Karar yazarı Etyen Mahçupyan, "Medeniyet çıtasının neresindeyiz" başlıklı yazısında İsveç Başbakanı Stefan Löfven'e ait olduğu iddia edilen "Erdoğan ile söz düellosuna girmek gibi bir niyetim yok. Zira karşı karşıya olduğumuz şey örgütlü bir cehalet ve ben bununla baş edebilecek alt-kültürel bir donanıma sahip değilim. Açıkçası Avrupa olarak son 70 yıldır böyle bir olgu ile karşılaşmamıştık" ifadesi üzerinden hükümetin dış politikasını eleştirdi. "İsveç Başbakanı’na ‘milli’ bir tepki gösterebiliriz; ancak nasıl göründüğümüz ve algılandığımıza ilişkin açık sözlü davrandığını da teslim etmeliyiz" diyen Mahçupyan, sözlerine "Türkiye o tahakküm kabuğunu AK Parti sayesinde yırttı, ama maalesef şimdi daha evrensel bir medeniyet çıtasının altında kalma ihtimali ile karşı karşıya" diye devam etti.
Lövfen'e ait olduğu ileri sürülen açıklama, 10 Ağustos 2017'de sosyal medya kullanıcıları tarafından dolaşıma sokulmuştu. Bahsi geçen "eleştiri"lerin kaynağı olarak gösterilen Svenska Dagbladet isimli gazeteye verilen röportajda ise, alıntılanan ifadelerin yer almadığı görülmüştü. Sosyal Demokrat Partisi yetkililerince yapılan açıklamalarda, söz konusu ifadelerin "uydurulduğu" belirtilmişti.
Teyit.org'un "İddia: İsveç Başbakanı Stefan Löfven'in Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki sözleri" başlıklı haberinde de "Doğrulama yapan bağımsız gazeteci Jack Werner yaptığı inceleme sonucunda, Löfven’in buna benzer bir röportajı olmadığı ve muhtemelen bu yazılanların uydurulduğunu ifade etti. Ayrıca kullanılan dilin de Löfven’in diliyle benzerlik taşımadığına değindi" ifadesi yer almıştı.
Etyen Mahçupyan'ın bugün (17 Ağustos 2017) yayımlanan yazısı şöyle:
Avrupalıların bize bakışını yıllar boyunca ‘oryantalizm’ olarak tanımladık ve bu tespitte çoğunlukla haklıydık. İnançla dünyevi hayat ve siyaset arasında geniş bir kamusal alan üretmiş olan Batılıların, Müslüman dünya karşısında kendilerini daha ‘ileri’ görmelerinde şaşılacak bir şey yoktu. Nitekim Osmanlı tarihinin son dört yüz yılında Batı uygarlığının becerilerine övgü metinleri yazıldı veya oradaki kurumlar ve uygulamalar doğrudan taklit edilmeye çalışıldı. Ancak aynı Batılıların bizim dünyamızın kendine has bütünselliğini ‘anlama’ konusunda fazlasıyla yüzeysel kalmalarına ve anlamadıkları boyutları ‘gerilik’ olarak görmelerine de haklı tepki duyduk.
***
Küreselleşme dönemlerinin bu anlama zorluğunu gidermesi gerekirdi ama İslam’la ilgili ideolojik takıntılar engelledi. Ta ki AK Parti’nin ilk on yılına tekabül eden son döneme kadar. İlk kez Batılılar Türkiye’nin otoriter bir laiklik regülasyonuna mahkum olmadığını, muhafazakârlar eliyle demokrasinin inşa edilebileceğini gördüler. Özellikle Avrupa bu dönemde hararetli bir Türkiye taraftarı oldu. Kendisi ‘yumuşak güce’ sınırlı bir oluşum olduğu için, Türkiye’nin Müslümanlıkla demokrasiyi hiçbir zorlamaya gerek kalmadan bütünleştirmesinden ve diğer İslami toplumlar için bir model oluşturmasından fazlasıyla memnun oldular.
Beklenti Türkiye’nin bu yolda ilerleyeceğiydi. AB üyesi olması konusunda tereddütler vardı ama artık ‘kültürel’ farklılık değil, ülkenin nüfusu ve AB içinde elde edeceği ağırlık konuşuluyordu. Avrupa’da yabancı düşmanlığı artarken, AB bürokrasisi ve büyük ülkelerin hükümetleri Türkiye’ye daha da yakınlaşma çareleri aramaktaydı. Ne var ki AK Parti’nin ‘ustalık’ dönemi ve esas olarak 2016 başı itibariyle her şey tersine döndü. AK Parti’nin lider etrafında güç temerküzünü kabullenmesinin ardından, darbe girişimine tepki olarak OHAL rejimi yerleşti, basın üzerindeki mahalle baskısı yoğunlaştı ve nihayet kuvvetler ayrılığı ilkesini ihlal eden bir cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi. Diğer deyişle yargıya müdahale imkanı açıldı ve parlamento etkisizleştirildi.
Adil yargılanmanın olmadığı kanaati yerleşirken, buna Erdoğan’ın ‘üst akıl’ veya ‘dış mihraklar’ söylemi de eklendi ve Batılıların Türkiye karşısında hareket alanı iyice daraldı. O noktadan itibaren bir ‘mesafe alma’ stratejisi izlemeye başladılar. Alman şirketlerinin sorgulanması olayından sonra ise doğrudan yaptırım arayışlarına girdiler. AB bürokrasisi halen Türkiye ile ilişkileri koparmamaya çalışıyor ama temel tespitlerde aynı noktadalar…
Anlaşılmasında yarar olan konu, bu gerilimin eski ‘oryantalizm’ klişelerinin çok uzağında olmasıdır. Avrupa Türkiye’nin Avrupalı olabileceğini gördü… Dolayısıyla bugünkü durumu Türkiye’nin Avrupalı olmak istememesi olarak yorumluyor ve çıtayı yüksek tutuyor. Almanya Dışişleri Bakanı’nın “Türkiye yolunu seçmeli” çıkışı bu sabırsızlığı yansıtıyor.
***
Ancak mesele sadece bir gerilimin yaşanması değil. Avrupa’nın ‘bizimle’ ilgili yepyeni bir değerlendirmeye doğru ilerlemesi… İsveç Başbakanı şöyle demiş: “ Erdoğan ile söz düellosuna girmek gibi bir niyetim yok. Zira karşı karşıya olduğumuz şey örgütlü bir cehalet ve ben bununla baş edebilecek alt-kültürel bir donanıma sahip değilim… Açıkçası Avrupa olarak son 70 yıldır böyle bir olgu ile karşılaşmamıştık.”
İsveç Başbakanı’na ‘milli’ bir tepki gösterebiliriz… Ancak nasıl göründüğümüz ve algılandığımıza ilişkin açık sözlü davrandığını da teslim etmeliyiz. Şu anki Türkiye görünümü Avrupa için ‘yeni’… Yani oryantalizmin konusu değil. Türkiye o tahakküm kabuğunu AK Parti sayesinde yırttı, ama maalesef şimdi daha evrensel bir medeniyet çıtasının altında kalma ihtimali ile karşı karşıya…