T24 - Ahmet Altan, "Oylarınızı Kürdistan’a, barışa, kardeşliğe ve gerilla için verin” diyen Leyla Zana'ya "gerçekleri tartışma imkanı verdiği için" teşekkür edilmesi gerektiğini yazdı. Altan köşesinde "Kürtlerin istekleri netleşiyor, tavırları ve pozisyonları da öyle. Peki, Türkler bu isteğe ne diyecek?" diye sordu.
Leyla Zana ne demişti?
Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın "Zana ve bağımsızlık" başlığı ile yayımlanan bugünkü (25 Mayıs 2011) yazısı şöyle:
Leyla Zana’nın Kürdistan’ın küçük bir köyünde yaptığı konuşma herhalde Türk-Kürt ilişkilerinin dönüm noktalarından biri olarak geçecek tarihe.
Uzun zamandan beri birçok insanın gördüğü, sezdiği ama bir türlü dile getiremediği, net bir şekilde söyleyemediği gerçeği Zana her zamanki açık sözlülüğüyle söyledi.
“Oylarınızı Kürdistan’a, barışa, kardeşliğe ve gerilla için verin” dedi.
Bu sözler, aslında bütün Kürtlerin aklının bir yerinde duran bir isteği nihayet aydınlığa çıkartıyor.
Kürtlerin yönettiği bir Kürdistan.
Geçen hafta Neşe Düzel’le yaptığı harikulade konuşmada “Kürtlerin hedefi değilse de ufku bağımsızlıktır” diyen Cihan Tuğal’ın “ufuk” olarak değerlendirdiği isteğin artık bir “hedef” haline geldiğini bu konuşmadan görüyoruz.
Önceki gün de Aysel Tuğluk, Kurtuluş Tayiz’e “Anayasal eşitlik bize yetmez, bize statü gerekir” derken aslında bunu söylüyordu herhalde.
Birçok Türk bu konuşmaya tepki gösterecektir.
Bence, nihayet gerçekleri tartışma imkânı verdiği için Zana’ya teşekkür etmeliyiz.
Çünkü bir türlü ne konuştuğumuzu, neyin müzakeresini yaptığımızı kavrayamıyorduk, şimdi herkes daha net bir şekilde tartışabilecek.
Kürtler bir bütün değil elbette, Türkler nasıl çeşitli fikirler ve çıkarlar etrafında kümelenmişse Kürtler de değişik fikirler etrafında toplanmışlar ama “özerk” ya da “bağımsız” bir Kürdistan fikri sanırım hepsinin ortak paydasını oluşturuyor.
Kürdistan’la ilgili farklı hayalleri var ama Kürdistan ortak hayalleri.
Bu aşamada sanırım “bağımsızlık” değil de “özerklik” talep ediyorlar.
Tam tarif edilmese de “özerklikten” bir tür konfederasyon ima ediliyor herhalde.
Kendi yöneticilerini kendilerinin seçtiği, kendi “güvenlik güçlerini” kendilerinin oluşturacağı bir siyasi yapı.
Şimdilik bağımsızlık istememelerinin bazı nedenleri var.
Birincisi, çevre ülkelerin ve dünyanın tepkisini toplamaktan çekiniyorlar, henüz böyle bir tepkiyi göğüsleyecek güce sahip değiller.
İkincisi, “güneyde” çok zengin, petrol gelirine sahip bir başka “Kürdistan”ın bulunması ve Erbil’in zenginliğiyle rekabet etmenin zorluğu.
Özerklik ilişkisiyle Türkiye’nin, Güneydoğu’daki Kürdistan’la dünya arasında bir “hava yastığı” görevini üstlenmesini istiyorlar.
Kafalarında nasıl bir devlet var, derseniz.
Zana’nın bir cümlesi bunu açıklığa kavuşturuyor derim.
“Gün gelecek, Öcalan kendi halkının arasında bu halkın çocuklarına öğretmen olacak.”
Bu cümleyi duyup da Atatürk’ün karatahta başında çocuklara “öğretmenlik” yaptığı sahneyi hatırlamayacak bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bulmak zordur herhalde.
Benim anlayabildiğim kadarıyla Atatürk’ün yerine Öcalan’ı, Türk ordusunun yerine de PKK’yı koyan 1923 modeli Kemalist bir devlet istiyorlar.
Bizim değiştirmeye çalıştığımız, değiştirebilmek için birçok insanın hayatını verdiği Kemalist Cumhuriyet’i, onlar yeniden kurmak istiyorlar gibi gözüküyor.
Bir toplumun “nasıl” değil de, “kim” tarafından yönetildiği önem kazandığında, “ırk” her türlü değerden daha üst bir değer olarak görüldüğünde, gidilecek yer Kemalizm’dir ama bu konuda akıl öğretebilecek durumda değiliz.
İnsanlara neyi özlemeleri gerektiğini söyleyemezsiniz.
Bu devletin yapısı Kürtlerin kendi aralarında tartışacağı bir konu, doğrusunu kendi aralarında bulacaklar, daha demokrat bir yapı isteyenler bunun mücadelesini verecekler.
Kürtlerin istekleri netleşiyor, tavırları ve pozisyonları da öyle.
Peki, Türkler bu isteğe ne diyecek?
Üç şık var, “Hayır, idari yapıyı hiçbir şekilde değiştiremezsiniz” derler ve iç savaş çıkar, “Olur, zaten biz de özerk eyaletler sistemine geçeceğiz, bütün bölgeler kendilerini yönetsinler” derler ve mesele hallolur ya da “Kürdistan’ı yönetin ama bu Kürdistan’ı biz finanse etmeyiz, siz bağımsız olun” derler ve ayrılırız.
Türk siyasetçilerin hepsi sanki ortada böyle bir “Kürt talebi” yokmuş gibi davranmayı seçiyor, bunun için de söyledikleri bir mana ifade etmiyor.
Kürt meselesinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti hep gecikerek hareket etti, Kürt taleplerini kabul etmekte hep gecikti ve o talebi kabul ettiğinde de Kürtler başka bir aşamaya geçmiş oldu, bu kopukluğu da savaşla ve ölümlerle ödedik.
Artık kendini kandırmanın anlamı yok, talep net ve açık.
Türkler de ne istediklerini söylesinler, bir tercih yapsınlar, bu bulanık belirsizlikten çıkalım.
Bir iç savaş herkes için felaket olur, buna gerek de yok, Kürtlerin isteklerini külliyen reddetmek herkese pahalıya patlar.
Türkler özerklikle ayrılık arasında bir seçim yapsınlar.
Bu işi bir çözüme kavuşturalım, ondan sonra da ya birlikte ya da ayrı ayrı daha özgür, daha zengin ve daha mutlu yaşamanın yollarını arayalım.