Ruşen Çakır
(Vatan, 11 Nisan 2012)
Osman Ulagay’ın son kitabı “Türkiye Kime Kalacak?”ı okuyorum. Başbakan Erdoğan’ın basın özgürlüğünü sınırlamaya yönelik çıkışlarını protesto edip sessiz sedasız Milliyet’teki köşesini terk eden Ulagay bu arada hiç boş durmamış ve isabetli bir şekilde “Başbakan’ın yazdırdığı kitap” altbaşlığını taşıyan bu eseri kaleme almış. Ulagay’la kitabı üzerine geniş bir söyleşi yapacağım, muhtemelen bir-iki gün içinde gazetede okursunuz. Yine de bugün bu önemli kitaptan biraz söz etmek istiyorum.
Ulagay öteden beri “sol”da bilinen bir aydındır. Fakat gerek yazılarında, gerekse daha önceki kitaplarında dile getirdiği alışıldık olmayan görüşler nedeniyle onun sağcılaştığını, en azından sağa göz kırptığını ileri sürenler olmuştur. Bu tür tepkilerin esas nedeni Ulagay’ın kendilerine tutmuş olduğu aynadaki suretlerinden memnun olmamalarıydı kuşkusuz.
“Türkiye Kime Kalacak?”ın, Ulagay’ın çizgisinde bir tür “kopuş” olduğunu söyleyebiliriz. Bu kitapta da Erdoğan’ın başarısının sırlarını objektif bir şekilde çözmeye çalışan bir Ulagay var karşımızda. Ama Ulagay hem bunu yapıyor, hem de Erdoğan’ın inşa etmekte olduğu yeni Türkiye’den son derece rahatsız olduğunu gizlemiyor, buna karşı nasıl bir alternatif geliştirilebileceği üzerine kafa yoruyor. Kısacası Ulagay’dan pek alışık olmadığımız ölçüde “muhalif” bir çalışmayla karşı karşıyayız.
Ulagay, AKP ve Erdoğan’ın “dünyadaki ve Türkiye’deki değişimi dikkate alan, zamanın ruhunu yakalayan iyi bir hikaye”ye sahip oldukları için başarılı olduğu görüşünde. Öte yandan AKP ve Erdoğan’dan memnun olmayan kesimlerinse, “büyük bir hikaye”ye sahip olmadıkları, bunu gelecekte değil de geçmişte aradıkları için yenilmeye mahkum olduklarını ileri sürüyor.
Askerden çok askerciler
Ulagay’ın kitabıyla dünkü “Sakalım ve TSK” yazıma öfkelenen çok sayıda okurdan gelen mektuplarını aynı anda okumak ilginç ve açıkçası can sıkıcı bir deneyimdi. En son “mahalle baskısı” tartışmasını Vatan Gazetesi’nde sürdürürken muhafazakâr okurlardan bu derece yoğun tepki almıştım. Onlar özetle “biz asla bizden olmayana baskı yapmayız, yalan söylüyorsunuz” diyorlardı. Orduevlerini bir tür “laikliğin son kalesi” gibi gören ve göstermek isteyenler ise, askerin benim sakalıma karışmasını son derece doğal buluyor, bu uygulama yerine benim niyetimi sorguluyorlar.
Halbuki bugün TSK bile sivillerin kılık kıyafetine müdahale etmeyi savunmakta zorlanıyor, hatta bundan vazgeçmiş durumda. Yakında bu tür uygulamaların sonlandırıldığını duyarsak da hiç şaşırmayalım. Dolayısıyla “Ne olmuş yani! Ordunun tabii ki kuralları olacak!” diyenler “askerden çok askerci” tanımını fazlasıyla hak ediyorlar.
Tam da bu noktada Ulagay’ın kitabının “Hikayesiz laikler” bölümünden uzun bir alıntı yapmak istiyorum: “Laik kesimde hâlâ yaygın olan bir inanca göre ‘cahil halk’ın varlığı Türkiye’nin değişmez gerçeği. Cumhuriyet’in kuruluşundan beri, eğitimli ve donanımlı oldukları, yani ‘cahil’ olmadıkları için ülkeyi yönetme hakkını sahiplenen ve kendilerini ‘cahil halkı’ eğitmekle ve yönlendirmekle yükümlü sayan seçkinler, seçimlerde uğradıkları yenilgileri ıllardan beri hep bu ezberle açıklıyor... Onların bu durumda olması AKP’nin bugün siyaset sahnesinde rakipsiz kalmasının ve Türkiye’nin yakın geleceğine damga vuracak konuma gelmesinin önemli nedenlerinden biri.”
Bitirirken, Türkiye’de olup bitenlerden şikayet edenlere Ulagay’dan ilhamla şöyle seslenebiliriz: “Bırakın geçmişe takılıp aynı hikayeyi anlatmayı da ileriye dönük büyük bir hikayeniz var mı, onu söyleyin!”