*Dr. Mahfi Eğilmez
Diplomasi tarihimize ‘On Büyükelçi Olayı’ olarak geçmiş bulunan meselenin diplomasi ve siyaset yönü yeterince ele alındı, tartışıldı, yazıldı, çizildi. Kimileri gelinen aşamanın bir fiyasko olduğunu, kimileri de bir diplomatik başarı olduğunu vurguladı. Benim değinmek istediğim mesele bu diplomatik krizin ekonomide yarattığı etkiler. Çünkü bu konu uzun süredir dile getirdiğim ‘ekonomide toparlanma sağlamak için önce riskleri azaltmak gerekir, riskleri artırırsak ekonomi daha da bozulur’ şeklinde formüle edilebilecek olan tezimin doğruluğunun en açık örneklerinden birisini oluşturuyor.
Önce olayların gelişimini kronolojik olarak ele alalım:
18 Ekim 2021 günü on ülkenin (Kanada, Fransa, Finlandiya, Danimarka, Almanya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, İsveç ve Amerika Birleşik Devletleri) Ankara’daki Büyükelçileri ortak bir açıklama yaptılar. Büyükelçiler açıklamalarında özetle: ‘Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) bu husustaki kararları doğrultusunda Osman Kavala'nın derhal serbest bırakılmasının sağlanması için Türkiye'ye çağrıda bulunuyoruz’ ifadelerine yer verdiler. Bu ortak açıklamadan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Ekim günü yaptığı bir konuşmada: "Gerekli talimatı ben de Dışişleri Bakanımıza verdim. Ne yapması gerektiğini söyledim. 'Bu 10 tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz' dedim. Bunlar Türkiye'yi tanıyacaklar. Türkiye'yi bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler." Diplomatik girişimler sonrasında on Büyükelçi bu kez yeni bir açıklama yaparak Viyana Konvansiyonu’nun 41’inci maddesine riayet etmeye devam edeceklerini açıkladılar ve bu açıklama Türkiye tarafından tatmin edici bulununca kriz şimdilik çözülmüş oldu. Buna karşın başta ABD olmak üzere bu devletler Türkiye’nin AİHM kararlarına uygun davranmasını istemeye devam edeceklerini de açıkladılar. Bir başka ifadeyle kriz şimdilik çözülmüş gibi görünse de Türkiye bu konuda AİHM kararını uygulamadığı sürece yeniden ortaya çıkma potansiyeli taşımaya devam ediyor.
Şimdi yaklaşık bir hafta süren bu diplomatik krizin ekonomide yarattığı sonuçlara bakalım. Önce USD/TL kurunun bu bir haftadaki gelişimini ele alalım (Kaynak: https://www.bloomberght.com/doviz/dolar)
Türkiye bu tür krizlere alışık bir ülke, sıklıkla benzeri krizler yaşanıyor. Toplum, ‘kanıksanmış yanlış kararlar’ çerçevesinde bunu bir süre sonra sindirip ‘aldırmazlık zırhını’ kuşanarak yoluna devam ediyor. Bazen kriz tamamen çözülüyor, bazen bir şekilde erteleniyor, bazen de başka bir etkiler ortaya çıkıyor ve krizin etkisini siliyor. Örneğin Doların değer kaybetmesi söz konusu olursa bu krizin etkisi bir süre sonra kaybolur. Ne var ki ne şekilde atlatılırsa atlatılsın yaşanan krizlerin etkisi tamamen yok olmuyor, bir kalıntısı (risk kalıntısı) kalıyor. Yukarıdaki grafik bize bunu açık biçimde gösteriyor. Bu kur artışının ekonomiye etkileri ne olmuştur? En açık etkiyi bu bir haftada benzine gelen toplam 72 kuruşluk iki zamda görmek mümkündür. Benzin zammı taşımayı ve ulaştırmayı etkilediği için her şeyi etkiliyor kuşkusuz. Bu etkiler enflasyonu da artırıcı etkiler yaratacak. Bugün benzin zammının 25 kuruşluk kısmı geri alınacağı açıklandı. Bu durumda benzin fiyatlarında 47 kuruşluk artış kalıyor. İşte sözünü ettiğim ‘risk kalıntısı’ bu olayda bu şekilde ortaya çıkmış oluyor. Bir krizin etkisinin tamamen yok olması için toplumun benzer olayların bir daha yaşanmayacağına inanması gerekiyor.
Bu tür risklerden uzak durmak her zaman mümkün olmayabilir. Bazen ne kadar kaçınsanız da risk gelir sizi bulur. O durumda yapacak pek bir şey yoktur. Burada yapılacak şey gereksiz riskler yaratacak ortamdan kaçınmaktır. Üyesi olduğumuz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararını uygulasaydık On Büyükelçi krizi olmayacak, kur böyle yükselmeyecek, benzine de zam yapılması gerekmeyecekti. Aslında bu karar daha önce uygulanmış olsaydı zaten kur çok daha düşük düzeyde seyredecekti.
Ekonomiyi düzlüğe çıkarmak öyle sanıldığı gibi kolay bir iş değil. Buna karşılık bu işe nereden başlanacağı çok net bir biçimde belli: Riskleri düşürmekle işe başlamak gerekiyor. Bu tür riskleri düşüremediğimiz sürece faizi yükselterek ya da düşürerek elde edeceğimiz düzeltmeler hep geçici kalmaya mahkûm olacaktır.