Doğan Akın
T24 - Barış Girişimi'nin “Barış Kurmak” temasıyla düzenlediği iki günlük Uluslararası Barış Konferansı'nın son oturumunda anayasa önerileri tartışıldı. BDP Eş Başkanı Gültan Kışanak, hazır bir reçete gibi algılanmaması kaydını düşünerek, Kürtler'in yeni anayasaya ilişkin temel yaklaşımlarını anlattı. Kürt siyasi hareketinin daha önce zaman zaman dile getirdiği “anayasada Türklerle birlikte Kürtlerin de vurgulanması” formülü yerine, TÜSİAD'ın hazırlattığı yeni anayasa raporundaki yaklaşımla örtüşen ifadeler kullanan Kışanak, “anayasada hiçbir etnik kimliğe vurgu yapılmamasını” önerdi. Kışanak, bölge yönetimlerinin kurulması ve anadili konularında da TÜSİAD raporunda dile sergilenen yaklaşımlara yakın önerillerde bulundu.
“Barışa Nasıl Ulaşılacak? Anayasal Çözüm Önerileri” başlıklı son oturumun moderatörlüğünü Eski Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Gençay Gürsoy yaptı. Gürsoy, oturumun konuşmacıları Gültan Kışanak, Prof. Mithat Sancar ve Prof. Turgut Tarhanlı'ya söz vermeden önce, siyasi partilerin konferansa uzak durması konusunda önemli bir açıklama yaptı. Oturumun parlamentoda grubu temsil edilen ve gündeminde Kürt sorununa çözüm arayışı bulunan siyasi partilerin temsilcileriyle yapmayı planladıklarını anlatan Gürsoy, yaptıkları bütün görüşmelere karşın AKP'den katılım sağlayamadıklarına işaret etti. Gürsoy, “Defalarca görüştük, programı gönderdik, sonunda seçim çalışmaları nedeniyle katılamayacaklarını söylediler. Başka şeyler de söylediler, ama ben bu durumun gerçek nedenlerini açıklamaya mezun değilim” açıklamasını yaptı.
Gürsoy, CHP adına oturumda bir konuşma yapmayı planlayan Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu'nun ise, “bir aile trajedisi, kaybettiği bir yakını” nedeniyle Diyarbakır'a dönmesi gerektiği için otuiruma katılamadığını belirtti.
Konferansın kapanış konuşmasını yapacağı duyurulan Ahmet Türk'ün de seçim çalışmaları nedeniyle toplantıya katılamayacağı duyuruldu.
Sonuç olarak anayasa (ve diğer) oturumuna siyasi partilerden sadece BDP'den katılım sağlanabildiğini anlatan Gençay Gürsoy, daha sonra sözü Gültan Kışanak'a verdi. Kışanak'ın, Kürtler'in yeni anayasa sürecindeki yaklaşımına ilişkin yaptığı konuşma özetle şöyle: (Maddelemeler T24'e aiittir)
Artık diğer sorunların çözümünün önünde de engel oluşturan Kürt sorununu çözmek, toplumsal barışı kurmak gerekiyor. Sorunun temelinde anayasa var. 1924'te tekçi bir zihniyetle anayasa inşa edildi. Türkiye'de tekçi zihniyetteki sistem toplumsal farklılıkları reddetti, asimile etmeyi, asimile olmaya direnenlere baskı yapmayı benimsedi ve bu sistem sürekli çatışma üretti. O zaman başlayan Kürt isyanlarının ardından Kürt sorunu 30 yıldır artık kesintisiz bir çatışma zeminindedir. Herkesi kapsayan bir anayasal sistem gerekiyor.
Darbe anayasası artık Türkiye'nin tartışmasız bir gündemi haline gelmiştir, bu anayasa artık değişmeli. Peki bu nasıl yapılacak? Kimsenin hazır bir reçetesi olduğuna inanmıyorum. Makulü bulmak, optimum bir denge kurmak için demokratik bir anayasa sürecine ihtiyacımız var. Ama ne yazık ki şu anda bunu yapabilmek mümkün değildir. Şu anda özgürce tartışabilmek, fikrini söylemek ne yazık ki bedel ödemeyi göze almakla mümkün.
Mesela Kürtler ayrılmak istiyor mu? Bu memlekette bırakın ayrılma fikrini söylemeyi, “Kürt halkı” demek bile suçtur. Bu ifadeyi konuşmalarımızda kullanıyoruz, ama “Türkiye'de birden fazla halkın olduğunu söylemeyi bölücülük” olarak düzenleyen yasalar var. “Yerel kimliklerden ülkenin bölünmez bütünlüğüne, farklı kimliklerden söz etmek milletin bölünmez bütünlüğüne aykırı” deniyor. Sonuçta ne söyleseniz bir şeye aykırı.
'Parlamentodaki çoğunluğun yapması kriz yaratır'
Bu işin parlamentoda sonuçlandırılması gerekiyor. Ama parlamentonun temsil kabiliyetinin önünde yüzde 10'luk seçim barajı sorunu var. Bu ortamda anayasa işini tamamen parlamentoya havale etmek gibi bir yaklaşım var. Ama parlamentonun temsil yeteneği zayıftır. Dolayısıyla yüzde 10 barajı ile oluşacak bir parlamentodaki çoğunluğa dayanarak anayasa yapmak başlıbaşına bir kriz konusu olacaktır.
Yüzde 10 seçim barajı yeni anayasa sürecinden önce kaldırılabilirdi. Ama bu yapılmadı. Bu durumda anayasa sürecine bütün yurttaşları katmak gerekiyor. Böyle bir süreçte Kürtler nasıl rol alacak, sürece nasıl katılacak konusu da başlı başına bir sorundur. Sorun hâlâ çatışma zeminindedir ve bu çatışma daha da büyüme potansiyeli taşımaktadır.
'Devlete mücadele yöntemi beğendiremiyoruz'
Her mücadele biçimi sorun yaratıyor. Artık espri konusu oldu, “Kürtler artık devlete mücadele yöntemi beğendiremiyorlar” diye. “Sivil itiaatsizlik” diyorlar olmuyor, miting yapıyorlar olmuyor, yürüyorlar olmuyor, parlamentoya girmek istiyorlar olmuyor.
Hazır reçetemiz yok. Ama mevcut Anayasa'daki temel sorunlardan birkaçı için bizim yaklaşımımızdan söz etmek istiyorum. Devlet adına değil, yurttaşlar adına yazılan, devleti değil bireyi koruyan bir “başlangıç” bölümüne ihtiyacımız var.
'Değiştirilemez madde halk iradesine ipotek'
Anayasada değişmez madde olmamalı. Değişmez madde, başından halk iradesine ipotek koymak demektir. Anayasanın diğer bütün maddelerini değiştirebilen bir iradenin değişmez maddelere dokunamaması çelişkidir. Bu tartışma konusu yapılınca hemen, işte “laiklikten mi vazgeçeceksiniz” gibi şeyler söyleniyor. Oysa bu maddelerin içeriğinden bağımsız olarak anayasada değişmez madde bulunmasının halk iradesine ipotek olduğunu söylüyoruz.
'Hiçbir etnik kimliğe vurgu yapılmasın'
Anayasa'da tek etnik kimliğe referans veren çok sayıda madde var. Birçok maddede Türk etnik kimliğine referans var. Bu etnik kimliğe yapılan vurgular yeni anayasada olmamalı. Sadece “vatandaşlık” maddesindeki referansın kaldırılması yetmez, bütün maddelerdeki referanslar kaldırılmalı. Tek etnik kimliğe vurgu kaldırılırken başka hiçbir etnik kimliğe de vurgu yapılmamalı.
'Farklı kimliklere anayasal güvence verilmeli'
Anayasanın etnik vurgulardan arındırılması yeterli değil. Bu ülkede 85 yıldır çatışma var, asimilasyon var, asimilasyona direnenlere baskı var. Onun için bu ülkede tüm dilleri, farklılıkları, kühtürleri, dinleri koruyan bir genel güvenceye ihtiyaç var. Bu anayasal güvence “başlangıç bölümünde verilebilir. Böylece tek referanslı millet, “milletin bölünmez bütünlüğü” gibi bir sıkıntımız olmayacak. Çünkü farklı olabiliriz, ama bu bölünmemizi gerektirmez.
'Bölünmez bütünlük yaklaşımı sorunlu'
“Ülkenin bölünmez bütünlüğü” kalıbında da sorun var. “Bölge yönetimi”, “federasyon” dediğin zaman, otonomiden söz ettiğin zaman bu hemen “ülkenin bölünmez bütünlüğü”ne karşı çıkmak oluyor, “bölücülük” sayılıyor. Oysa tüm dünyada artık merkezi yapılar demokrasi önünde bir sorun. “Ülkenin bölünmez bütünlüğü” anlayışı demokrasinin inşa edilmesi önünde engel.
'Ana diline anayasal güvence gerekli'
Bugün anadil de Anayasa'da yasaktır. Anayasa'da Türkçe'den başka dillerin okullarda öğretilmesinin yasak olduğu yazılı. Ana dilini yasalarla belirleyemezsiniz. Ana dili bir insanın en temel, en doğan hakkıdır, insanlar ana dilini öğrenmeli, okulunda okumalı, gelecek kuşaklara aktarabilmelidir. Bu yasağın bir an önce kaldırılması ve farklı dillerin anayasal güvence altına alınması gerekiyor.
'Bölge yönetimleri anayasada yer almalı'
Ademi merkeziyetçiliğin anayasada yer alması ve bölge yönetimlerine olanak tanınması gerekiyor. Bu konu şu anda “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” adı altında çok asgari bir yerden tartışılıyor. Eğitim, sağlık, bayındırlık, imar v.s konularında yetki devretmeyeceksin, hizmetleri yaptıracaksın. Şu anda AKP'nin formülü de budur. Ama bu yerel yönetimleri güçlendirmek değil. Mutlaka bölge yönetimleri olanağı gerekiyor. Özerklik açısından bölge yönetimleri zorunludur. Bölge yönetimini reddederek, mevcut 81 il üzerinden özerklik yönetimi mümkün değildir.
Tükürmenin cezasını belirleyemeyen meclis olur mu?
Şu anda Kabahatler Kanunu var, ama bölgelerde değişik uygulama yapılamıyor. Örneğin “yere tükürmenin cezası 10 lira değil de 70 lira olsun” diyemeyen bir belediye meclisine meclis demek mümkün değil.