Mahfi Eğilmez*
Rusya ile yapılan karşılıklı görüşmelerde gündeme gelen konulardan birisi de Türkiye ile Rusya arasındaki ticaretin Dolar yerine Ruble ve TL kullanılarak yapılmasıydı. Birçok kişi buradan giderek bazı senaryolar üretti ve iki ülke arasında bu yola gidilmesiyle iki ülkenin de dolar ihtiyacının azalacağını öne sürdü. Bazıları biraz daha ileri giderek bu adımın Doların tahtının devrilmesine katkı yapacağına kadar vardırdı işi. Olayın aslını ve ayrıntısını analiz ederek aydınlatmaya çalışalım.
Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret ilişkisi yıllar itibariyle şöyle bir görünüm çiziyor:
İniş ve çıkışların yaşandığı yılları bir kenara bırakıp da bakarsak normal bir yılda Türkiye’nin Rusya’ya 6 milyar Dolar, Rusya’nın da Türkiye’ye 25 milyar Dolar ihracat yaptığını ve dolayısıyla Türkiye’nin, Rusya’ya karşı yılda yaklaşık 19 milyar Dolar dolayında dış ticaret açığı verdiğini görebiliriz.
Türkiye ve Rusya, IMF’nin anasözleşmesindeki VIII. Madde kapsamındaki ülkeler statüsündedirler. (Bu statü, sermaye hareketlerinin serbestliğini kabul etmiş ülkelerin yer aldığı statüdür. Bu statüye giren ülkelerin merkez bankaları, kendi ülkelerinin parasını kendilerine getirenlere istedikleri dövizi vermeyi taahhüt etmiş olmaktadırlar. Sermaye hareketlerinin serbestliği bu demektir. Eskiden konvertibilite bir paranın sorunsuz olarak altına dönüştürülebilmesi anlamına gelirken günümüzde konvertibiliteden anlaşılan kendi parasını başka paraya sorunsuz çevirme taahhüdü olmaktadır. IMF anasözleşmesinin IV. Maddesi statüsünde bulunan ülkelerin böyle bir taahhüdü yoktur. Bu taahhüdün verilmesinin yani VIII. Madde statüsüne geçmenin yararı yabancı sermayenin ülkeye daha rahat gelmesini sağlamaktır.) Bu durumda Ruble ve TL, günümüz ölçülerinde konvertibl paralardır.
Ne var ki konvertibilite, bu paraların uluslararası işlemlerde kabul edilmesine yetmemektedir. Bunun gerçekleşebilmesi için paraların ayrıca rezerv para statüsünde olmaları yani kendi ülkeleri dışındaki ülkelerin alış verişlerinde kullanılması gerekmektedir. Bir paranın rezerv para statüsünde olup olmadığını anlamanın en kestirme yolu, söz konusu paranın dünyadaki çeşitli merkez bankalarının rezervlerinde bulunup bulunmadığına bakmaktır. Bu çerçevede USD ve Euro birinci derecede rezerv para konumundayken, Yen, Sterlin ve İsviçre Frangı da ikinci dereceden rezerv para konumundadır. Bu çerçeveden bakılınca Ruble ve TL rezerv para konumunda değildir.
Paraları rezerv para konumunda olmayan iki ülke arasındaki ticaretin kendi paralarıyla yapılabilmesi iki ülkenin birbirine olan ihracat ve ithalatının eşit ya da çok yakın tutarlarda olması gerekir. Türkiye'nin Rusya'ya ihracatı 6 milyar dolar, Rusya'dan ithalatı 25 milyar dolar. Toplam 31 milyar dolarlık bu ticaretin en fazla 6 milyar dolarlık kısmı TL ve Ruble ile olabilir. Esasen bu miktar için paraya bile ihtiyaç yoktur. Türkiye 6 milyar Dolarlık mal satıp karşılığında aldığı 6 milyar Dolarla Rusya’dan mal aldığında 6 milyar Dolar Rusya’ya geri dönmüş ve sadece mallar değişilmiş olur. Dolayısıyla bu miktarı Dolar yerine Ruble veya TL ile yaparak Dolar ihtiyacı azaltılmış olmaz. Biz Rusya'ya 6 milyar dolarlık mal satıyoruz. Rusya bize karşılığında 6 milyar dolar veriyor. Sonra biz Rusya’dan 6 milyar dolarlık mal alıyoruz. Ve karşılığında Rusya'ya, Rusya’dan aldığımız 6 milyar doları ödüyoruz. Yani burada aslında 6 milyar dolar sadece bir ödeme kolaylığı sağlamış oluyor. Aslında bu 6 milyar dolarlık kısım bir çeşit mal takası yapılmış gibi oluyor. Tabii çok sayıda farklı alıcı satıcılar olduğu için araya paranın (6 milyar dolar) girmesi şart ama işin aslı mal takası gibi.
Buna karşılık Türkiye ithalat ihtiyacından kalan 19 milyar dolarlık kısmı Rusya'dan Dolarla ya da başka bir rezerv parayla almak zorundadır. Çünkü TL ile alsa Rusya o 19 milyar dolarlık TL'yi hiçbir yerde kullanamaz. Mesela Almanya’dan yapacağı ithalatta TL veremez. (Diyelim ki verdi. Alman ihracatçının bankası bu kadar TL’yi almak için 1 Euro = 3,30 TL kurunu birden mesela 1 Euro = 15 TL’ye çıkarır. Çünkü o da o TL’leri birisine satmak zorunda kalacaktır.)
Tersini düşünün. Yani biz Rusya'ya 25 milyar dolarlık mal satıyoruz, Rusya da bize 6 milyar dolarlık mal satıyor. Ve Rusya bizden aldığı bu 25 milyar dolarlık mal karşılığında bize Ruble ile ödeme yapmak istiyor. Biz bunu kabul eder miyiz? Diyelim ki ettik. Aldık 25 milyar dolar karşılığı Rubleyi. Bunun 6 milyar dolarlık kısmını yine Ruble olarak Rusyadan aldığımız mallar karşısında Rusyaya ödedik. Kaldı elimizde 19 milyar dolar karşılığı Ruble. Bunu ne yapacağız biz? Almanya'dan aldığımız mallar karşılığında Almanlara Euro yerine bu Rubleleri versek alır mı Almanlar? Rusya için de durum budur.
Diyelim ki karşılıklı Ruble ve TL ile işlemler yapıldı ve bizim ihracatçının elinde 100.000 Ruble, Rus ihracatçının elinde de 100.000 TL kaldı. Bir dahaki ihracatları için de daha önlerinde 3 ay var. Bu iki ihracatçı ne yapacak? 3 ay bekleyip her gün Ruble ve TL’nin Dolara karşı değer kazanıp kaybetmesini mi izlerler yoksa ellerindeki bu paraları götürüp bankalarına vererek Dolara çevirmeye mi çalışırlar? Dolara çevirmeye çalışırlarsa her iki para da değer kaybeder. Yani Dolara ihtiyacı azaltalım derken tam tersi olabilir.
Sonuç olarak konvertibl ama rezerv olmayan iki parayı esas alarak kurulacak dış ticaret ilişkileri eninde sonunda ihracatı düşük olanın ihracat tutarıyla sınırlanır.
Not: Rusya ile Çin arasında Ruble ve Yuan (Renminbi) konusunda benzer bir anlaşma yapıldığı ve bu anlaşmanın sorunsuz işlediği ileri sürülebilir. Çin de IMF Anasözleşmesinin VIII. Maddesi kapsamındadır ve dolayısıyla Yuan da Ruble ile TL gibi konvertibl paradır. Ama henüz o da rezerv para statüsünde değildir (olması için geriye sayım başlamıştır.) Çin ve Rusya arasındaki ticarette Ruble ve Yuan kullanımının başarıyla uygulanmasının nedeni her iki ülkenin birbirine ihracatının çok yakın tutarlarda olmasındandır.
Bu yazı mahfiegilmez.com'dan alınmıştır