Alev Scott*
Çeviri: Özge Kelekçi, Ceren Gülbudak
Haziran ayında AKP’nin yürütmedeki çoğunluğunu beklenmedik biçimde elinden alan partinin eş başkanı olarak Figen Yüksekdağ bugün Türkiye’deki en önemli politikacılardan biri. Küresel Cinsiyet Ayrımı Endeksi’nde 136 ülke arasında 120. sırada yer alan Türkiye’de, Yüksekdağ HDP’nin cinsiyet eşitliğine adanmışlığının sembolleşmiş hali. HDP’deki tüm pozisyonlar bir kadın ve bir erkek tarafından yürütülüyor, dolayısıyla Yüksekdağ’ı “göstermelik” olarak tanımlamak komik olur.
Türkiye'nin güneydoğusunda bir sokak gösterisinde gözaltına alındığı 17 yaşından başlayarak üç yıl önce kurulan HDP'nin eş başkanı olana kadar geçen onlarca yıllık aktivizm hayatında, politikanın her türlü aşamasında rüştünü ispatladı. Yüksekdağ aynı zamanda "Margaret Thatcher'in ucuz bir kopyası" olarak görülen -Türkiye'nin ilk ve tek kadın başbakanı- Tansu Çiller'in imajını tamamen yerle bir eden tarzda bir politikacı. Yüksekdağ'ın kimsenin ucuz bir kopyası olmadığını söylemek oldukça yerindedir.
Türkiye, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdogan tarafından ilan edilen ve 1 Kasım'da gerçekleştirilecek erken seçime kilitlenmişken, HDP'nin meclisteki varlığını sürdürmek ve AKP'nin yürütmedeki çoğunluğunu yeniden kaybettirmek için verdiği savaşta Yüksekdağ en ön cephede yer alıyor. Ancak yine de Figen Yüksekdağ Türk medyası tarafında fiilen yok sayılıyor. Hükümet yetkililerinin ve Erdoğan'ın bizzat kendisinin "terörist propaganda" yapmakla suçladığı ve büyük TV kanallarının HDP'ye uyguladığı boykot nedeniyle çok az yer bulan kendi eş başkanı Selahattin Demirtaş'tan bile daha az yer bulabiliyor Yüksekdağ. Bu boykotun görünürdeki nedeni, partinin PKK -Kürt militan grubu- ve Türk hükümeti arasında 40 yıllık çatışmaya son vermek için başlatılan ancak şimdilerde durdurulmuş olan barış sürecini ve Kürt halkının haklarını çok fazla dile getirmesi. Kinik neden ise HDP’ye karşı yürütülen halkla ilişkiler -PR- savaşı.
İktidarın merkezsizleştirilmesini ve azınlık haklarını savunan HDP, haziran ayında yüzde 13’lük bir oy oranıyla meclise fırtına gibi girdi ve Türkiye’nin yüzde 10 gibi eşsiz biçimde yüksek olan temsiliyet barajını yerle bir etti.. "Bu sonuç" diyor Yüksekdağ “yakın siyaset tarihinin en heyecanlı, en umutlu anıydı, belki de hayatımın en mutlu anıydı”.
O zamandan bu yana Türkiye, Yüksekdağ’ın net bir biçimde “savaş” olarak tanımladığı Türk silahlı güçleriyle PKK arasında çatışmanın yeniden alevlenmesine, Türkiye tarihin en büyük terör saldırısına ve HDP üyeleriyle binalarına yönelik fiziksel saldırılara tanık olduğu sürece girdi. Eğer 1 Kasım’da HDP yüzde 10’dan daha az oy alırsa, Yüksekdağ’a göre “en kötü sonuç” ortaya çıkacak ve AKP yürütmedeki çoğunluğu kesin olarak kazanacak.
Yüksekdağ’la partisinin Tarlabaşı’ndaki genel merkezinde buluştum. Uyuşturucu satıcıları ve göçmenlerin yerleştiği harabelerin ortasındaki Tarlabaşı’nda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkent Ankara’daki bin odalı “Ak Saray”ı ile insanı güldürecek derecede benzemeyen bir genel merkezde buluştuk. Yüksekdağ, Türkiye’nin Kürt bölgelerinden (milletvekili olarak seçildiği Van da dahil olmak üzere) Avrupa’ya kadar pek çok yere ulaştığı bir seçim kampanyasının ortasındaydı. Bu kampanya 10 Ekim’de, Ankara’da aralarında HDP üyelerinin de bulunduğu 102 barış aktivistini katleden canlı bomba haberinin gelmesiyle birlikte kesintiye uğramıştı. HDP seçimlere kadar tüm mitinglerini iptal etti ancak Yüksekdağ ve Demirtaş tüm ülke çapında gençlikle ve azınlık gruplarıyla bir araya gelmeyi sürdürüyorlar.
Hummalı çalışmanın son haftasına girmişken, Yüksekdağ sakin ve düzenli görünüyordu; AKP’nin 7 Haziran seçimlerine tepkisini çayını yudumlarken anlatıyordu.
“AKP gerçekten panikledi. Demokrasinin gitgide güçlendiğini gördüler –aslında 7 Haziran, demokratların demokrasi karşıtlarına karşı zaferi için bir ilham olabilirdi. Bu savaşı, bunu durdurmak için başlattılar.”
Yüksekdağ’a göre, bu yaza damgasını vuran şiddet olayları –şok yaratacak derecede gevşek olan güvenlik önlemlerinden faydalanan IŞİD’li şüphelilerin gerçekleştirdiği düşünülen Ankara’daki patlamalar da dahil olmak üzere- HDP ve partinin destekçilerine bir gözdağı vermek çabasında hükümet tarafından kışkırtılmıştı.
“AKP insanları HDP ile PKK’nin bir ve aynı olduğuna ikna etmeye çalıştı. Ancak halklar buna inanmadı."
Bu konuda onunla tamamen aynı fikirde değilim –pek çok milliyetçi Türk buna inanmakta, hem de AKP’nin cesaretlendirmesi olmasa da. Ancak HDP’nin bağımsızlığına dair hala şüphe duyanlar için Yüksekdağ’ın kendisi partisinin etnik objektifliğinin en ikna edeci ve somut kanıtlarından olduğunu da belirtmek gerekiyor. Pek çok Türk ve hatta HDP üye ve destekçilerinin çoğu onun Kürt olduğunu varsayıyor ya da en azından Alevi olduğunu düşünüyor (örneğin diğer eş başkan Demirtaş Zaza bir Kürt).
Yüksekdağ, “klasik manada” bir Türk, Adana’nın kırsal bölgesinde Sünni bir işçi ailenin 10 çocuğundan dokuzuncusu. Solla hiçbir ilişkisi olmayan ailesi, genç yaşlarda sosyalist eylemlere katılmasına da karşı çıkmış.
“Bir süre benim eylemlerimi kabul etmediler. Erkek bir politik alanda ve aileme karşı aynı anda mücadele etmek zorundaydım. Ancak sonunda, benim adanmışlığımı, bağlılığımı gördüler ve beni desteklemeye başladılar –sadece düşünsel olarak da değil üstelik. Benim için aktif olarak kampanya yürütüyorlar şimdi.”
"Savaşa rağmen barış, her şeye rağmen umut"
Yüksekdağ'ın adı Ankara bombalarıyla alakalı bir olayda daha anıldı. Partisi 11 Ekim'de gerçekleştirilmesi planlanan bir mitingi büyük oranda güvenlik kaygılarına dayanarak önceden iptal etmişti. Babası ise haberi duyunca mitingi iptal etmemelerini söylemiş, "seni korkuttuklarını düşünmesinler" diyor kızına. Sevgiyle gülümsüyor Yüksekdağ: "İşte Adanalılık budur."
Yüksekdağ kesinlikle bir savaşçı ancak onun savaşçı ruhu şu anda, tam da Türkiye’nin politik tarihinin bu kritik aşamasında, en derinden barışa bağlanmış durumda. Diyor ki, Haziran’ın başından bu yana 500 HDP üyesi ve destekçisi öldürüldü.
“Umudumuzu elimizden almaya çalışıyorlar. Ancak HDP Türkiye’nin geleceğidir ve hala büyümeye çalışan bir çocuktur. Geleceğimizi 500 insanımızı katlederek yok edemezler. Tam da bunun için partimizin seçim videosunda ‘inadına’ sözcüğünü bu kadar tekrarlıyoruz, 'savaşa karşı inadına barış, inadına umut.' "
Yüksekdağ, özel alanda kamusal alanda olduğundan çok daha etkileyici; bir yandan hükümetin taktiklerini incelikle değerlendirirken, politikanın üçkağıda dayanan yanlarıyla da dalga geçiyor. Sohbetimiz AKP'nin kampanya posterine geliyor, çocuk doğuran kadınlara hali hazırda var olan yardımlarına ek olarak para ödeneceğini (ilk çocuk için 300 TL, ikinci çocuk için 400 TL, üçüncü çocuk için 600 TL) vaat eden kampanyaya... İkimiz de bunun absürdlüğüne gülüyoruz, ben de AKP'nin bu vaat karşılığında kadınlardan oy alıp alamayacağını soruyorum.
"Bir kısım kadın tabii ki oy verecek," diye yanıtlıyor beni. "Türkiye'de pek çok kadın bir anne ya da eş olarak rollerinin dışına çıkabilme umudunu hissetmiyorlar ve AKP onlara bunun için ne kadar az olsa da para teklif eden ilk parti. Minnettarlar."
Yüksekdağ AKP'nin kampanyasının arkasında katı bir akıl yürütme olduğunu bilecek kadar da keskin ve net. "AKP'nin kadınların oyları için neden bu kadar çabaladığını biliyor musunuz?" Nihayetinde sansüre maruz kalması ile sonuçlanacak biçimde bir muhalefet haber sitesinde yayınlanan AKP'nin çok gizli bir strateji toplantısından sızan notlara göre, parti Haziran ayında kadınlardan ve gençlerden çok fazla oy kaybetti ki bunu HDP öncesinde zaten tahmin etmişti.
Eğer HDP yüzde 10'u geçemezse güneydoğudaki Kürtler'den öfke yükselip yükselmeyeceğini soruyorum. "Barajı aşamazsak, bu gerçek bir sonuç değildir." diyor ve pazar günü seçimlerde gerçekleşeceği düşünülen hilelere dair muhalefetin yükselen kaygılarına işaret ediyor. "Mitinglerimizi iptal ettik ama oy oranımızın düşmediğini biliyoruz."
Yüksekdağ yürekten bir eylemci. Rol modellerinden biri olarak 20. yüzyılın Marksist lideri Rosa Lüxemburg'tan alıntılar yapıyor. İnsan Yüksekdağ'la konuşurken onun Türkiye'nin ruhsuz politik arenasında ne kadar hakkının yenildiğini görüyor. Ancak o yine de gerekli rolü oynamak için kararlı ve yeterli. HDP'nin koalisyona tamamen açık olduğunu söylüyor, ki risk almaktan kaçınan pek çok Türk olası bir koalisyona tek parti hükümetine nazaran şüpheyle yaklaşıyor. AKP ise bu korkuya oynuyor, Başbakan Ahmet Davutoğlu geçtiğimiz günlerde "beni Bahçeli ya da Kılıçdaroğlu'na muhtaç etmeyin" diyerek diğer iki muhalefet liderini işaret ediyor ve seçmenlerden oy istiyor.
"Bu bir yalan -Türkiye'nin koalisyonla yönetilemeyeceğini söylemek tehlikeli bir yalan. AKP yaz boyunca koalisyon olasılığını hiç benimsemedi ancak biz her şeye açığız."
Zamanımız doluyor ancak onun rahat tavrından cesaret alarak, fazladan bir soru soruyorum. Eğer Devlet Bahçeli'yle bir asansörde mahsur kalacak olsa ona ne söylerdi?
Kahkahayla gülüyor. "Gerçekten aklıma söyleyebilecek hiçbir şey gelmiyor."
Birkaç saniye düşünüyor ve ekliyor: "Belki, ilkelerinden dolayı benimle aynı havayı solumayı reddeder ve boğulurdu, sorun da böylece çözülürdü."
Ve bu öldürücü darbeyi vurduktan sonra seçim ziyaretleri için turuna devam ediyor.
*Alev Scott "Turkish Awakening" (Faber & Faber, 2014) kitabının yazarı ve İstanbul merkezli bağımsız yazardır.