T24- AKP Ankara Milletvekili Haluk Özdalga, Kürt sorunu ve çözüm önerileri konusunda önemli bir makale yazdı. Özdalga, "ihtiyaç olan yerlerde kamuda iki dilli hizmet verilmesini" önerdi, "Kürtçe eğitim yasağının sürdürülemeyeceğini" vurguladı ve "Biji Serok Apo" gibi ifadelere verilen hapis cezalarının "sadece PKK'ya hizmet etmesinin" yanı sıra "vicdanen de kabul edilemez" olduğunu dile getirdi. Reformlara rağmen şiddet sürerse aynı kararlılıkla karşılık verilmesi gerektiğini belirten Özdalga, askerin "gerilla" ve "antigerilla savaşını" iyi bilmesi gerektiğini vurguladı.
AKP'nin sol kökenli milletvekilerinden Özdalga, "Kürt sorununda gelinen durum" başlıklı bir makale yazdı. Özdalga'nın Zaman gazetesinde yayımlanan (2 Ağustos 2011) makalesi şöyle:
Kürt sorununda gelinen durum
Kürt sorununda yeni bir dönüm noktasına geldik. İçinde bulunduğumuz durumun ilk özelliği, savaşın tekrar tırmanma eğilimine girmesi. Ancak bu tırmanış, farklı bir hedefe yönelmiş durumda.
PKK saldırılarının ana hedefi şimdi, Abdullah Öcalan'ın resmi bir taraf haline getirilmesi. Öcalan, devlet görevlilerinin kendisiyle zaman zaman görüşmesini yeterli bulmuyor ve en üst düzeyden yetkilendirilmiş siyasi temsilcilerle müzakere yapmak istiyor. Öcalan-PKK ikilisinin hayal ettiği müzakerelerin kilit konusu ise Öcalan'a kişisel 'perspektif' verilmesi; daha açık ifadeyle, önce ev hapsine çıkarılması ve sonra serbest bırakılması.
Öcalan-PKK
1999'da yakalandığında Öcalan önce, bütün gücüyle Ankara'yı ikna ederek idamdan kurtulmaya çalıştı. Ben bu ülkeyi çok seviyorum, annem zaten Türk'tür, bu devletin benden istediği her hizmeti yapacağım, artık bundan sonra sadece barış için yaşayacağım, gibi sözleri o günlere ait. Türkiye'de 1984'ten beri kimse idam edilmemişti ve bir süre sonra idamdan kurtuluş ışığını görmesiyle birlikte Öcalan, küçük bir taktik değişiklik yaptı. PKK'nın silahlı mücadeleden vazgeçmesi karşılığında serbest kalmaya çalışacaktı. Bunun için, tutuklu olmasına rağmen PKK üzerindeki etkisinin devam ettiğini ispatlaması, ama örgütün silahları bırakmaması gerekiyordu. 1999'da mahkeme kararının açıklanmasından kısa bir süre sonra, PKK'nın Türkiye dışına çekilmesini istedi. Bu zor karar, üstelik çekiliş yolunda militanların ağır zayiata uğramasına rağmen uygulandı. Pek çok PKK'lı çekilmeye karşı çıktı, fakat hepsi tasfiye oldu. 2002'de ölüm cezası kaldırıldı ve infaz riski kalmadı. Ancak Öcalan, arzuladığı müzakere zeminini elde edememişti ve 2004'te tekrar silahlı mücadele kararı aldı. Bu kez, mücadelenin demokratik siyaset içinde yürütülmesini isteyen PKK'lılar karşı çıktı. Sayıları daha az olmakla beraber onlar da tasfiye edildi ve karar yine uygulandı.
Bu iki olay ayrıca, tasfiyeler nedeniyle Öcalan'ın örgüt içindeki ağırlığının daha da artması sonucunu doğurdu. Öcalan, 2004'ten beri PKK terörünü kendi amaçları için bir pazarlık unsuru olarak kullanıyor. Örgütün yaptığı her şey elbette Öcalan'ın kontrolü altında değil, ama Öcalan'ın onaylamadığı hiçbir önemli adımı PKK'nın atması da mümkün değil. Temmuzda savaşın tırmanışa geçmesi üzerine; bu işi bir haftada bitiririm, ama sadece ben bitirebilirim diye bir çıkış daha yaptı. Tabii madalyonun bir başka yüzü de var. Dökülen kanların vebali kime ait, o da artık iyice belli.
Öcalan kısa bir süre önce, şimdi internetten de kolayca erişilebilen, çözüm için bir yol haritası açıkladı. Yol haritasında Kürtler için somut hak ve özgürlükler talebi yok. Federasyon veya özerklik gibi hedefler de yok. Ayrıca Öcalan ısrarcı olmadığını, her hususun tartışılabileceğini de belirtiyor. Çözüm planında "stratejik önem arz eden" tek bir husus var: Kendi konumu.
Siyasî tekel
Mevcut durumun ikinci özelliği, savaşın bitmesi ve demokratik siyaset döneminin başlamasının ciddi bir ihtimal olarak ufukta görünmesiyle beraber, Öcalan-PKK ikilisinin, Kürt siyasetini kaba kuvvet kullanarak kendi tekelleri altında tutmaya devam etmek istemesi. 12 Haziran seçimlerinde kendilerine ciddi rakip gördükleri adayları belli bölgelere ve köylere sokmamaya çalıştılar. Seçmenleri özellikle kırsal kesimde tehditle baskı altında tuttular. Seçim bürolarına bombalı saldırılar düzenlediler. Bir belediye başkanının çocuğunu kaçırdılar ve öldürmekle tehdit ettiler. Bu tavırları sadece seçim dönemleriyle de sınırlı değil. Kendileri gibi düşünmeyen ve sadece görüşlerini açıklayan Kürt aydınlarını yok etmekle tehdit ediyorlar. Yeni açıkladıkları ve içeriği fikri sefaletlerini gösteren demokratik özerklik programını da, mevcut kanunları tanımayarak ve dayatmayla uygulayacaklarını ilan ettiler.
Ne var ki, halkın oyu ile iş başına gelen hiçbir siyasi iktidar, Öcalan'ı siyasi muhatap alarak müzakerede bulunamaz. Ayrıca hiçbir iktidarın, ülkede var olan çoğulcu demokrasiden farklı, zora dayalı bir siyasi tek parti düzenine belli bölgelerde göz yumması da mümkün değil.
BDP-Sinn Fein
Gündemde tutulan bir başka seçenek, müzakerelerde taraf olarak BDP'nin kabul edilmesi. Bu çerçevede, Kuzey İrlanda'daki terör sorununa karşı İngiliz hükümeti ile Sinn Fein arasında yürütülen müzakereler ve varılan anlaşma örnek gösteriliyor. PKK-BDP ile IRA-Sinn Fein arasında paralellik kuruluyor. Ancak bunlar yapay benzetmeler. Verilen örneğin geçersizliği, tam da o örneğin içinde bulunuyor: Bizde maalesef Sinn Fein gibi bir Kürt partisi yok. Bazen özensiz konuşmalarda, Sinn Fein'in, terör örgütü IRA'nın siyasi kolu olduğu ifade edilir. Ama bu ancak, çok geniş bir muhtevada ve her ikisini de besleyen ana damarın İrlanda milliyetçiliği olduğu anlamında doğrudur. Sinn Fein, kesinlikle IRA'nın kontrolü altında olmayan, bağımsız, kendi kararlarını kendi alabilen bir partidir. Kaldı ki, müzakerelerden önce IRA dahi teröre koşulsuz bir şekilde son vermişti. Eğer illa bir siyasi yapıya benzetilecekse BDP, mesela Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne bağlı Ajit-Prop (ajitasyon ve propaganda) bürosuna benzetilebilir.
Ne yapmalı?
Türkiye'de demokrasi artık çok farklı bir noktada. Öcalan-PKK ikilisinin terörden ve ülkenin bir bölümünde zora dayalı siyasi tekel hevesinden şartsız vazgeçmesi gerekiyor. Ama bildikleri yolda devam edeceklerse, elbette verilecek cevap var: Demokratik reformlara kararlılıkla devam ederken, terörün ve şiddetin üstüne de aynı kararlılıkla gidilmesi.
Türkiye'de son dönemde önemli reformlar yapıldı. Ama daha yapılacak çok şey var. Terörle mücadelenin kazanılmasının temelini, hukuk ve demokrasi alanındaki reformların kararlılıkla gerçekleştirilmesi oluşturuyor. Kürtçenin önünde hâlâ mevcut bazı engeller var: Radyo ve TV yayınlarında süre sınırlamaları ve altyazı şartı veya yüksekokullarda Kürt dili merkezlerinin hâlâ açık adlarıyla kurulamaması gibi. Türkçe elbette resmi dil olarak kalacak; ama ülkenin bir bölümünde kamu hizmetlerinin iki dilde verildiği bir düzene geçiş planlanmalı. Gayrimüslim vatandaşların dilinde veya Batı dillerinde eğitim verilirken, Kürt dilinde eğitimin yasaklanması sürdürülebilir değil. Dil konusundaki reformlar işin en hassas yönlerinden biri ve iyi planlanmış bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Yerel yönetimlerin yetkisi artırılmalı. İfade özgürlüğü genişletilmeli. "Biji serok Apo–Yaşasın önder Apo" diye slogan atan bir kişi, kısa süre önce Diyarbakır'da 10,5 yıl hapis cezası aldı. Sadece PKK'ya hizmet eden böyle bir cezayı, vicdanların kabul etmesi de mümkün değil.
Buna karşılık şiddet devam ederse, aynı kararlılıkla cevap verilmeli. Bugüne kadar askerlerimiz cesarette ve özveride kusursuz bir örnek sergileyerek terörle mücadele etti. Önemli başarılar kazandı. Ancak sevk ve yönetimde eksikler var. Artık farklı yaklaşımlar gerekiyor. Evet, PKK sivillere karşı terör uyguluyor, ama temel stratejisi klasik gerilla savaşı. İspanyolca bu sözcük basit olarak 'küçük savaş' anlamına geliyor. Gerilla savaşına karşı, konvansiyonel askerî teşkilat ve muharebe yöntemleriyle sonuç almak mümkün değil. Değerli komutanlarımızın bir bölümü, güzel bir alışkanlığın örneği olarak, emekli olduktan sonra hatıralarını yayınlıyor. Son zamanlarda terörle mücadelede en üst düzeylerde görev yapmış bazı komutanların bu çerçevede yazdıklarını okudum. En çarpıcı hususlardan biri, terörle mücadeleyi anlatırken, gerilla ve anti-gerilla muharebesi kavramlarına hemen hiç yer vermemeleri. Hâlbuki değerli komutanlarımız, gerilla ve anti-gerilla muharebe tekniklerine, mesela siyasetle uğraşmaya ve başörtüsüyle mücadeleye ayırdıkları kadar bir enerjiyi ayırmış olsalardı, PKK bugün büyük ihtimalle çok daha zayıf bir konuma gerilemiş olurdu.
Gerilla ve anti-gerilla savaşının özellikleri iyi biliniyor ve bu konularda geniş yazılı kaynak mevcut. Çok özet olarak anti-gerilla muharebe; özel görevler için sıkı eğitilmiş, fiziki ve beşeri yerel koşulları iyi bilen, arazide uzun süre kalabilecek, gerillayı sürekli olarak kovalayarak kaçmaya (hareket etmeye) zorlayacak küçük birliklerle yürütülür. Bazı çevrelerde endişe edildiği gibi, anti-gerilla muharebesinin, 1990'larda kullanılan Özel Harekât birliklerinin yaptıklarıyla ilgisi yoktur ve hatta birçok bakımdan tam tersidir. Anti-gerilla savaşında büyük birlikler ve konvansiyonel muharebe teknikleri, gerilla yoğunluğunun yüksek olduğu durumlarda kullanılır (mesela Kuzey Irak). Bu durumda da, azami askerî gücün seferber edilmesi dâhil, Powell doktrininin ilkelerinin göz önünde bulundurulması herhalde uygun olacaktır. Son bir husus, bir eksiğin daha giderilmesi ve artık terörle mücadelede, temel askerî kararların belirlenmesi dâhil, bütün kontrolün tamamen sivil otoritede (hükümette) olmasıdır.
AKP'nin sol kökenli milletvekilerinden Özdalga, "Kürt sorununda gelinen durum" başlıklı bir makale yazdı. Özdalga'nın Zaman gazetesinde yayımlanan (2 Ağustos 2011) makalesi şöyle:
Kürt sorununda gelinen durum
Kürt sorununda yeni bir dönüm noktasına geldik. İçinde bulunduğumuz durumun ilk özelliği, savaşın tekrar tırmanma eğilimine girmesi. Ancak bu tırmanış, farklı bir hedefe yönelmiş durumda.
PKK saldırılarının ana hedefi şimdi, Abdullah Öcalan'ın resmi bir taraf haline getirilmesi. Öcalan, devlet görevlilerinin kendisiyle zaman zaman görüşmesini yeterli bulmuyor ve en üst düzeyden yetkilendirilmiş siyasi temsilcilerle müzakere yapmak istiyor. Öcalan-PKK ikilisinin hayal ettiği müzakerelerin kilit konusu ise Öcalan'a kişisel 'perspektif' verilmesi; daha açık ifadeyle, önce ev hapsine çıkarılması ve sonra serbest bırakılması.
Öcalan-PKK
1999'da yakalandığında Öcalan önce, bütün gücüyle Ankara'yı ikna ederek idamdan kurtulmaya çalıştı. Ben bu ülkeyi çok seviyorum, annem zaten Türk'tür, bu devletin benden istediği her hizmeti yapacağım, artık bundan sonra sadece barış için yaşayacağım, gibi sözleri o günlere ait. Türkiye'de 1984'ten beri kimse idam edilmemişti ve bir süre sonra idamdan kurtuluş ışığını görmesiyle birlikte Öcalan, küçük bir taktik değişiklik yaptı. PKK'nın silahlı mücadeleden vazgeçmesi karşılığında serbest kalmaya çalışacaktı. Bunun için, tutuklu olmasına rağmen PKK üzerindeki etkisinin devam ettiğini ispatlaması, ama örgütün silahları bırakmaması gerekiyordu. 1999'da mahkeme kararının açıklanmasından kısa bir süre sonra, PKK'nın Türkiye dışına çekilmesini istedi. Bu zor karar, üstelik çekiliş yolunda militanların ağır zayiata uğramasına rağmen uygulandı. Pek çok PKK'lı çekilmeye karşı çıktı, fakat hepsi tasfiye oldu. 2002'de ölüm cezası kaldırıldı ve infaz riski kalmadı. Ancak Öcalan, arzuladığı müzakere zeminini elde edememişti ve 2004'te tekrar silahlı mücadele kararı aldı. Bu kez, mücadelenin demokratik siyaset içinde yürütülmesini isteyen PKK'lılar karşı çıktı. Sayıları daha az olmakla beraber onlar da tasfiye edildi ve karar yine uygulandı.
Bu iki olay ayrıca, tasfiyeler nedeniyle Öcalan'ın örgüt içindeki ağırlığının daha da artması sonucunu doğurdu. Öcalan, 2004'ten beri PKK terörünü kendi amaçları için bir pazarlık unsuru olarak kullanıyor. Örgütün yaptığı her şey elbette Öcalan'ın kontrolü altında değil, ama Öcalan'ın onaylamadığı hiçbir önemli adımı PKK'nın atması da mümkün değil. Temmuzda savaşın tırmanışa geçmesi üzerine; bu işi bir haftada bitiririm, ama sadece ben bitirebilirim diye bir çıkış daha yaptı. Tabii madalyonun bir başka yüzü de var. Dökülen kanların vebali kime ait, o da artık iyice belli.
Öcalan kısa bir süre önce, şimdi internetten de kolayca erişilebilen, çözüm için bir yol haritası açıkladı. Yol haritasında Kürtler için somut hak ve özgürlükler talebi yok. Federasyon veya özerklik gibi hedefler de yok. Ayrıca Öcalan ısrarcı olmadığını, her hususun tartışılabileceğini de belirtiyor. Çözüm planında "stratejik önem arz eden" tek bir husus var: Kendi konumu.
Siyasî tekel
Mevcut durumun ikinci özelliği, savaşın bitmesi ve demokratik siyaset döneminin başlamasının ciddi bir ihtimal olarak ufukta görünmesiyle beraber, Öcalan-PKK ikilisinin, Kürt siyasetini kaba kuvvet kullanarak kendi tekelleri altında tutmaya devam etmek istemesi. 12 Haziran seçimlerinde kendilerine ciddi rakip gördükleri adayları belli bölgelere ve köylere sokmamaya çalıştılar. Seçmenleri özellikle kırsal kesimde tehditle baskı altında tuttular. Seçim bürolarına bombalı saldırılar düzenlediler. Bir belediye başkanının çocuğunu kaçırdılar ve öldürmekle tehdit ettiler. Bu tavırları sadece seçim dönemleriyle de sınırlı değil. Kendileri gibi düşünmeyen ve sadece görüşlerini açıklayan Kürt aydınlarını yok etmekle tehdit ediyorlar. Yeni açıkladıkları ve içeriği fikri sefaletlerini gösteren demokratik özerklik programını da, mevcut kanunları tanımayarak ve dayatmayla uygulayacaklarını ilan ettiler.
Ne var ki, halkın oyu ile iş başına gelen hiçbir siyasi iktidar, Öcalan'ı siyasi muhatap alarak müzakerede bulunamaz. Ayrıca hiçbir iktidarın, ülkede var olan çoğulcu demokrasiden farklı, zora dayalı bir siyasi tek parti düzenine belli bölgelerde göz yumması da mümkün değil.
BDP-Sinn Fein
Gündemde tutulan bir başka seçenek, müzakerelerde taraf olarak BDP'nin kabul edilmesi. Bu çerçevede, Kuzey İrlanda'daki terör sorununa karşı İngiliz hükümeti ile Sinn Fein arasında yürütülen müzakereler ve varılan anlaşma örnek gösteriliyor. PKK-BDP ile IRA-Sinn Fein arasında paralellik kuruluyor. Ancak bunlar yapay benzetmeler. Verilen örneğin geçersizliği, tam da o örneğin içinde bulunuyor: Bizde maalesef Sinn Fein gibi bir Kürt partisi yok. Bazen özensiz konuşmalarda, Sinn Fein'in, terör örgütü IRA'nın siyasi kolu olduğu ifade edilir. Ama bu ancak, çok geniş bir muhtevada ve her ikisini de besleyen ana damarın İrlanda milliyetçiliği olduğu anlamında doğrudur. Sinn Fein, kesinlikle IRA'nın kontrolü altında olmayan, bağımsız, kendi kararlarını kendi alabilen bir partidir. Kaldı ki, müzakerelerden önce IRA dahi teröre koşulsuz bir şekilde son vermişti. Eğer illa bir siyasi yapıya benzetilecekse BDP, mesela Sovyetler Birliği Komünist Partisi'ne bağlı Ajit-Prop (ajitasyon ve propaganda) bürosuna benzetilebilir.
Ne yapmalı?
Türkiye'de demokrasi artık çok farklı bir noktada. Öcalan-PKK ikilisinin terörden ve ülkenin bir bölümünde zora dayalı siyasi tekel hevesinden şartsız vazgeçmesi gerekiyor. Ama bildikleri yolda devam edeceklerse, elbette verilecek cevap var: Demokratik reformlara kararlılıkla devam ederken, terörün ve şiddetin üstüne de aynı kararlılıkla gidilmesi.
Türkiye'de son dönemde önemli reformlar yapıldı. Ama daha yapılacak çok şey var. Terörle mücadelenin kazanılmasının temelini, hukuk ve demokrasi alanındaki reformların kararlılıkla gerçekleştirilmesi oluşturuyor. Kürtçenin önünde hâlâ mevcut bazı engeller var: Radyo ve TV yayınlarında süre sınırlamaları ve altyazı şartı veya yüksekokullarda Kürt dili merkezlerinin hâlâ açık adlarıyla kurulamaması gibi. Türkçe elbette resmi dil olarak kalacak; ama ülkenin bir bölümünde kamu hizmetlerinin iki dilde verildiği bir düzene geçiş planlanmalı. Gayrimüslim vatandaşların dilinde veya Batı dillerinde eğitim verilirken, Kürt dilinde eğitimin yasaklanması sürdürülebilir değil. Dil konusundaki reformlar işin en hassas yönlerinden biri ve iyi planlanmış bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Yerel yönetimlerin yetkisi artırılmalı. İfade özgürlüğü genişletilmeli. "Biji serok Apo–Yaşasın önder Apo" diye slogan atan bir kişi, kısa süre önce Diyarbakır'da 10,5 yıl hapis cezası aldı. Sadece PKK'ya hizmet eden böyle bir cezayı, vicdanların kabul etmesi de mümkün değil.
Buna karşılık şiddet devam ederse, aynı kararlılıkla cevap verilmeli. Bugüne kadar askerlerimiz cesarette ve özveride kusursuz bir örnek sergileyerek terörle mücadele etti. Önemli başarılar kazandı. Ancak sevk ve yönetimde eksikler var. Artık farklı yaklaşımlar gerekiyor. Evet, PKK sivillere karşı terör uyguluyor, ama temel stratejisi klasik gerilla savaşı. İspanyolca bu sözcük basit olarak 'küçük savaş' anlamına geliyor. Gerilla savaşına karşı, konvansiyonel askerî teşkilat ve muharebe yöntemleriyle sonuç almak mümkün değil. Değerli komutanlarımızın bir bölümü, güzel bir alışkanlığın örneği olarak, emekli olduktan sonra hatıralarını yayınlıyor. Son zamanlarda terörle mücadelede en üst düzeylerde görev yapmış bazı komutanların bu çerçevede yazdıklarını okudum. En çarpıcı hususlardan biri, terörle mücadeleyi anlatırken, gerilla ve anti-gerilla muharebesi kavramlarına hemen hiç yer vermemeleri. Hâlbuki değerli komutanlarımız, gerilla ve anti-gerilla muharebe tekniklerine, mesela siyasetle uğraşmaya ve başörtüsüyle mücadeleye ayırdıkları kadar bir enerjiyi ayırmış olsalardı, PKK bugün büyük ihtimalle çok daha zayıf bir konuma gerilemiş olurdu.
Gerilla ve anti-gerilla savaşının özellikleri iyi biliniyor ve bu konularda geniş yazılı kaynak mevcut. Çok özet olarak anti-gerilla muharebe; özel görevler için sıkı eğitilmiş, fiziki ve beşeri yerel koşulları iyi bilen, arazide uzun süre kalabilecek, gerillayı sürekli olarak kovalayarak kaçmaya (hareket etmeye) zorlayacak küçük birliklerle yürütülür. Bazı çevrelerde endişe edildiği gibi, anti-gerilla muharebesinin, 1990'larda kullanılan Özel Harekât birliklerinin yaptıklarıyla ilgisi yoktur ve hatta birçok bakımdan tam tersidir. Anti-gerilla savaşında büyük birlikler ve konvansiyonel muharebe teknikleri, gerilla yoğunluğunun yüksek olduğu durumlarda kullanılır (mesela Kuzey Irak). Bu durumda da, azami askerî gücün seferber edilmesi dâhil, Powell doktrininin ilkelerinin göz önünde bulundurulması herhalde uygun olacaktır. Son bir husus, bir eksiğin daha giderilmesi ve artık terörle mücadelede, temel askerî kararların belirlenmesi dâhil, bütün kontrolün tamamen sivil otoritede (hükümette) olmasıdır.