Dr. Mahfi Eğilmez
Türkiye’de enflasyonda son bir buçuk yılda hızlı bir artış yaşandı. Buna karşılık talep canlı kalmaya devam etti. Ekonominin belki de en geçerli yasalarından birisi olan talep yasasına göre, düşük mal olarak nitelenen mallar hariç tutulursa, fiyatı artan mala yönelik talebin düşmesi gerekir. Oysa Türkiye’de tam tersi oluyor: Fiyatlar hızla arttığı halde fiyatı yükselen mallara yönelik talep de artıyor. Çelişkili gibi görünen bu durumu açıklamak için iki değişkene yakından bakmamız gerekiyor: Enflasyon ve faiz. Mevcut enflasyon oranı resmi verilere göre yüzde 85, buna karşılık bankaların mevduata verdiği faiz yüzde 20 dolayında. TCMB’nin piyasa katılımcıları anketinde 12 ay sonrası (Kasım 2023) için beklenen enflasyon oranı yüzde 37,5. Bunu eğer genel beklenti olarak kabul edersek reel faiz [(1 + Nominal Faiz) / (1 + Beklenen Enflasyon) -1 =] yüzde eksi 12,7 çıkıyor. Bu durumda bankaya mevduat yapmak satın alma gücü kaybı yaratacağı için büyük tasarruf sahipleri gayrimenkul alımına, borsaya, otomobillerini yenisiyle değiştirmeye yönelirken, bunları alma imkânı olmayan küçük tasarruf sahipleri ileride daha da artacağını düşündüğü malları satın alıp stoklamaya ve eğer kısmen borsaya yöneliyor. Özetle Türkiye’de ortaya çıkan bu faiz enflasyon tutarsızlığı nedeniyle bir çeşit paradan kaçış süreci yaşanıyor ve bu süreç enflasyonu da körüklüyor. Olayı analiz edemeyenler, piyasada ekonomisinde hiçbir değeri olmayan ‘fahiş fiyat’ söylemine inanarak hep birlikte marketleri suçlamaya yöneliyor.
Son döneme kadar tasarruf sahiplerinin bir bölümü anaparayı korumak için döviz alımına da yöneliyordu, bankaların döviz mevduatı tutması cezalandırılmaya başlayınca bankaların müşterilerini farklı alanlara yönlendirmesi sonucu dövize talep eskisine göre düştü.
Faiz yükseldikçe tahvile yönelik talep artarken borsaya yönelik talep düşer. Bizde faiz, enflasyonun çok gerisinde olduğu için tahvil ve bonoya yönelik kişi ve şirket talebi yok denecek kadar düşük kalıyor. Buna karşılık bankalar, açtıkları kredilerle tahvil alımları arasında mevzuatla kurulan zorunlu bir ilişki nedeniyle düşük faizli olmasına karşılık bu tahvilleri almak zorunda kalıyorlar. Bir başka deyişle satılıyor görünen düşük faizli tahviller, tümüyle ‘baskı altında oluşmuş talepten’ kaynaklanıyor.
Faizlerin, enflasyonun çok altında kalması sonucu gerçek kişiler ve şirketler fazla fonlarını borsaya yatırmayı tercih ediyor. Son dönemlerde borsada ortaya çıkan normal dışı yükselişler tümüyle bu ‘yönlendirilmiş talepten’ kaynaklanıyor. Bir derenin yatağını değiştirmek için önüne bir duvar yaparsanız dere başka tarafa doğru akmaya başlar. Aşağı yukarı borsada olan budur. Borsayı hiç düşünmemiş olanlar bile faizden getiri elde edemeyeceğini, anaparasını koruyamayacağını görünce tasarrufunu hisse senetlerine yatırmaya yöneliyor ve o nedenle hisse senetlerinin değerleri ve dolayısıyla BIST 100 endeksi fırlayıp gidiyor.
Bu zorlama ekonomi politikası şimdilik tüketim ağırlıklı büyümeye ve istihdama destek oluyor gibi görünse de başta gayrimenkul ve borsa olmak üzere çeşitli alanlarda balonlar oluşmasına yol açıyor.
Böyle bir ortamda ‘borsa rekorlara doymuyor, demek ki ekonomi iyi gidiyor’ demek gerçekçi değil. Günü gelip de faiz enflasyon düzeyine çıkarılmak zorunda kalınınca o rekorlara doymayan borsadaki hisse değerleri ve gayrimenkul fiyatları bu kez çöküşlere doymaz hale gelecek.