Mahfi Eğilmez*
Bugünlerde en çok karşılaştığımız sorulardan birisi şu: Ekonomik veriler kötü ama piyasaya, sokaklara, eğlence yerlerine, tatil yörelerine baktığımızda öyle görünmüyor. Her yerde para harcayan insanlar var. Bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz?
Türkiye’de piyasalara ve insanlara baktığınızda iki farklı dünya görüyorsunuz: Toplumun büyük bölümü ya geçinemiyor ya da borç harç idare ediyor. Buna karşılık bir bölümü de üst düzey bir harcama eğilimi içinde görünüyor. Konut satışları geçen yıla göre biraz düşüş gösterse de hala çok yüksek görünüyor, otomobil satışları rekorlar kırıyor, kentlerdeki alışveriş merkezleri dolup taşıyor, trafik son derecede yoğun görünüyor, tatil yerlerinde yer bulunmuyor, salgın sonrası açılan lokantalar, kafeler dolmaya başlıyor, e-ticaret bütün zamanların en yüksek satışını yapıyor.
Örnek olarak otomobil ve hafif ticari araç satışlarını ele alalım. Aşağıdaki grafikte çubuklar son on yılın, mavi çizgi geçen yılın, turuncu çizgi de bu yılın aylık satış miktarını gösteriyor (Kaynak: Otomotiv Distribütörleri Derneği Haziran 2021 Otomobil ve Hafif Ticari Araç Pazar Değerlendirme Raporu)
Grafikten görülebileceği gibi geçen yılın Haziran ayından itibaren birkaç ay dışında satışlar on yıllık ortalamaların üzerinde, bu yılın ilk altı ayında ise geçen yılın ilk altı ayının oldukça üzerinde seyretmiş görünüyor. Lüks ve lüks üstü olarak sınıflandırılan otomobillerde satış miktarı ilk altı ayda (198.336) geçen yılın ilk altı ayına göre (141.139) yüzde 41’e yakın artış göstermiş durumda.
Resmi verilere baktığımızda Türkiye’nin GSYH’si 2013 yılında 951 milyar dolar, kişi başına ortalama yıllık geliri 12.480 dolardı. Bugün GSYH yaklaşık 750 milyar dolar, kişi başına gelir ise yaklaşık 9.000 dolar dolayında. Yani gelirlerimiz son yedi yılda yüzde 30’a yakın gerileme sergiliyor. Buna karşılık piyasa yukarıda değindiğimiz gibi son derecede canlı görünüyor.
Demek oluyor ki gelirlerimiz düştüğü halde birçok alanda talepte artış var ve ekonomi canlılığını koruyor. Bu çelişkili durum nasıl açıklanabilir?
(1) Enflasyondan kaçma çabası: TL’nin yabancı paralara karşı yaşadığı değer kaybı, bir başka deyişle sürekli karşılaştığımız kur artışı, fiyatları artırıyor ve enflasyonun daha da artacağı beklentisi yaratıyor. Bu durumda insanlar fiyatlar daha da artmadan bir an önce elindeki arabayı, beyaz ve kahverengi eşyayı, mobilyayı yenisiyle veya daha iyisiyle değiştirmeye çalışıyor. Hatta daha ileri giderek fiyatlar daha fazla artmadan dayanıksız tüketim mallarını da stokluyorlar.
(2) Negatif reel faiz izleniminin yarattığı tüketim artışı: Sokakta kimle konuşsanız enflasyonun açıklandığı gibi yüzde 17,5 değil en az yüzde 30 – 35 oranında olduğunu öne sürüyor. Hangisinin doğru olduğunun önemi yok, önemli olan insanların inandıkları enflasyona göre hareket etmeleri. Bu durumda açıklanan yüzde 17,5 dolayındaki enflasyona inanmadıkları için bankaların mevduata verdiği yüzde 18 - 19 dolayındaki faizi yetersiz buluyorlar ve zihinlerinde oluşan negatif reel faizli yatırım araçlarına yatırmak yerine paralarını gayrimenkul, otomobil, diğer mal ve hizmetlere ya da döviz veya altın alımına yöneltiyorlar.
(3) Kayıt dışı kazançların etkisi: OECD’nin tahminine göre Türkiye’de kayıt dışı ekonomi GSYH’nin kabaca üçte biri oranında ki bu yılda 250 milyar dolar eder. Bunların bir bölümü vergi dışı kalmış kazançlardan bir bölümü de kara para denilen uyuşturucu gibi yasa dışı, vergi dışı ve GSYH dışı kazançlardan oluşuyor. Bu tür paralar kolay harcanıyor (halk arasında ‘haydan gelen huya gider’ diye adlandırılan kategori.) Ayrıca bu paraları aklayarak ekonomiye sokabilmenin en kolay yolu lüks arabalar, lüks konutlar almak, lüks restoranlarda, barlarda en pahalı içkileri içerek en pahalı yiyecekleri yiyerek on binlerce liralık faturalar ödemekten geçiyor.
(4) Kayıt ve sistem dışı varlıkların tampon etkisi: Yukarıda değindiğimiz kayıt dışı kazançlar yıllık kazançları gösteriyor. Bir de yıllardır kayıt içinden veya kayıt dışı olarak elde edilmiş ve kayıt ve sitem dışına çıkarılmış varlıklar var. Bu varlıklar kabaca 300 milyar dolar değerinde altın (kabaca 5.000 ton) ve döviz olarak (yurtiçinde banka hesapları dışında veya yurtdışında kayıt dışı olarak) tutulduğu tahmin edilen yaklaşık 150 milyar dolar olmak üzere toplam 500 milyar doları buluyor. Bu varlıklara sahip olanlar işler kötü gittiğinde kendi varlıklarından kendilerine borç vererek şirketlerine para koyuyorlar. İşler düzelince o paraları, borcu geri öder gibi yapıp çıkarıyor ve yeniden varlıklarına ekliyorlar.
(5) Yabancıların getirdiği dövizler: Türkiye’ye yabancılar kanalıyla döviz girişi söz konusu. Borç ya da kredi dışında gelen dövizlerin bir bölümü gayrimenkul alımına geliyor olsa da bir bölümü nakit ve altın olarak giriyor. Yabancıların Türkiye’de gayrimenkul alımı eski yıllara göre hız kesmiş olsa da geçen yıla göre bu yıl artış var.
(6) Köprüler, otoyollar, hava limanları, kent hastaneleri gibi büyük kamu yatırımlarının yarattığı ekonomi: Bu yatırımlar toplumun sırtına borç yüklemiş olsa da buralarda çalışanların elde ettiği gelirleri harcamaları ekonomide canlılık yaratıyor. (7) Bunlara ek olarak salgının yarattığı ortamın da bazı etkileri var: Toplu taşımadan kaçınmak için krediyle araba alanların, evden çalışmanın avantajıyla yazlık konut alıp işini oradan yapanların yarattığı talep, bunlara örnek olarak verilebilir.
Türkiye’de gelir dağılımında 2019 yılında (son yayınlanan veri bu) 2018 yılına göre ciddi bir bozulma var. Bunu hem Gini Katsayısının 0,41’e yükselmesinden hem de nüfusun en zengin yüzde 20’lik bölümüyle en fakir yüzde 20’lik bölümü arasındaki farkın giderek açılmasından anlıyoruz. 2020 yılında salgının yarattığı etkiyle gelir dağılımındaki asıl bozulmayı büyük olasılıkla 2020 ve 2021 yıllarında göreceğiz. Bu bozulma sonucunda orta sınıfın bir bölümü zenginler kategorisine terfi ederken büyük çoğunluğu yoksullar kategorisine düşmüş durumda. Orta sınıftan geriye kalanlar da aslında tam anlamıyla bir orta sınıf değil, daha çok yoksul olmayanlar grubu. Bugün karşımızda üç grup insan görünüyor:
(1) Zenginler. Bu grup ikiye ayrılıyor: (a) Öteden beri zengin olan ve parası kayıt içinde olanlar. Bu grup öteden beri lüks yaşamını sürdürüyor ama bu yaşamı sergilemekten kaçınıyor. (b) Kayıt dışı kazançlarla sonradan zengin olanlar. Bunlar zengin olduklarını, sınıf atladıklarını çevreye kanıtlamak için sürekli lüks ve hesapsız harcama yapıyorlar.
(2) Orta halliler: Özel kesimde ve kamu kesiminde nispeten yüksek ücretlerle çalışanlar, serbest meslek sahipleri, küçük çapta işletme sahibi olanlar. Bu kesimin yıllık ortalama geliri toplumun ortalama geliri (9.000 Dolar/Yıl) dolayında bulunuyor. Bunlar zaman zaman çeşitli etkiler altında kredi kullanarak kendileri için nispeten lüks sayılabilecek harcamalar yapıyorlar.
(3) Yoksullar: Bunlar TÜİK’in açıkladığı yoksulluk sınırının altındakileri hatta biraz üstünde olanları da kapsayan bir grup. Bu grupta bulunanlar günlük yaşamlarını sürdürmekte zorlandıkları için çocuklarının eğitimini, ailenin sağlık sorunlarını çözemiyorlar ve ‘sadaka ekonomisi’ denilen yardımlarla yaşamaya çalışıyorlar. Aldıkları yetersiz eğitim bu grupta yer alan insanları, durumlarını kader olarak kabullenmeye, kendileriyle hiç ilgisi olmayan bir takım tuhaf yatırımlarla övünüp avunmaya itiyor.
Bugün geldiğimiz noktada bütün mesele bu yapıyı bu haliyle sürdürebilmenin mümkün olup olmadığında düğümleniyor. Şimdilik görünen o ki kayıt dışı kazanç trafiği kesildiği anda bu yapı alt üst olacak.