Hürriyet yazarı Ayşe Arman, gazeteci Gülden Aydın ile konuştu. Aydın, en tehlikeli haberini, "Suriye’nin Telabyad şehrine gidişim. Suruçlu kaçakçılarla, zifiri karanlıkta, karakolun 360 derece dönen gece görüşlü kamerasına rağmen kilometrelerce düşe kalka koştum. Kaçakçı, “Mayınlı bölgedeyiz. Bastığım yerden bir milim şaşarsan, patlarsın!” diyordu. Her yer IŞİD’in bomba tuzaklarıyla döşeliydi. Yanlış bir adımda havaya uçmak an meselesiydi. Kaçakçı ablasının evine götürdü. Günün ilk ışıklarıyla uyandığımda, yanmış yıkılmış bir harabenin ortasındaydım. Ev, üç hafta öncesine kadar IŞİD’in karargâhıymış" diyerek anlattı.
Ayşe Arman'ın "Gerçeği keşfetmenin şehvetini hiçbir şeye değişmem" başlığıyla (21 Ocak 2018) yayımlanan yazısı şöyle:
Yılın gazetecisi ödülü ondan başkasına gidemezdi: Gülden Aydın.
Birkaç ay önce bir hastalığa yakalandı. Çok şükür ki tedaviye çok iyi yanıt veriyor.
Veee işte, karşımda yılın gazetecisi duruyor: Gülden Aydın. Tanıdığım en nevi şahsına münhasır... En tutturuk... En cesur... En atak... En uçuk gazetecisin! Maceran nasıl başladı?
- Teşekkür ederim, beni mahcup ediyorsun. Nasıl mı başladı? Sanat dergilerinde şiir ve öykülerim yayımlanıyordu. Kocam, başka bir kadına âşık olmuştu. Boşandıktan sonra öğretmenlikten istifa edip ‘2000’e Doğru’ dergisinde muhabir oldum. Sonra gerisi geldi: Aktüel, Hürriyet, kısa bir dönem Akşam ve yine Hürriyet...
"Birkaç gün haber yapmasam kurdeşen dökerim!"
Gazetecilik nasıl bir tutku senin için?
- Hayatımın ta kendisi, yol demek, yolculuk demek. Masa başından azat olup, yeni öykülere yelken açmak demek. Gözlerden uzak, saklı gerçekleri keşfetmek demek. Birkaç gün haber yapmasam, haber çıkaramasam kurdeşen döküyorum! Gazete binası zindan oluyor, boğuluyorum. Ama haberin kokusunu aldığımda bingo! Sezgilerimin minik çıngıraklarının peşinde yollara düşüyorum. Bir kez daha sıradan bir insanın, olağanüstü hayatına tanık oluyorum. En çok da kadınların, kız çocuklarının... Anlatıcıyım, aktarıcıyım ben.
Vayyy ne güzel anlattın gazeteciliği! Kime özendin de böyle oldun? Rol modelin kimdi?
- İtalyan kadın gazeteci ve savaş muhabiri Oriana Fallaci’nin ‘Bir İnsan’ romanından çok etkilenmiştim. Ama “Hmm, ikinci beş yıllık kalkınma planımda Fallaci gibi olacağım!” demedim. Vatan, millet, dünya için hayallerim büyüktü ama kendim için hayal kurmadım. Gerçeğin iz sürücüsü oldum.
Köy enstitülü babandan en çok ne öğrendin peki?
- Babam kahramanımdı. Doğruları söylemekten şaşmamayı, dürüstlüğü, kendime güvenmeyi öğretti. “Sorabildiğin kadar öğrenirsin. Bilmediğini sormaktan sakın utanma. Bilgiye ancak sorarak ulaşırsın!” derdi. Ben de hep sordum, soruyorum. Okuma aşkı aşıladı. İlkokul ikinci sınıfa geçtiğim yaz tatilinde Victor Hugo’nun dört ciltlik ‘Sefiller’ini getirmişti. Ancak ölüm yatağındayken utanç içinde itiraf edebildim, neredeyse bir cilt süren Waterloo Savaşı’nı okumaktan sıkılıp üçüncü cilde geçtiğimi.
Ya annenden ne öğrendin?
- Demokrat Parti kökenli bir aileden geliyordu. Aşk evliliği yapmış olsa da mutsuzdu. Kırılan düşlerinin yasını tuttu hep. Kitaplara sığındı.
"Gözü kara olmak yardılışımda var"
Sen saha gazetecisisin. Hatta neredeyse savaş muhabirisin! Nasıl bu kadar gözü kara olabiliyorsun?
- Gerçeği keşfetmenin şehvetini hiçbir şeye değişmem. Bir söz vardır ya, “Tehlike gerçektir, korku tercih”.
Hep mi böyleydin, sonradan mı oldun?
- Yaradılışımda var. Çocukluğumda, 12 Eylül öncesi öğrencilik yıllarımda da gözü karaydım. İlginçtir, en kötü durumlardan alnımın akıyla çıktım. Göklere bakıp koruyanıma teşekkür etmeyi de ihmal etmedim.
Gazetecilik mesleğinin tarifi gibisin. Hele Sebati’yle (Karakurt) ayrılmaz bir ikilisiniz! Savaş alanlarında, dağlarda, tepelerde, Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de, IŞİD tünellerinde, cinayet araştırmalarında, en tehlikeli haberlerin peşindesiniz. Oralarda neler yaşadınız?
- Yazsak roman, dizi film olur. Sebo kardeşimle 27 yıldır birbirimizin ciğerini biliriz. En çetrefilli, tehlikeli haberlere, mavralarımızın verdiği neşeyle gideriz. Ben ona çok güvenirim, o da bana. Bilirim ki, Sebo varsa emin ellerdeyim. İşgal sonrası üç hafta kaldığımız Kabil’den, camları çamurla kaplı bir minibüsle Pakistan’a giderken mesela. Şoför ve yanındaki Taliban’dı. Hiç dışarı çıkmadan, tuvalet molası vermeden 13 saatlik bir yolculuktan sonra Peşaver’e vardığımızda, hiçbir otel bizi kabul etmedi. Üç gün önce Amerikalı bir gazetecinin kafası kesilmiş meğer. Gecenin bir yarısı Taliban’ın cirit attığı sokaklarda bir başınayız. Sebo, ‘çiçek çocuk’ Orhan Abi’sinden öğrendiği Farsça bir şarkı söylemeye başladı. Çocuklar etrafımıza toplandı, neşe içinde eşlik etti. Sebo, ‘Fareli Köyün Kavalcısı’ gibiydi. Çocuklar sayesinde başımızı sokacak bir otel bulduk.
"Gazetecilik zevkle yapacağım tek meslek"
Nesi çekti bu mesleğin seni?
- Çilesi! Şaka şaka. Çocukluğumda, “Büyüyünce ne olacaksın?” diyenlere, “Dünyayı dolaşacağım!” derdim. Yıllardır, o ülke senin, o şehir, o köy benim diye diye hayat iklimlerinde dolaşıyorum. Gazetecilik zevkle yapabileceğim tek meslek. Başka bir işte kendimi düşünemiyorum.
Kafan başka türlü çalışıyor senin Gülden. Bu nasıl oluyor?
- Vallahi bilmiyorum. Beynime söz geçiremiyorum. Benden bağımsız bir merkez. Beynim hislerimi, hislerim de beni harekete geçiriyor.
"Gazeteci, güvenilir ve sağlam kişidir"
Birilerine kazık atarak gazetecilik yaptın mı?
- Asla! Gazeteci, güvenilir ve sağlam kişidir. Bir atımlık kurşunuyla haberi vurup geçecek karakterler gazeteci kalamıyor. Bu sadece mesleki doğrum değil, yetiştirilme şeklim. Ailemin verdiği terbiye de kazıkçı gazeteci olmama izin vermez.
Yani senin “Haber söz konusuysa her şey mubah!” deyip insanları ezip geçmen söz konusu değil...
- Değil tabii. Ben her zaman muhalifim ve mağdurun yanındayım. İktidar ve güçten geri durup vicdanımı zehirlemesinden kurtuldum. “En rahat yastık vicdandır” derler ya, doğru. Ben mis gibi uyuyorum.
"Urfalı terfe için 15 yıldır ağlıyorum"
İşini yaparken hep mi eğlendin?
- Öyle lay lay lom geçmiyor her zaman! Öldürülüp intihar süsü verilen kadınları öğrendikçe, kaçırılan, tecavüz edilen kız çocuklarını, tecavüzcüsüyle evlendirilenleri dinledikçe kahroluyorum. Üzerine kuma geldiğini öğrendiği günün ertesi canına kıyan Urfalı Terfe için 15 yıldır ağlıyorum.
"No man no cry!"
Kocaman bir salatanın üzerine mum koydurup doğum gününü kutlamışlığın da var...
- Salata canavarıyım! Bıkmayacağım tek yiyecek. Gazetedeki arkadaşlarım bu özelliğimi bildikleri için doğum günümde çift katlı pasta görünümünde, müthiş bir salata hazırlatmışlardı. Afiyetle yedim.
Peki kendinde sevmediğin herhangi bir özelliğin var mı? Beğenmediğin, değiştirmek istediğin?
- Kötü erkek seçimim. Bu özelliğimi değiştirmek için çok geç. Huzuru kendimde buldum.
"İyilikte buluşmak"
Geçenlerde İzmir’de bir haber yaptın; ‘Kaçırılıp tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun yeni hayatı’ diye... Gitmeden ona alacağın hediyeyi düşünmüşsün bilmem kaç gün... İnsanlara sadece ‘haber’ diye bakmayıp hayatının bir parçası olarak mı değerlendiriyorsun?
- Kızı için savaşan, evini, tarlasını bırakıp ailesiyle bir kasabaya taşınan babasıyla, liseye yeniden başlayan kızı, o dağ köyü insanlarının tek rol modeli. Bu yoksul ve onurlu aile yepyeni bir hayat kurdu. Benim için çok kıymetliler. Kızımı da götürdüm. Örnek alacağı, ilham alacağı bu şahane insanları tanısın diye. Kızımla birlikte büyük bir heyecanla kaban aldık. Kardeşlerine çikolatalı pasta, anneye fincan takımı... Bunları söylemem çok ayıp. Neyse ki adları bende saklı. Anadolu’ya, özellikle mağdur kadınlarla röportaja giderken minik armağanlar alıyorum. Rüşvet olarak değil. Benim için açtıkları yoksul sofralarına rahat oturmak için. O insanlar benim hayatımın, beni var eden değerlerimin birer parçası. İyi insanların iyilikte buluşması olarak gördüğümden olsa gerek.
Birilerinin senin için bir şey yapmasını kolay kabul eder misin?
- Hayır, çünkü alışık değilim. Kimse alıştırmadı ki beni. İki insan tipi var: Dünyaya almak ve vermek üzere gelenler. Ben ikincisiyim. Karşımdakini sevindirmek beni çok mutlu ediyor. Anneme çekmişim.
Kızın Ceren’le hiç problem olmadı mı mesleğin?
- Olmaz mı hiç? Mesleğimi kendisinden daha çok sevdiğimi bile söylediği, “Gitme!” diye ağladığı oldu. Bu nedenle gittiğim yerleri, tehlikeli işleri gizliyorum. IŞİD tünellerine girdiğimi öğreneli henüz birkaç gün oldu.
En uçuk haberlerini saysana...
- Aktüel’deki ‘Sapığımla Buluştum’ başlıklı kapak haberi mesela... Sebo bindiğim arabayı takip edecekti ama karanlıkta kaybetti. Çok korktum ama Allah’tan başıma bir iş gelmedi. Ertesi gün Yıldız Parkı’nda buluştuk. Sebo bir çalının arkasında çoktan pusuya yatmıştı. Adam evli, çocuklu ve çok ünlü bir yüksek mimar çıktı. Karaköy genelevine defalarca gidip yaptığım röportajlar, Yüksekova’da korucuların kaçırdığı, "devletin “Bulamadık” dediği kızı Hakkâri’nin Durankaya beldesinde buluşum... Kız çok mutlu ve mesuttu, iyi mi?
Ya en tehlikeli haberlerin?
- Suriye’nin Telabyad şehrine gidişim. Suruçlu kaçakçılarla, zifiri karanlıkta, karakolun 360 derece dönen gece görüşlü kamerasına rağmen kilometrelerce düşe kalka koştum. O adrenalini anlatamam. Kaçakçı, “Mayınlı bölgedeyiz. Bastığım yerden bir milim şaşarsan, patlarsın!” diyordu. Her yer IŞİD’in bomba tuzaklarıyla döşeliydi. Yanlış bir adımda havaya uçmak an meselesiydi. Yokuş aşağı koşarken kendimi dikenli tellerin kapanında buldum. Parçalanan spor ayakkabılarımı bırakarak koşmaya devam ettim. Kaçakçı ablasının evine götürdü. Dışarıdaki tahtta, iki küçük kızın yanında uyudum. Yıldızlar avize olmuştu üzerimde. Şahane bir doğanın içindeydim sanki. Günün ilk ışıklarıyla uyandığımda, yanmış yıkılmış bir harabenin ortasındaydım. Ev, üç hafta öncesine kadar IŞİD’in karargâhıymış.
"Neredeyse bombalı dondurucuyu açacaktım"
Peki gerçekten “Yolun sonu burası galiba!" dediğin haber?
- Sebo’yla geçen yıl bu zamanlarda gittiğimiz Navaran, Başika, Musul yakınlarındaki cepheler... Bombalar, başımızın üstünden geçen şarapnel parçaları... 40 IŞİD’linin 15 saat önce terk ettiği tünellere girdik. Tünel girişindeki bombaları görünce içerinin temizlendiğini düşündüm. Iraklı bomba uzmanlarının refakatinde rahatça dolaşıp eşyalara dokunuyordum. Kocaman bir derin dondurucuyla karşılaştım. “İçinde ceset olabilir mi?” diye tam kapağını açıyordum ki, Iraklı asker bileğime yapıştı. Meğer bomba düzeneği varmış! Refleksi güçlü olmasaydı çoktan moleküllerimize ayrılmıştık! Döndükten sonra kâbusum oldu. Rüyamda sürekli bileğimi tutan bir el görüyordum ve yataktan fırlıyordum.
"Sebo'yla oto yıkamada yıkanıp uçağa bindik"
Peki en çok güldüğün haber?
- Sebo’yla Viranşehir’in Ezidi köylerini dolaştık. Yüzlerce yıldır ibadet ettikleri mağaralara girdik. Yerüstüne çıktığımızda, üstümüz başımız toz topraktı. Mardin’den kalkacak uçağa o halde binmek istemedik. Bir benzincide oto yıkamaya girdik. Sebo “Bizi yıka!” dedi. Dönen rengârenk devasa fırçaların arasında köpüklendik, durulandık. Havaalanına vardığımızda kurumuştuk ve mis gibi kokuyorduk.
"Tedaviye iyi cevap veriyorum, tmörler küçüldü"
Bütün bu koşturma içinde sağlığına dikkat ediyor muydun?
- Yok, hayır. Haber heyecanı ve telaşı, açlığımı hep unutturdu mesela. Çantama attığım bir elma, ‘sunta’ bisküvi şahane öğün olurdu.
Kendini düşünecek, kendine bakacak vaktin yoktu yani...
- Kendimi çok ihmal ettim. Hayatın acılarına kulak verdim. Sevinçlerimi, refahımı, konforumu çok gördüm.
"Teşhisi öğrenince kızım için avaz avaz ağladım"
Hastalığın belirtileri ne zaman başladı peki?
- Temmuz başında şiddetli karın ağrıları başladı. Ama tabii ne olduğunu anlayamadım.
Peki n’aptın?
- Doktora gittim. Kolonoskopi yaptılar, bağırsaklarımdan iki polip aldılar. “Miden kötü durumda!” deyip iki ilaç verip gönderdiler. “Demek ki bir şey yokmuş!” dedim. Ama ağrılar tüm şiddetiyle devam etti.
Sonra?
- İki ay sonra gittiğim başka bir hastanedeki doçent doktor hanım, şikâyetimi anlatır anlatmaz, “Pankreas olabilir. Tüm batın tomografisi çekelim!” dedi.
Peki hastalığını nasıl öğrendin?
- 31 Ağustos’ta sonucu mail’le gönderdiler. Evde yalnızdım, herkes bayram tatilindeydi. Daha ikinci satırda, “CA lehine pankreasta 6 cm’lik tümör...” cümlesiyle karşılaştım. Kalbim duracak gibi oldu. Avaz avaz ağlamaya başladım! Aynaya koştum, biricik kuzumla nasıl vedalaşacaktım? “Kuzuum, kuzumm” ağıdım oldu... Hem beni bekleyen üç haber vardı: Tecavüz mağduru Kirazlı E., Diyarbakırlı K. ile Trakya’daki bir üniversitenin öğretim üyesi kadın...
"Uysallaşıp gerçeğe teslim oldum"
“Ben bununla da baş ederim, bunu da halledebilirim” dedin mi?
- Yok, “Hastalıkla baş ederim” demedim. Ne ilk öğrendiğim anda ne da sonraki iki ay. Tam tersine “Şimdi b.ku yedin! Zaten sana da böyle korkunç bir dert yakışırdı Gülden” dedim. Ama asla kendime acımadım, “Neden benim başıma geldi, neden ben?” demedim. Hiçbir şeyimi sorgulamadım da. Uysallaştım ben, gerçeğe teslim oldum.
Ölümü düşündüğün oluyor mu?
- Hayır ama ölümümden sonra biricik kızımın yasını tutuyorum. Bir de yatağa düşmekten, sürüne sürüne uzatmaları oynamaktan korkuyorum.
Nasıl bir tedavi uygulanıyor?
- 6 ayda 12 kemoterapi programladılar. Haftaya dokuzuncusu var. İlk bir hafta sese, kokuya ve soğuğa çok duyarlı oluyorum. Soğuk bir şeye dokunduğumda binlerce topluiğne batıyor tenime. İştahsızlık ve ishal de cabası. Ama tedaviye iyi cevap verdim. Tümörler küçüldü, küçükler kayboldu. Hiç olmadığı kadar sağlıklı besleniyorum, hayatın tadını çıkarıyorum.
Bu hastalık sana ne öğretti?
- İki şey: Ailemin ve arkadaşlarımın ne kadar şahane ve kıymetli olduğunu, onları ne kadar çok sevdiğimi, onların da beni ne çok sevdiğini. Doktor abim, “İyileşmende tedavinin rolü yüzde 40 ise arkadaşlarının rolü yüzde 60” dedi. Çok eskiye dayanan ve çoğunluğu kadın 30 gazeteci arkadaşım ve kızım WhatsApp grubu kurdu. Kemoterapi günlerim ve ihtiyaç durumlarım için alarmdalar. Bu grupta ben yokum ama 7/24 çalışan çok aktif bir grup olduğunu biliyorum. İkinci öğrendiğim şey de, Türkmen atalarımdan devraldığım genler. Gen belleğime işleyen direnç ve savaşçı ruh. “Vay, ben neymişim meğer, aferin bana!” dedim. Doktorum Doç. Fatih Selçuk Biricik, “Kan değerine değil, ne kadar iyi olduğunuza bakın. Muazzam yol kat ettiniz” dedi. Yaptığı tedaviden iyi sonuç aldığını görüyor bende. Bir hekim olarak performansımdan çok memnun. Ödül törenime davet ettiğimde, kırmayıp geldi. Beş aydır dostluğun, arkadaşlığın, hayatın keyfini doya doya yaşıyorum. Gerisi vız geliyor bana.