların yazılamadığını kaydediyor.
Sınırı şöyle anlatıyor:
“Hükümet neye kızıyorsa, oraya oto-sansür giriyor. Meslek ilkeleri yerine ‘hükümet buna kızar, buna kızmaz’ anlayışı devreye giriyor...”
Altan baskıyla ilan alındığını da anlatıyor:
“Basın, parasını halktan veya habercilikten kazanmıyor. Gazeteler, satış fiyatlarının çok üstünde maliyete sahip. Para daha ziyade nüfuz ticaretinden ve ilandan kazanılıyor. Parayı gazetecilikten kazanamayınca oyunun kuralını parayı veren belirliyor. Bu da gazeteciliği öldürüyor ve talimat gazeteciliği devreye giriyor. Bu gazetecilik de, besleme basının varlığını pekiştiriyor.”
İşte “ileri demokrasi”nin bizi getirdiği nokta ve basın özgürlüğünün son fotoğrafı...