Karar yazarı Etyen Mahçupyan, olağanüstü hâl (OHAL) kapsamında çıkarılan 696 sayılı kanun hükmünde kararnamede (KHK) ile tutuklulara getirilen tek tip kıyafet uygulamasını eleştirdi. Belirli sosyolojik grupların, kamuoyunun önüne belirli renklerle çıkmasının onları "yabancı" ve "zararlı" unsurlar olarak tanıtılıp benimsetilmesi anlamına geleceğini ifade eden Mahçupyan, "ABD’nin ideolojik öteki ilan ettiği Müslümanları Guantanamo üzerinden sosyolojik olarak aşağılaması gibi, Türkiye de kendi ideolojik ötekilerini sosyolojik aşağılamanın peşinde… ABD’den esinleneceğimiz şey herhalde bu olmamalıydı" dedi.
Etyen Mahçupyan'ın Karar gazetesinde "Tek tip elbise" başlığıyla yayımlanan yazısı (26 Aralık 2017) şöyle:
Öncesinde herhangi bir talep veya tartışma yokken, Erdoğan’ın bir sözüyle gündeme gelerek yasalaşan değişikliklere bazı hükümlü ve tutukluların kıyafetleri de eklendi. Son KHK’nın bir maddesi ‘Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a bir ekleme yaparak Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar nedeniyle tutuklu veya hükümlü bulunanlara, duruşmaya sevk nedeniyle ceza infaz kurumu dışına çıkarılmaları halinde, kurumun onlara vereceği giysileri giyme zorunluluğu getirildi.
***
Fikir ilk ortaya atıldığında muhafazakar kesimden birçok kişi bunun doğru bir adım olmayacağına, Türkiye’yi pek de makbul olmayan ülkeler sınıfına iteceğini öne sürmüştü. Akla ilk gelen örnek bazı diktatörlüklerdekiler dışında ABD’nin Guantanamo pratiğiydi. Yığınla insanın, kimin suçlu kimin masum olduğu anlaşılmadan, hatta buna itina gösterilmeden enterne edildiği, işkence altında tutulduğu ve insanlık düzeyini hayli düşüren uygulamaların toplumsal görünürlüğünün engellendiği bir pratik… ABD devleti bu kişilerin toptan ‘terörist’ olduğu izlenimini yaratarak söz konusu tasarrufu meşrulaştırmaya çalışmış ve bu bağlamda kıyafeti sembolik bir aşağılama aracı olarak kullanmıştı. Öyle ki Guantanamo’da tutulmakta olanların giydiği turuncu kıyafetler insanların gözünde onları giderek kendiliğinden ‘terörist’ kılmaya başladı. Medya ve istihbarat teşkilatının ürettiği yarı doğru veya yalan dedikodu haberciliği ile ayarlı dozda desteklenen bu izlenim sayesinde, ABD yönetimi insan hakları ihlallerinde çok ileri gitmekle kalmadı, yapılanları ‘milli menfaatler’ kisvesi altında hala büyük ölçüde gizli tutmaya devam ediyor ve hesap vermekten kaçabiliyor.
Kıyafetin gücünü bizler de iyi biliriz. Osmanlı’da belirli dönemlerde Gayrımüslimlerin şapka ve ayakkabıları zorunlu olarak belirli renklere sahipti ve böylece onları kendi içlerinde de ayırmak mümkün olmaktaydı. Atatürkçü modernleşmenin ‘bazı kisveleri’ yasaklayarak şapkayı mecbur etmesi, ardından gelen başörtüsü alerjisi de hem bu geçmişin izini taşıyor hem de Cumhuriyet kadrosunun ve laik cemaatin farklılıkları kamusal alanın dışına itme hevesini gösteriyor. İster bazı giysileri zorunlu kılmak ister yasaklamak olsun, temel bakış kıyafet üzerinden bazı toplumsal grupların ‘ikincil’ ya da ‘aşağı’ kılınmak istenmesidir.
Aynı olayın bazı suçlulara uygulanması o denli itici gözükmeyebilir. Hele son düzenlemede olduğu üzere ‘cebir veya şiddet kullanarak’ anayasal düzeni değiştirmeye, hükümeti devirmeye, Meclisi ortadan kaldırmaya ve silahlı isyana yeltenenlerin diğer mahkumlardan farklı bir konumda olmalarını ilk bakışta doğru bulabiliriz. Böyle bir uygulama yüreğimizi soğutabilir, mağdurların acısını bir miktar azaltabilir…
Ancak bu muameleye reva görülecek kişilerin en azından yargılama sürecinden geçerek mahkum olmuş olmaları gerekir. Henüz tutuklu safhasında, yani suçlu olup olmadığını bilmeden zanlılara tek tip kıyafet giydirmek, onları kişiliksizleştirmek, öznel hikayelerinin duyulmasını önlemek, hepsini kamuoyu nezdinde baştan suçlu ilan etmek demektir. Bireysel suçlulara badem kurusu, örgüt kuranlara gri giysiler vererek insani ve adil bir adım atılmış olmuyor… Örgütlülüğü tarif edemeyen ve kimin örgütlü olup olmadığını tanımlamakta zorlanan bir adalet mekanizması varken, henüz mahkeme sonuçlanmadan insanlara belirli kıyafetler giydirerek onları ‘terör örgütü’ kapsamına sokmak ayaklarına manevi zincir bağlamak anlamına gelir.
***
Bunun sonucu ‘adaletin tecellisinden’ hareketle bazı mahkumların kamuoyu önüne belirli renkte giysilerle çıkması olmayacak. Belirli sosyolojik grupların o giysiler sayesinde kamuoyuna ‘yabancı’ ve ‘zararlı’ unsurlar olarak tanıtılıp benimsetilmesi olacak. ABD’nin ideolojik öteki ilan ettiği Müslümanları Guantanamo üzerinden sosyolojik olarak aşağılaması gibi, Türkiye de kendi ideolojik ötekilerini sosyolojik aşağılamanın peşinde… ABD’den esinleneceğimiz şey herhalde bu olmamalıydı…