Dünya

LA Times'tan Trump yazı dizisi: Bizim yalancı başkanımız

"Trump’la ilgili en endişe verici şey, Trump’ın kendisi"

06 Nisan 2017 19:11

LA Times Yayın Kurulu *

Seçim kampanyası sırasında Donald Trump’ın Amerikan seçmenleri arasındaki en kötü kesime hitap etmek için korkuyu ve yalanı kullanan bir narsist ve demagog olduğu sır değil. The Times onu bu görev için uygun olmayan ve hazırlıksız biri olarak tanımlamıştı ve seçilmesinin bir ‘felaket’ olacağını belirtmişti.

Bu tren enkazı için bizi hazırlayan bir şey hâlâ yok. Milyonlarca Amerikalı gibi biz de yeni başkanın gürültüden ve küstahça konuşmaktan ibaret olduğu, Beyaz Saray’dakilerin onun en kötü içgüdülerini kontrol edeceği ya da görevdeki büyük sorumluluklarının etkisiyle kendine gelip dönüşeceği konusundaki o küçük umuda sarılıyoruz.

Ancak geride kalan 70 küsur gün ve geriye kalan yaklaşık 1400 günde olacaklar, bu umutların geçersiz olduğunu açıkça gösteriyor.

Birkaç hafta içinde Başkan Trump, geri adım atmaması halinde aileleri ayıracak, nehirleri ve havayı kirletecek, iklim değişikliğinin korkunç etkilerini artıracak ve Amerikan kamusal eğitim sistemini zayıflatacak bazı adımlar attı.

Sonunda sağlık yardımı almayı başaran milyonlarca kişinin sigortasını elinde alma ve büyük miktarda parayı yoksullardan alıp zengine verme konusundaki girişimi şimdilik askıya alındı. Yine de hükümetin düzenleyici kurumlarını etkisizleştirme ve küresel arenadan çekilmesi beklenirken Pentagon’un bütçesini şişirme çabalarını sürdürüyor.

Tüm bunlar, ülkenin dünyadaki ahlaki duruşunu tehdit eden, tüm gezegeni tehlikeye atan, görmezden gelinen ya da yoksul durumdaki Amerikalıların yavaş ama istikrarlı kazanımlarını yok eden çok tehlikeli gelişmeler. Yine de bu oldukça yanlış siyasi seçimler, ne kadar korkutucu olsalar da aslında Trump’ın başkanlığının en endişe veren tarafı değil.

Trump’la ilgili en endişe verici şey, Trump’ın kendisi. Ne yapacağı tahmin edilemeyen, dikkatsiz, çabuk sinirlenen ve kendisinden başka bir şey görmeyen bir adam. Gerçeklikten o kadar uzak ki başkanlığının neye yol açacağını ve ülkemize ne kadar büyük bir zarar vereceğini bilmek imkansız.

Kendi şöhretine, servetine ve başarısına olan takıntısı, gerçek ya da hayal ürünü düşmanlarını yenilgiye uğratma konusundaki kararlılığı, övgüye olan tutkusu, elbette ki yakıp yıkma politikasının merkezindeydi. Yine de bunların seçilmesine yardımı oldu. Ancak inanılmaz bir güce sahip olduğu gerçek bir başkanlık sürecinde tüm bunlar felaketten başka bir şey değil.

Politikaları çoğunlukla klasik Cumhuriyetçi siyasetinin farklı çeşitlerini barındırsa da (Başkan Ted Cruz ya da Başkan Marco Rubio da benzer şeyleri yapardı), bu mantıksız ve dengesiz adamın elinde bu politikalar çok daha tehlikeli hale geliyor.

Örneğin birçok Cumhuriyetçi daha fazla sınır güvenliğini ve yasadışı göçle daha sert bir mücadeleyi destekler. Ancak Trump’ın anlamsız sınır duvarı, ülkede kaçak yaşayan 11 milyon kişinin tümünün sınır dışı edilmesine yönelik gerçekleşemeyecek kampanya vaadi ve bu tarz önerilerin ABD’nin Meksika’yla ilişkilerine etkisi konusundaki gamsızlığı, kötü politikaları korkunç hale getiriyor.

İlerleyen günlerde The Times editör kurulu yeni başkanı üç sorunlu başlık altında daha yakından inceleyecek:

1. Trump’ın hükümetimizin temelini oluşturan temel kurallara ve kurumlara inanılmaz bir şekilde saygı duymaması. 20 Ocak’tan bu yana kendisini tehdit eden kesimleri küçük düşürdü ve zora soktu, böylece halkın temel kurumlara olan güvensizliğini kışkırtarak Amerikan demokrasisine olan güveni sarstı.

Başkanın bile hukuk düzenine bağlı olmak zorunda olduğunu kabul etmek yerine, yargıçların yetkinliğini ve kararlarının güvenilirliğini sorguladı. Kendi istihbarat kurumlarıyla çatıştı, hükümet çalışanlarını küçük düşürdü ve seçim sistemi ile Merkez Bankası’nın güvenilirliğini sorguladı. Gazetecilere saldırdı, eleştiren ve bağımsız özgür basının önemini savunmak yerine onları ‘halk düşmanı’ olarak niteledi. Hukukun üstünlüğüne ve hükümet normlarına olan düşmanlığı açıkça ortada.

2. Gerçeği göz ardı etmesi. Yemin törenindeki kalabalığın oranıyla ilgili sözleri ya da Barack Obama’nın Trump Tower’a dinleme cihazı yerleştirdiği yönündeki somut olmayan iddiası kolayca çürütebilecek olsa da, yeni başkan düzenli olarak gerçeği çarpıtıyor. Gerçekle gerçek olmayanı ayırabilecek durumda olup olmadığını, ya da seçmenin kafasını karıştırmak, eleştirilerden kaçmak ve objektif gerçeklik düşüncesini sarsmak için kasıtlı olarak ikisini karıştırıp karıştırmadığını anlamak zor.

Nedeni ne olursa olsun, Amerikalıları gerçeği reddetmeye, bilimi, belgeyi ve partiler dışı ana akım medyayı hiçe saymaya, bunun yerine ideolojiye ve önyargılı görüşlere göre konum almaya teşvik ediyor. Bu durum, farklılıkların büyüyüp derinleştiği, mantık kapsamında uzlaşmanın imkansız olduğu bölünmüş bir toplum yaratıyor.

3. Komplo teorilerini, ırkçı çılgınlıkları, yaygın olmayan görüşleri tekrarlama konusundaki korkutucu isteği. Bunlara inanıyor mu, yoksa tüm bunları kullanıyor mu, orası yine belli değil. Ancak kanıtlanmamış ‘alternatif’ gerçeklere sarılması, ırkçıların tweet’lerini retweet’lemesi, seçimlerin hileli olduğu ya da seçmenin hile yaptığı konusundaki doğrulamayan hatalı açıklamaları, ilk önce dikkat çekmeyen internet sitelerinde ve markette satılan tabloid gazetelerde bahsedilen kimsenin önemsemediği komplo teorilerini önemsemesi… Tüm bunlar Trump’ın yıllar önce Barack Obama ile ilgili tekrarladığı ve onu siyasi olarak öne çıkaran laf kalabalığının bir parçası. Bir başkanın görevinin güvenilirliğini, her iki büyük partiden siyasetçilerin de reddettiği görüşlere dayandırması, çok endişe verici bir durum.

Tüm bunlar neyle sonuçlanacak? Trump çılgın kampanyasını zamanla yumuşatacak mı? Yoksa İran’la, Kuzey Kore’yle ve Çin’le olan karşıtlığı daha derinleştirecek mi? Yoksa bir yargıcın kararını ihlal edip bir askerin Anayasa’yı ihlal etmesi emri verecek mi?

Yoksa o giderek diğerlerinden uzaklaşırken, ülkedeki ve yurtdışındaki müttefikleri uzaklaştırırken, kendi mesajına odaklanıp hedeflerini gerçekleştirme yeteneği uğruna kaos yaratırken; sistemin kendisi yani Anayasa, mahkemeler, daimi bürokrasi, Kongre, Demokratlar ve sokakta yürüyüş düzenleyenler, bizi ondan koruyacak mı?

Gallup’a göre Trump’ın başkanlığına destek yüzde 30’ların ortasında. Bu yeni bir başkan için inanılmaz düşük bir destek. Üstelik bu, Trump’ın eski ulusal güvenlik danışmanı Michael Flynn’in Rusya hükümeti ve Trump kampanyası arasındaki ilişkiyi inceleyen kongredeki yetkililere işbirliği önerdiği geçen haftadan önceki orandı.

Yemin töreni gününde biz bu sayfada henüz toplu bir panik durumu ilan etmek ya da Trump yönetimiyle işbirliğini reddetme çağrısı yapmak için zamanın henüz gelmediğini yazmıştık. Çok sayıdaki moral bozucu işarete rağmen, görüşümüz hâlâ bu yönde.

Mantıklı muhalefetin rolü, hukukun üstünlüğünü, seçim sürecini, gücün ve kurumların barışçıl yolla transferini savunmaktır. Yasaların bireylerden daha büyük olduğu, seçmenlerin başkanlar kadar güçlü oldu bir sistemin dayanıklılığını hafife almamalıyız. Bu ülke Andrew Jackson ve Richard Nixon dönemini atlattı. Kölelik döneminden, yıkıcı savaşlardan sağ çıktı. Muhtemelen bunu da atlatacak.

Ancak bunun için yeni başkanın dikkatsiz ve acımasız poltikalarına karşı çıkanlar seslerini duyurmak zorunda. Protestocular pankartlarını kaldırmalı. Seçmenler sandığa gitmeli. Kongre üyeleri, özellikle de Cumhurşyetçiler, Trump’a karşı çıkacak siyasi cesareti kendilerinde bulmalı. Mahkemeler Anayasayı korumalı.

Yasama organları vatandaşlarını ve politikalarını federal müdahaleden koruyacak yasalar çıkarmalı. Liderleri sorumlu tutma görevine sahip olan bizler, onun bu alaycı saldırılarına karşı gerçeği korumak için çabalarımızı ikiye katlamalıyız.

ABD mükemmel bir ülke değil, özgürlük ve eşitlik hedefimize tümüyle ulaşmak için önümüzde daha çok uzun bir yol var. Ancak işlevli olanı korumak, demokrasinin temel aldığı kural ve değerleri korumak, hepimizin sorumluluğu. Herkesin bu filmde bir rolü var. 

_____________________________________________________________

* Los Angeles Times, ‘Times Editör Kurulu’ 

Bu yazı ilk olarak Latimes.com'da yayımlanmıştır