İki DHKP-C militanı tarafından rehin alınan savcıyı kafasına silah dayanmış halde gösteren fotoğrafın hükümete muhalif olarak bilinen bazı basın yayın organlarında kullanılması, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Davutoğlu'nun sert tepkisine neden oldu. Erdoğan, olayın yaşandığı 31 Mart akşamı Slovenya'dan yaptığı açıklamada, rehin alma olayının basında yer almasına ilişkin olarak, "Bu görüntüleri yayınlamak suretiyle ne elde edeceksiniz? Neyi kazanacaksınız? Yani arkadan bunlarla ilgili hemen anında bazı yasaklar gelmemiş olsa bunları gün boyu yayınlamaya devam edecekler. Böyle bir anlayış olamaz. Bu anlayış insani değildir, bu anlayış vicdani değildir" ifadelerini kullanmıştı.
Yayın yasağı ve akreditasyon krizi
Ancak tepkiler açıklamayla sınırlı kalmadı. Önce Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan'ın talebiyle rehine krizinin yaşandığı gün basına ‘geçici yayın yasağı’ getirildi. Ardından ise Başbakan Davutoğlu'nun talimatıyla, düzenlenen operasyonda iki militan ile birlikte hayatını kaybeden Savcı Kiraz'ın cenaze töreninde akreditasyon uygulaması yapıldı ve söz konusu fotoğrafı basan yayın organları içeriye alınmadı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı da fotoğrafı birinci sayfasında genişçe kullanan Cumhuriyet, Bugün, Posta gibi gazeteler hakkında soruşturma başlattı. Başbakan Davutoğlu ise tartışma yaratan fotoğrafı kullanan yayın organlarını sert bir dille eleştirdi. Söz konusu resmi yayınlamanın savcının ailesi ve kamuoyuna karşı "ahlaksızlık, nezaketsizlik" olduğunu öne süren Davutoğlu, akreditasyon uygulamasını savundu. Davutoğlu şu açıklamaları yaptı: "İnsanların acısına saygı duyacak herkes. Teröristlerin propagandası yapmayacaklar. Bundan sonra herkes dikkat edecek. Tavırlarına dikkat edecek herkes. Onları bugün o cenazeye katılma hakları yoktu, o çocuğun karşına çıkmalarına hakları yoktu."
Hükümete yakınlığı ile bilinen yayın organları getirilen yasaklardan yana tavır alırken, muhalif basın kuruluşları ve basın örgütleri hükümetin tavrını protesto etti. Çağdaş Gazeteciler Derneği'nden yapılan açıklamada, AKP hükümetlerinin yıllardır basın üzerinde uyguladığı sansür ve baskının bu olayda da yaşandığı belirtildi. ‘Halkın doğru haber alma' hakkının keyfi kararlarla engellenmeye çalışıldığını öne süren açıklamada, "Bu anlayış, görevlerini yapmak isteyen meslektaşlarımıza da olay sırasında engel olmaya çalışmaktan kaçınmadı. Ülkeyi karartmaya çalışsanız da o gerçekleri halka duyurma kararlılığını sürdüreceğiz" denildi.
"Hiçbir haber Başbakan talimatıyla gizlenemez"
Hükümetin topa tuttuğu muhalif yayın organlarının başında gelen Cumhuriyet gazetesinde bugün yayınlanan 'Başyazı'da ise "Çağımızda hiçbir haber, Başbakan talimatıyla gizlenemez. Bir gazeteye hangi fotoğrafın basılacağına Başbakan karar veremez. O karar, gazetecilere aittir" ifadelerine yer verildi.
Söz konusu fotoğrafı basarak gazetecilik görevini yerine getirdiklerini söyleyen Cumhuriyet Gazetesi Haber Koordinatörü Murat Sabuncu, DW Türkçe'ye yaptığı açıklamada, "Fotoğrafı kullanan gazetecileri ahlaksız olarak niteleyen Davutoğlu, önce devlet terörü konusunda adım atmalı. Meslektaşımız Hrant Dink cinayetinin arkasındaki isimler hala bulunamadı. Berkin Elvan'ı öldüren polisler hala açığa çıkarılmadı" dedi. Fotoğrafı kullanırken büyük üzüntü yaşasalar da tüm okuyuculara karşı duydukları sorumluluk gereği hareket ettiklerini anlatan Sabuncu, artık günümüzde sosyal medyanın her haberi yayabilme özgürlüğü olduğuna da dikkat çekti. Sabuncu, "Dünyadaki pek çok yayın kuruluşu yayın yaparken, Türkiye'de yayın yasağı getiriliyor. Hükümet adalet sistemindeki zaafların acısını gazetecilerden çıkarmaya çalışıyor" diye konuştu.
"Silah ve yüzler örtülebilirdi"
Öte yandan basın dünyası içinde, söz konusu fotoğrafın herhangi bir süzgeçten geçirilmeden kullanılmasına itiraz edenler de var. DW Türkçe Servisi'nin sorularını yanıtlayan Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu, "Sorun fotoğrafın yayınlanmasından çok, nasıl bir teknik müdahaleden geçtiği. Bir basın kuruluşu fotoğrafı dümdüz basmak yerine yüzlerin, örgüt amblemlerinin ve silahın belirginliğini azaltarak da o ortamı yansıtabilir" şeklinde konuştu. Türkiye medyasında herhangi bir siyasi polemiğin parçası olmadan gazetecilik etiğini tartışmanın mümkün olmadığına işaret eden Önderoğlu, "Basın kuruluşları, siyasi tavırlarını akla getirmeyecek standart bir yayın çizgisine sahip olmalı. Ancak Türkiye'de gazeteciler arasında gelişmesi gereken etik tartışması ceza tehdidi altında köreltiliyor. Terörle Mücadele Yasası ve Ceza Kanunları nedeniyle gazeteciler profesyonel tartışma ortamı yaratamıyor" diye konuştu.
"Yayın yasağı ve akreditasyon basın özgürlüğü ihlali"
Devletin tüm medyanın gözünün önünde gerçekleşen bir olaya ilişkin yayın yasağı ve akreditasyon uygulaması getirerek basın özgürlüğünü defalarca ihlal ettiğinin altını çizen Önderoğlu, şu değerlendirmeyi yaptı: "Hükümet yanlısı yayın organlarındaki etik ihlallerine karşı hiçbir şey yapılmıyor. Medya ancak özgür olduğu zaman kendi standartlarını ortaya koyabilir. Gazetecilerin bir standarda ihtiyacı var ama siyaset ve yargının da basın ile ilişkilerde bir standarda ihtiyacı var. Charlie Hebdo katliamında ve sonraki rehine olaylarında Fransız yetkililer öyle ayrıntılı ve her soruya yanıt veren basın toplantıları yaptılar ki, muhabirler haber merkezlerine sayfalar dolusu bilgi ile döndü. Türkiye'de ise verilen eksik ve şaibeli bilgiler nedeniyle gazeteci haberi verirken risk almak zorunda kalıyor."