Pınar Öğünç
(Radikal, 12 Haziran 2012)
'Türkiye, beş yıl önceki İspanya gibi'
Gezegenin en fazla atıfta bulunulan sosyal bilimcilerinden; öğrencilerin imza almaya çalıştığı bir şöhret. ıngiliz Marksist düşünür, coğrafyacı, siyasal iktisatçı, sosyal kuramcı ve aktivist David Harvey’nin bu ilk Türkiye ziyareti. Kitaplarını basan Sel ve Metis Yayınları’nın işbirliği ve Bilgi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin katkılarıyla gelen Harvey, cumartesi günü Bilgi Üniversitesi Santral Kampüsü’nde ‘Kapitalizmin Krizi ve Kentsel Mücadele’ başlıklı bir konferans verdi.
30’lar ABD’si neden uydu kentler yapmaya girişmişti? Gayrimenkul piyasasındaki kriz, finans piyasasına nasıl sıçradı? 2008 krizinin farkı ne? Neden politik mücadele alanı şehirler olmak zorunda? Konvansiyonel örgütlenmeler neden artık işleyemez? Yeni proletarya kim? Bir şehir nasıl örgütlenir?
Bu akşam saat 18.00’de ‘Sermayenin Sınırları ve Antikapitalist Hareket’ başlığında Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde, çarşamba saat 17.00’de de Ankara’da, ODTÜ Kültür Kongre Merkezi’nde konuşacak olan Harvey’yi şehir turunda yakaladık. Boğaz’a şöyle bir baktıysa da onunkiler pek turistik gezi olmuyor. Benden sonra kentsel dönüşüm alanlarından Derbent’e gidecekti; Ankara planı Dikmen Vadisi… Derbent’teki piknikte dolma da varmış.
Bugünün gazetelerini önünüze serseydim, anaakım büyük gazetelerin en az yarısının elit, kaliteli, keyifli bir yaşam vaat edn site ilanıyla dolu olduğunu görecektiniz. Pazarları daha da coşuyor bu ilanlar. şaşırtıcı mı bu?
Hayır, hiç değil.
Uzaktan içinde Türkiye’nin geçtiği nasıl cümleler duyuyorsunuz daha çok? ılginiz itibariyle konut piyasasında yaşanan coşku mu, ifade özgürlüğü meseleleri mi, ne?
Bir süredir Türkiye’yi Avrupa’yla bağlarını zayıflatarak daha çok Ortadoğu’da bölgesel bir güç olarak tartışan bir eğilim var. Akademik dünyada bölgede sivrilen hegemonik bir güç olarak Türkiye’nin adı geçiyor daha çok. Ama tabii ki konut piyasasındaki çılgınlıktan haberim var.
Ekonomik krizler tarihini gayrimenkul piyasası üzerinden okuyan bir akademisyen olarak bugün bu ‘yaşam alanı’ ilanlarını gördüğümüz sayfalarda diyelim 5-10 yıl sonra ne tür haberler görebiliriz Türkiye’de?
İnşaat sektöründeki hızdan, mesela üçüncü köprü ve yeni yol planlarından haberdar oldukça aklıma ister istemez ıspanya’nın beş yıl önceki hali geliyor. Türkiye’nin sonu ıspanya gibi olacak demiyorum. Ama kuşkucu davranmamanın tehlikeleri var. Ekonomi bu kadar büyük ölçekli kamu yatırımlarıyla işler hale getirildiğinde, bunun bedelini kim ödeyecek? Verimliliğe nasıl bir katkı sağlayacak?
Neler olabilir peki?
Siz o binaları sıra sıra dikersiniz, satamazsınız, ulusal üretime hiçbir katkınız olmaz. Paranızı boşa harcamanın ötesinde, üzerine borçlanmaya başlarsınız. O borcu ödeyecek gelir yaratmazsanız devlet bütçesi allak bullak olur. ırlanda’da da böyle oldu, ıspanya’da da, Birleşik Devletler’de de. Beş yıl önce ıspanya’nın rakamlarına baktığımda bunun böyle gitmeyeceğini söylemiştim. Türkiye’de işler böyle gitmeyecek.
1929’daki Büyük Buhran’dan itibaren devletlerin, ‘ev yap, içini doldur’ formülünü krizden çıkmanın yolu olarak kullandığını söylüyorsunuz. Üstelik borçlu müstakbel ev sahipleri bir şeye isyan da etmiyor; grev falan da yapmıyor. Türkiye aslında büyük bir krize girmeden böyle bir kalkınma projesine sarıldı. Başbakan, ıstanbul’un eski belediye başkanlarından. Belediye başkanı kökenli siyasetçilerde çimento tutkusu başka türlü mü oluyor?
Bunun kesinlikle önemi var. Özellikle büyük ölçekli inşaat hamleleri çok hoşlarına gidiyor. Sadece konut da değil, borç finansmanını da ona göre düzenleyerek AVM’ler, iş gökdelenleri falan yapmayı da severler. ıspanya’da devasa kültür merkezleri, mega projeler yaptılar. Bir kısmı bayağı terk edilmiş durumda. ıstanbul’u küresel bir şehir yapmaya çalışıyorlar. Fakat kaç küresel şehir olabilir ki dünyada?
Bir şehri marka yapmaya, ‘satmaya’ yeltenirken, o şehri bozmak, kapitalist mantık içinde de çelişkili değil mi?
Bu sık düşülen bir hatadır. Biricik olan ne varsa onu korumak yerine, dünyanın her yerinde birbirine benzeyen binalar dikerler.
Büyük şehirlerdeki kentsel dönüşüm alanlarında mahalle düzeyindeki hareketlerin bir büyük harekete dönüşememesine nereden bakmak faydalı olur: Bunu bir aidiyet meselesi olarak mı almak lazım, bir siyaset, örgütlenme meselesi olarak mı?
Türkiye’deki durumu tam bilmiyorum. O mahallelerin kültürel tarihiyle ilgili olabilir. Ama duyduğum kadarıyla dönüşüm konusunda hükümetin gücü inanılmaz artmış. Önemli olan karar alma süreçlerini demokratikleştirebilmek. Brezilya, Bolivya gibi ülkelerde şehir düzeyinde kent hareketleri bu vesileyle olabildi. Bu zor ve ısrarlı bir çalışma gerektiriyor. şehrin büyüklüğünün de önemi var tabii. ıstanbul bir ülke kadar.
Geldiğiniz ilk gün mehter takımıyla uzun bacaklı jonglörlerin birlikte bir alışveriş festivalinin açılışını yapmasına şahit olmuşsunuz yanlışlıkla…
Absürd olduğunu söylemeliyim.
şu an kıyısında oturduğunuz Boğaz’ın kopyasının inşa edildiği bir site var desem şaşırır mısınız? Venedik seçeneğimiz de mevcut.
Yok, buna ‘şehirlerin Disneyleşmesi’ diyorum ben. şehri tema parklar şeklinde inşa etmek… Çin’de örneği çoktur. Bu günlere mahsus bir şehircilik anlayışı.
'Marx gerçekten iyi midir?'
Web sitenizdeki Marx’ın ‘Kapital’i okumaları videoları inanılmaz ilgi görmüş.
Buna gerçekten çok şaşırdım; 2 milyon tık aldık.
Özellikle son krizler sonrası Marx’ın retro pop bir figür olarak yükselişini nasıl görüyorsunuz?
Evet Marx’ın hatırlandığı doğru ama Birleşik Devletler’de hâlâ Marx popüler düzeyde konuşabileceğiniz biri değil. Sitede böyle bir iş yapmamızın nedeni gerçekten Marx’ın meramını hatırlatabilmekti. Britanya’da Marx’ı konuşursunuz da, ABD’de zor. Kapitalizmin eleştirisini iyi yapmak, onu değiştirme arzusu doğurur. Bir çırpıda olacak işler değil ama böyle bir umudum var.
Şaşırdığınız sorular oluyor mu?
Teşekkürün dışında en çok “Marx gerçekten iyi midir?”, “Eksikleri neler?” diye soruluyor. Bazı sorunları var, bunları da anlatıyorum zaten ama özellikle bugün dikkate almamız gereken o kadar derin bir öz de var ki…